ABD ile gerilimler, bölgesel etkiler ve Trump’ın yeniden seçilişi
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler, özellikle Soğuk Savaş döneminde 20. yüzyılın ortalarından itibaren şekillenmiş ve Batı bloğunun bir parçası olarak NATO üyeliği çerçevesinde yakın askeri ve siyasi iş birliği kurmuştur. Ancak 21. yüzyılın başlarından itibaren ABD’nin Ortadoğu’daki politikaları ve bölgesel stratejileri Türkiye ile ilişkilerde ciddi gerginliklere yol açmıştır. Donald Trump’ın ABD başkanlığına yeniden seçilmesi bu ilişkilere yeni bir boyut kazandıracaktır. Trump’ın yeniden başkan seçilmesi yalnızca ABD’nin dış politika yaklaşımında önemli bir değişikliğe yol açmakla kalmayıp aynı zamanda Türkiye ile ilişkilerde gerginliğin derinleşmesine de yol açabilir. Bu bağlamda Türkiye-ABD ilişkilerinin gerginlik noktaları ve bölgesel etkileri daha da önemli hale gelmiştir. Berat Albayrak’ın ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner ile yakın ilişkisi, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin özel bir yansıması olarak değerlendiriliyor. Albayrak’ın tekrar bakanlık koltuğuna oturup oturamayacağı sadece iç siyasetteki gelişmelere değil, aynı zamanda bu ikili ilişkilerin nasıl şekilleneceğine de doğrudan bağlıdır.
PKK ve PYD/YPG Gerilimi
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde en belirgin ve uzun süreli gerginlik noktalarından biri PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ve PYD/YPG (Demokratik Birlik Partisi/Peşmerge YPG) meselesidir. Bu gerginlik sadece Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygılarını değil, aynı zamanda Ortadoğu’daki bölgesel stratejileri, etnik dengeleri ve jeopolitik dinamikleri de doğrudan etkileyen bir konudur.
2014’ten sonra Suriye’deki iç savaşın karmaşıklığıyla birlikte, ABD’nin PYD/YPG’ye verdiği destek bu gerginliği derinleştirmiştir. ABD, PYD/YPG’yi Suriye’de IŞİD’e karşı mücadelede önemli bir müttefik olarak görmüş ve onlara askeri, lojistik ve stratejik destek sağlamıştır. PYD, PKK’nın Suriye kolu olarak kabul edilmesine rağmen, ABD, Türkiye ile ittifakına rağmen stratejik çıkarları doğrultusunda bu örgütü desteklemeye devam etmiştir. ABD’nin bu desteği sadece iki ülke arasındaki güvenlik ilişkilerini değil, aynı zamanda Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygılarını da doğrudan etkilemiştir.
Türkiye, ABD’nin PYD/YPG’ye verdiği desteğe karşı çeşitli askeri operasyonlar başlatmış ve bölgedeki kontrolünü güçlendirmeyi amaçlamıştır. Fırat Kalkanı (2016), Zeytin Dalı (2018) ve Barış Pınarı (2019) gibi operasyonlar, Türkiye’nin PYD/YPG’nin kuzey Suriye’deki kontrolünü zayıflatma ve bölgesel güvenliği sağlama çabalarının somut örnekleridir. Türkiye, bu operasyonlarla PYD/YPG’nin sınır boyunca oluşturabileceği terör tehditlerini ortadan kaldırmayı ve ayrıca Suriyeli mültecilerin geri dönmesini sağlayacak güvenli bölgeler oluşturmayı amaçlamıştır. Türkiye, bu askeri hamleleri hem IŞİD’e hem de PYD/YPG’ye karşı bir güvenlik stratejisi olarak görmekte ve her iki örgütün de sınırlarına yakın bölgelerde faaliyet göstermesini engellemeye çalışmaktadır.
Donald Trump’ın ABD Başkanı olarak yeniden seçilmesi, Türkiye-ABD ilişkilerinde PKK ve PYD/YPG konuları konusunda daha fazla gerginlik olabileceğini göstermektedir. Trump, dış politikada genel olarak daha az müdahaleci bir yaklaşım benimsemiş ve Ortadoğu’daki askeri varlığın azaltılmasını savunmuştur. Ancak, PYD/YPG’ye destek, Trump’ın başkanlığının temel dış politika unsurlarından biri olmuştur. Başkanlığı sırasında ABD’nin Suriye’den çekilmesi ve PYD/YPG’ye desteğinin devam etmesi Türkiye’nin stratejik güvenlik çıkarlarıyla çatışmaya devam edecektir. Türkiye’nin PYD/YPG’ye karşı askeri müdahalelere devam etme kararlılığı ABD ile ilişkilerde derinleşen bir diplomatik krize yol açabilir.
Trump’ın yeniden başkan seçilmesiyle ABD’nin bölgesel stratejilerinde bir değişiklik ve PYD/YPG’ye verilen desteğin azaltılması, Türkiye’nin güvenlik endişelerine yanıt olarak ilişkileri iyileştirebilir. Ancak Trump’ın politikaya yönelik daha izole yaklaşımı, Suriye ve Irak’ta daha fazla istikrarsızlığa yol açabilir ve Türkiye’nin bölgesel etkisini artırma çabalarını sekteye uğratabilir. Bu, Türkiye’nin askeri stratejilerini ve bölgesel kontrol politikalarını yeniden şekillendirmesini zorlaştırabilir.
S-400 Krizi ve Stratejik Otonomi
Türkiye’nin 2017 yılında Rusya ile imzaladığı S-400 anlaşması sadece askeri bir tercih değil, aynı zamanda Türkiye’nin dış politikada daha fazla bağımsızlık ve stratejik özerklik arayışının somut bir göstergesi. 2019 yılında teslim edilen bu hava savunma sistemi, Türkiye ile ABD arasında ciddi bir gerginliğe neden oldu ve NATO müttefikleriyle ilişkileri derinden etkiledi. Türkiye’nin S-400 satın alması, Batı savunma sistemlerine olan bağımlılığını sınırlama çabalarının ve küresel güç dengesinde daha bağımsız bir aktör olma hedefinin bir parçasıydı.
ABD ve NATO, S-400’ün Rus yapımı olması nedeniyle Batı standartlarını karşılamadığını ve NATO’nun en gelişmiş savaş uçakları olan F-35’in güvenliğini tehlikeye atacağını savundu. Bu nedenle Türkiye’yi Batı merkezli bir savunma sistemi satın almayı tercih etmeye zorladılar. Ancak bu baskıya rağmen Türkiye, S-400 satın alımını iptal etmedi ve bunu bağımsız bir dış politika izleme arzusunun bir sembolü olarak gördü.
S-400 satın alımı, Türkiye’nin askeri bağımsızlığını artırma ve savunma sanayiinde özerklik kazanma stratejisinin bir parçasıydı. Türkiye, Rusya ile iş birliğini derinleştirerek Batı’nın çizdiği sınırların ötesine geçmeye çalıştı. Bu karar, Türkiye’nin çok kutuplu bir dünya düzeninde kendine yer açma çabası olarak da şekillendi. Türkiye, Batı ile askeri ilişkilerini yeniden şekillendirirken, Rusya ile savunma iş birliğini de güçlendirmeyi amaçladı.
S-400 krizi yalnızca Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel güvenlik stratejilerini de etkiledi. Türkiye’nin S-400’ü yalnızca bir savunma sistemi olarak değil, aynı zamanda Orta Doğu’daki stratejik dengeleri etkilemek için bir araç olarak kullandığı söylenebilir. Türkiye, bölgesel güvenlikteki rolünü güçlendirmek ve rakiplerine karşı stratejik bir avantaj elde etmek için bu hamleyi yaptı.
ABD, Türkiye’yi F-35 programından çıkarma kararı aldı ve S-400 satın alımına karşı sert yaptırımlar uygulamakla tehdit etti. Batı’nın baskısına rağmen Türkiye, bağımsız bir strateji izlemeye devam etti ve Batı ile ilişkilerindeki gerginliği yönetmeye çalıştı. S-400, Türkiye’nin askeri ve diplomatik bağımsızlık arayışının sembolü haline gelirken, aynı zamanda Türkiye’nin ulusal güvenliğini sağlamada ve bölgesel stratejik konumunu güçlendirmede önemli bir araç haline gelmiştir.
S-400 krizi Türkiye’nin dış politikasında bağımsızlık çabalarını ve stratejik özerklik arayışını daha da vurgulamıştır. Batı’dan gelen baskılara rağmen Türkiye, Rusya ile işbirliğini derinleştirerek askeri ve diplomatik özerklik hedeflerine ulaşma yönünde adımlar atmıştır. Ancak, bu stratejik bağımsızlık hem diplomatik hem de ekonomik riskler taşımaktadır ve Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde dikkatli bir denge sağlaması gerekmektedir. S-400 krizi, Türkiye’nin dış politika yol haritasında önemli bir dönüm noktası olmaya devam edecek ve bu stratejik özerklik, uzun vadede Türkiye’nin küresel düzeydeki konumunu belirleyen faktörlerden biri olacaktır.
İç Politikaya Müdahale: Ekonomik Yaptırımlar
Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasındaki ilişkiler, zaman zaman bölgesel güvenlik ve askeri işbirliği gibi stratejik faktörlerin ötesine geçerek, iç siyasi meseleler üzerinden de derinleşmiştir. Özellikle son yıllarda, ABD’nin Türkiye’nin iç politikasına müdahale etmeye yönelik ekonomik yaptırımlar ve insan hakları eleştirileri, iki ülke arasındaki gerilimin daha da artmasına neden olmuştur. Bu müdahaleler, Türkiye’nin egemenlik haklarına ve bağımsızlık çabalarına yönelik bir tehdit olarak algılanmış, aynı zamanda Türk halkı arasında milliyetçi bir tepkiyi de tetiklemiştir.
ABD’nin Türkiye’ye yönelik ekonomik yaptırımlarının tarihi, 1980’li yıllara kadar gitmekle birlikte, son yıllarda uygulanan yaptırımlar daha hedeflenmiş ve doğrudan Türkiye’nin iç politikasına müdahale amacı gütmüştür. Özellikle 2018’de, ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlar, ilişkilerdeki en gergin dönemlerden birini yaratmıştır. Bu yaptırımların en dikkat çeken nedeni, Türk yargısı tarafından tutuklanan Amerikalı rahip Andrew Brunson’ın serbest bırakılmamasıydı. ABD, Brunson’ın serbest bırakılmaması durumunda Türkiye’ye karşı ağır ekonomik yaptırımlar uygulama tehdidinde bulunmuş ve bu tehdit gerçekleşmiştir. ABD, Türkiye’nin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e yönelik yaptırımlarını açıklamış ve bu, Türk hükümetine yönelik önemli bir dış baskı aracı haline gelmiştir.
Bu ekonomik yaptırımlar, sadece iki ülke arasındaki ilişkilerdeki gerilimi artırmakla kalmamış, aynı zamanda Türkiye’nin ekonomisinde de ciddi olumsuz etkiler yaratmıştır. Türk lirasının değer kaybetmesi, döviz kurlarındaki artış ve enflasyon gibi ekonomik göstergeler, Türkiye’nin ekonomik istikrarını sarsmış ve halkın yaşam standartlarını etkilemiştir. Ancak Türkiye, bu yaptırımlara karşı direnmiş ve ABD’nin ekonomik baskılarına karşı bağımsız bir politika izleme çabalarını sürdürmüştür.
ABD’nin Türkiye’ye yönelik ekonomik yaptırımları, aynı zamanda Türkiye’nin küresel ekonomik ilişkilerindeki yerini sorgulayan bir faktör haline gelmiştir. Türkiye, Batı’daki finansal ve ekonomik merkezlere olan bağımlılığını azaltmak için alternatif işbirlikleri arayışına girmiş, Çin ve Rusya gibi ülkelerle daha yakın ekonomik ilişkiler kurmaya yönelmiştir. Bu çabalar, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlık hedefine doğru atılmış adımlar olarak görülebilir, ancak bu strateji, Batı ile olan ekonomik bağların gerilmesine de yol açmıştır.
FETÖ ve 15 Temmuz Darbe Girişimi Bağlamında Eleştiriler
Fethullah Gülen’in 20 Ekim 2024’te vefat etmesi Türkiye-ABD ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası teşkil edebilir. 1990’lardan beri Türkiye’de geniş bir nüfuza sahip olan FETÖ, 15 Temmuz darbe girişimiyle büyük bir güvenlik tehdidi oluşturdu. Bu darbe girişiminin ardından Türkiye, Gülen’in ABD’den iadesini talep etti ancak ABD hükümeti bu talebi yerine getirmedi. Gülen’in ABD’deki varlığı, Türkiye’nin egemenlik ve güvenlik anlayışını tehdit eden bir konu haline geldi ve bu, iki ülke arasındaki güveni zedeledi.
ABD’nin FETÖ’yü siyasi sığınma arayan bir figür olarak görmesi, Türkiye’nin örgütü bir terör örgütü olarak tanımasıyla büyük bir diplomatik boşluk oluşturdu. FETÖ’nün darbe girişimindeki rolü, yalnızca bir iç sorun olmaktan çıktı ve Türkiye’de ABD’ye karşı güçlü bir düşmanlık duygusuna dönüştü. Gülen’in ölümünden sonra Türkiye, ABD ile ilişkilerindeki bu gerginliği çözmek için fırsatı değerlendirebilir; Ancak ABD’nin yıllardır sergilediği tutum, Türkiye’nin diplomatik tepkilerini sertleştirebilir.
Gülen’in ölümüne rağmen, ABD’nin örgütle bağları devam edenlere yönelik tutumu, Türkiye’nin ilişkilerdeki beklentilerini şekillendirecektir. Türkiye, Gülen’in ölümünü örgütün Türkiye’deki nüfuzunu sona erdirmeye yönelik bir adım olarak görürken, ABD’nin tutumu bu mücadelenin önündeki en büyük engel olmaya devam ediyor. ABD’nin FETÖ liderinin mirasına ve örgütün ABD topraklarındaki varlığına nasıl yaklaşacağı, Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir müzakere sürecini başlatabilir.
ABD geçmişteki tutumunu sürdürürse, Türkiye’nin tutumu daha sert hale gelebilir. Türkiye, FETÖ’nün ABD’deki varlığından ve Türkiye’deki yapılanmasından ABD’yi sorumlu tutmaya devam edebilir. Bu, yalnızca askeri ve diplomatik ilişkilerde değil, aynı zamanda ulusal güvenlik ve egemenlik alanlarında da büyük bir çatışmaya yol açabilir.
Türkiye, FETÖ ve dış müdahalelere karşı bağımsızlık arayışını sürdürerek küresel düzeyde daha bağımsız bir strateji benimsemiştir. Ancak bu süreç Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini karmaşıklaştırdı ve gelecekteki diplomatik ve ekonomik ilişkilerde yeni dinamiklerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Türkiye’nin iç siyasetine yönelik dış müdahalelerin Türk hükümeti ve halkı tarafından nasıl algılandığı, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğini belirleyecektir.
Berat Albayrak ve Trump’ın İlişkisi
Berat Albayrak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı olarak Türk siyasetinde etkili bir isim haline geldi. 2018-2020 yılları arasında Hazine ve Maliye Bakanı olarak görev yapan Albayrak, Türkiye’nin ekonomik krizle boğuştuğu bir dönemde kritik kararlar aldı ve dış ve ekonomik politikaları şekillendirdi. Albayrak’ın özellikle ABD ile ilişkileri Türk iç ve dış politikasını derinden etkiledi.
Albayrak’ın ABD Başkanı Donald Trump ile yakın ilişkisi ekonomik ilişkilerin ötesine geçti ve iki ülke arasındaki iş birliği, finansal yatırımlar, dış borçlanma ve Türk lirası üzerindeki baskıları hafifletmeyi amaçlayan ortak adımlara dönüştü. Trump, Türkiye ile ilişkilerini güçlendirerek Ortadoğu’daki stratejik dengesini korumaya çalışırken, Albayrak uluslararası kredi ve yatırım fırsatları yaratmak için ABD ile diyaloğu tercih etti. Bu iş birliği, Türkiye’nin daha bağımsız ekonomik adımlar atmasını sağladı ve ABD’ye ekonomik destek sağladı.
Albayrak’ın Trump ile ilişkisi sadece ekonomiyle sınırlı kalmadı, aynı zamanda Türkiye’nin iç siyasetini de etkiledi. ABD ile yakın bağlar, Albayrak’ın Türk ekonomisi üzerindeki otoritesini güçlendirdi ve Türkiye’nin stratejik konumunu dış ekonomik baskılara karşı savunmasına yardımcı oldu. Trump’ın yeniden seçilmesi, Albayrak’ın iç politikadaki rolünü doğrudan etkileyebilir. Albayrak, Trump yönetimiyle olan güçlü ilişkisini Türkiye’nin stratejik dış politikasını güçlendirmek için kullanabilir.
Ancak, Albayrak’ın 2020’de bakanlık görevinden istifa etmesi, Türkiye’nin iç siyasetinde bir çatlak yarattı ve karar, özellikle ülkenin ekonomik bir krizle boğuştuğu bir zamanda, Albayrak’ın siyasi geleceğini sorgulattı. Trump yeniden seçilirse, Albayrak’ın bakanlık görevine geri dönme olasılığı yeniden ortaya çıkabilir. Albayrak’ın ABD ile bağları, Türkiye’nin dış politikadaki bağımsızlık duygusunu güçlendirebilir. Ancak, iç politikadaki milliyetçi eğilimler ve Albayrak’a yönelik eleştiriler, onun bakanlık koltuğuna geri dönmesini engelleyebilir.
Albayrak’ın Trump ile ilişkisi, zaman içinde Türkiye’nin iç ve dış politikalarındaki dengeleri etkiledi. Trump’ın yeniden seçilmesi Albayrak’ın siyasetteki rolünü yeniden şekillendirebilir, ancak iç siyasi zorluklar bakanlık rolüne dönüşünü sorgulatıyor. Türkiye’nin dış politikada bağımsız bir duruş arayışı doğrudan Albayrak’ın gelecekteki rolüyle ilgili olacak.
Bölgesel Stratejiler ve ABD-Türkiye İlişkilerindeki Gerginlik
ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler sadece ikili diplomasi ve ticaretle değil, aynı zamanda bölgesel stratejik dinamiklerle de şekillenmiştir. Bu iki ülke, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Kafkaslar ve Karadeniz gibi stratejik bölgelerdeki farklı çıkarları nedeniyle birçok kez çatışma noktasına gelmiştir. Bu bağlamda, Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygıları, askeri stratejileri ve bağımsız dış politikası, bazen bölgedeki ABD politikalarıyla çelişmiştir.
Orta Doğu, hem ABD hem de Türkiye için kritik bir bölgedir. ABD, Soğuk Savaş’tan sonra bu bölgeyi enerji güvenliği, İsrail’in güvenliği ve İran’ın nüfuzunu dengeleme doğrultusunda şekillendirirken, Türkiye, jeopolitik konumu ve Sünni Müslüman nüfusu ile Batı ile ilişkilerini sürdürürken Arap dünyası ve İran ile ilişkilerini dikkatlice dengelemeye çalışmaktadır.
ABD’nin Orta Doğu’ya müdahaleleri, özellikle 2003’teki Irak işgali ve Suriye iç savaşı, Türkiye için ciddi güvenlik endişelerine neden olmuştur. ABD’nin Suriye’de PYD/YPG gibi Kürt gruplarına verdiği destek, Türkiye için büyük bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye, PYD/YPG’yi PKK’nın bir uzantısı olarak görüyor ve bu grupları bir tehdit olarak algılıyor. ABD’nin bu gruplara verdiği desteğin devam etmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerde derin çatlaklar yarattı. Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygılarını korumak için bu ABD politikalarına karşı sert bir duruş sergilemesi kaçınılmaz hale geldi.
Karadeniz ve Kafkaslar, ABD ve Türkiye arasında daha az ilgi gördü, ancak kritik stratejik bölgelerdir. Karadeniz’deki güç dengesi özellikle Rusya’nın etkisi ve NATO’nun varlığı tarafından şekilleniyor. ABD’nin bölgedeki askeri varlığını artırma çabaları ve Türkiye’nin bölgesel egemenlik haklarını savunma çabaları sık sık gerginliklere yol açıyor. Ayrıca, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi ve Kırım’ı ilhak etmesi, bölgedeki güvenlik dengelerini daha da karmaşık hale getirdi. Türkiye, hem Karadeniz’deki stratejik kontrolünü sürdürmek hem de NATO üyeliğini sürdürmek için dikkatli bir dengeleme politikası izliyor.
Kafkasya’da, Türkiye’nin Ermenistan-Azerbaycan çatışmasında Azerbaycan ile yakın ilişkileri, zaman zaman ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarlarıyla çatışıyor. ABD enerji güvenliği ile Rusya’nın bölgedeki nüfuzunu dengelemeyi hedeflerken, Türkiye Azerbaycan ile stratejik ittifakını sürdürmek için daha bağımsız bir politika izliyor. Bu durum, her iki ülkenin bölgedeki stratejik çıkarlarının örtüşmeyen yönlerini gün yüzüne çıkarıyor.
Türkiye, özellikle son yıllarda bölgesel güvenlik endişeleri doğrultusunda daha bağımsız bir askeri strateji izlemeye başladı. Suriye, Libya ve Karabağ gibi bölgelerde doğrudan askeri operasyonlar yürüten Türkiye, ABD’nin Ortadoğu’daki müdahaleleriyle çelişen bir yaklaşım benimsedi. Türkiye’nin Suriye’deki Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı operasyonları ABD’nin terörle mücadele stratejileriyle uyuştuğunu söyleyemeyiz. Bu operasyonlar iki ülke arasındaki askeri ilişkileri gerdi ve Türkiye’nin askeri bağımsızlık çabalarını netleştirdi.
Ayrıca, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması askeri bağımsızlık açısından önemli bir adım olarak değerlendirildi. Ancak bu adım, Türkiye’nin NATO ile uyumunu zorlaştırdı ve ABD ile askeri ilişkilerde yeni gerginlikler yarattı. ABD’nin bu duruma verdiği yanıt, Türkiye’nin diğer NATO üyeleriyle ilişkilerini de karmaşıklaştırdı. ABD ile Türkiye arasındaki bölgesel stratejik çatışmalar yalnızca ikili ilişkileri değil, aynı zamanda küresel güç dengelerini de etkiliyor. Türkiye’nin Orta Doğu’daki ABD politikalarına karşı daha bağımsız duruşu ve bölgesel güvenlikte askeri bağımsızlığı savunması, karmaşık bir ilişkiye yol açtı. ABD’nin Suriye’de PYD/YPG’ye verdiği destek ve Türkiye’nin Karadeniz’de askeri bağımsızlık kazanma çabaları, iki ülke arasındaki başlıca gerginlik noktaları arasında yer alıyor. Türkiye, bölgesel güvenliğini sağlamak için daha bağımsız bir dış politika izlerken, Batı ile ilişkilerinde bir denge sağlamaya çalışıyor. Bu dengeleme çabası, ABD ile ilişkilerin doğasını değiştiren en önemli faktör olmaya devam ediyor.
Sonuç: Türkiye’nin Bağımsız Dış Politika Arayışı
Türkiye’nin dış politika stratejileri son yıllarda bölgesel ve küresel güç dengelerindeki değişimlere ve ulusal güvenlik ihtiyaçlarına göre yeniden şekillenmiştir. Türkiye, Batı’nın önderliğinde NATO çerçevesinde izlediği politikalarını, özellikle 2000’li yılların ortalarından itibaren daha bağımsız ve çok kutuplu bir dış politikaya dönüştürmüştür. Bu değişim, Türkiye’nin coğrafi konumunun sağladığı stratejik avantajlardan ve küresel güçlerle ilişkilerinde daha fazla özerkliğe ulaşma isteğinden kaynaklanmaktadır.
Asya ve Avrupa arasında bir köprü işlevi gören Türkiye, Batı ile işbirliğini sürdürürken Doğu ile ilişkilerinde bağımsız bir duruş sergilemeye başlamıştır. Hem Batı hem de Doğu arasındaki stratejik konumu Türkiye’ye esnek bir dış politika fırsatı sunmakta olup, NATO üyeliği ve tarihsel ittifaklar hala önemli olmakla birlikte, Batı’nın hegemonik politikalarına karşı eleştirel bir yaklaşım geliştirilmiştir.
Türkiye’nin Ortadoğu’daki politikası zaman zaman Batı’nın çıkarlarıyla çatışmıştır. Özellikle ABD’nin Suriye’de PYD/YPG’ye verdiği destek Türkiye için bir güvenlik tehdidi oluşturmuştur. Türkiye bu tehditlere karşı Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı gibi askeri operasyonlar gerçekleştirmiştir. Bu operasyonlar Türkiye’nin bağımsız dış politika yaklaşımının bir göstergesi olarak öne çıkmaktadır.
Batı’ya karşı bir denge unsuru olarak Türkiye, Ortadoğu’da Rusya ve İran ile yakın ilişkiler geliştirmiştir. S-400 anlaşması ve Suriye’deki askeri varlık Batı ile uyumsuzluk yaratmış ancak Türkiye’nin stratejik çıkarlarına hizmet etmiştir.
NATO üyeliği Türkiye’nin güvenliğini sağlasa da son yıllarda Türkiye, NATO’nun stratejik çıkarlarıyla uyuşmayan politikalara karşı daha bağımsız bir duruş sergilemiştir. S-400 alımı ve Rusya ile kurulan ilişkiler, Türkiye’nin savunma sanayisini bağımsız hale getirme ve küresel güçlerin etkisi altına girmeden kendi güvenlik önceliklerini belirleme arayışını güçlendirmiştir.
Türkiye ayrıca küresel çok kutuplu bir dünya düzeni yaratmayı hedefleyerek Batı dışı güçlerle ilişkilerini güçlendirmiştir. Çin, Rusya ve diğer yükselen güçlerle kurduğu bağlar Türkiye’nin küresel düzeyde daha fazla söz sahibi olmasını sağlamaktadır. Ayrıca Birleşmiş Milletler ve G20 gibi uluslararası platformlarda aktif rol üstlenmiş ve küresel dış politika seçeneklerini çeşitlendirmiştir. Türkiye’nin dış politika stratejisi, hem ulusal güvenlikte hem de küresel denklemlerde daha bağımsız bir aktör olmayı hedeflemektedir. Batı ile geleneksel ittifaklarını gözden geçirerek ve daha esnek ve çok kutuplu bir politika izleyerek küresel düzeyde kendi stratejik çıkarlarını savunmayı amaçlamaktadır.
Geniş kapsamlı bir değerlendirme yazısı olmuş. Sayın Işık’ı tebrik ediyorum.