Abdurrahim Zararsız’dan yeni kitap: Hayal Olsun
(Gerçek Tarih) – Bir Zamanlar Bozkırda serisinin ilk kitabı olan “Sudan Sebepler” in ardından Abdurrahim Zararsız yine KDY’ den yayınlanan ve bu sefer bağımsız ve özgün hikâyeleriyle okuyucusuyla buluştu. Hayal Olsun, başlığından ve kapak görselinden anlaşılacağı gibi okuyucusunu düşündürücü bir o kadar da eğlenceli bir yolculuğa çıkarıyor.
İlk kitabıyla bozkır hikâyelerinin üstesinden gelen ve kendine özgü tarzıyla dimağımızda yirminci yüzyılın ortalarına ait nostaljik tatlar bırakan Zararsız, bu sefer tekrar tekrar okumaktan zevk alacağımız cümlelerle bezenmiş birbirinden sürükleyici hikâyelerle karşımıza çıkıyor.
Kitap üç ana bölümden oluşuyor. Hayal Olsun, Küçürekler ve Çepeçevre. Hayal olsun bölümündeki “Epikriz” bir uzun hikâye örneği ve kitabın ana omurgasını oluşturan. Bir diğer uzun hikâye ise “Ablam Döndü” adını taşıyor. Küçürekler bölümünde kısa hikâye örnekleri ile ters işlem yapan Zararsız, Çepeçevre bölümünde ise ilginç araştırma ve gözlemlerini çevre temalı hikâyelerle okuyucusuna ulaştırıyor.
Aşka, özleme, sıkıntılı hayatlara dair göndermelerin ve izdüşümlerin olduğu hikâyelerde kelime avcılığı ve hassasiyeti, yazarın işine verdiği değer ve önemi de gösteriyor.
“Demek senin de en sevdiğin renk yeşil. Ama ben hiç yeşil bir şeylerini görmedim.” dedi Hülya. Bu esnada bir eli masanın kenarındaki hâkî süet çantasında, gözleri üzerimde geziniyordu. O hülyalı gözlerin gezintisinin gözlerimde noktalanacağını biliyordum. Sadece bunu daha manalı hale getirmek istedim. “Kıyafetim, eşyam, odam… Yeşil öyle her yerde olursa kıymeti azalır.” diye karşılık verdim. Anlık suskunluğun ardından devam ettim konuşmaya: “Zaten yeşilin en güzel tonları benim için yeryüzünde olabilecekleri en güzel yerdeler.”
…
“O yıllar, uzunca bir süre bakışarak yaşanan, açılmak için aylarca hatta yıllarca beklenilen, bir aracının ilettiği mektuplar yolu ile ilerleyen sevdaların yıllarıydı.”
Epikriz hikâyesinde yer alan bu cümleler birbirinden sıcak sahneleri gözümüzün önüne sererken gönlümüze tarifsiz hazlar yaşatıyor. Âşık olmanın, sevdalanmanın bir ahlakının olduğu yıllara ait bu sahneler aslında günümüzde kolayca tüketilen sevdaları ve iğdiş edilen aşkların yüzeyselliğini de gösteriyor. O dönemde bakışmalarla kalplerde iz bırakan veya tek tük buluşmalarla yetinilmek zorunda kalınan, kimi zaman ayrılığa evirilen sevdaların yanı sıra toplumsal olaylara da değiniyor yazar.
“Ben; çetelesi tutulamayan, bilançosu hesaplanamayan, hakkında yazılan yüzlerce kitabın yetersiz, kelimelerin kifayetsiz kaldığı o dönemin, hapishane değilse de hastane mahkûmlarından biriydim artık.”
…
“Artık kurduğumuz cümlelerin “12 Eylül’den önce” veya “12 Eylül’den sonra” şeklinde vazgeçilmez zarfları olacaktı. Ama bu bir milat değildi. Çünkü öncesi de sonrası da korkunçtu. Bu tıpkı korkunç bir kargaşanın ardından korkunç bir sükûnetin gelmesi gibiydi ya da zaten kâbuslarla boğuşurken bir de üstüne karabasanın neden olduğu ses çıkaramama hali.”
Abdurrahim Zararsız sadece hikâyeci değildir elbette ki, şairliğini de yeri geldiğinde az biraz göstermekten geri durmaz. Taşı gediğine yerleştirir gibi fırsatını bulunca şiirini de damıtır hikâyesinin ruhuna.
“Ağla gözlerim ağla hak ettin bugün yine tuzu
Ağlıyor musun diye sorana bahane edersin tozu”
Yazarın gözlem yeteneği ve bunu anlatımındaki başarısından bahsetmiştim. Buna farklı açıdan bir örnek daha vermek isterim.
“O gün güneş, uzun bir aradan sonra yurdun semasını kaplayan o gri tülü şöyle bir aralayıp “Ne haber, kıymetimi anladınız değil mi?” der gibi alaycı alaycı gülümsemeye başladı.”
Hikâyeciler yeri geldiğinde filozof da olurlar. Zararsız da bu kervanda olduğuna göre yer bulduğunda sözünü hiç esirgemez.
“Hayatın alt üst olmuyorsa, iyi pişmiyorsun demektir.”
Hayal Olsun, okuyucusuna çok şey vaat ederken, yazarının ışığının aydınlığını da edebiyat dünyasına ispatlıyor. “Ben de buradayım, iyi hikâyeciler arasına ismimi kazıyın” diyor adeta…
gercektarih.com.tr