Arafta bir yalnızın güvenli limanı
Her kitabında dile olan hâkimiyeti ve şair olmasının verdiği ayrıcalıkla nazım dilini nesrin içerisine sokmuş ve kendine has bir nesir dili oluşturmuş ender şahsiyetlerden biridir Meriç. Tabi bunun ötesinde Cemil Meriç’i 70 sonrası kuşaklar için önemli kılan şey, kendine has üslubuyla işlediği konular ve bu konulara olan vukufiyetidir. Derin tecessüsü, dili kullanmadaki yetkinliği, düşünceye ve düşünmeye olan imanı, bitmez tükenmez gayreti onu çağdaşlarından ayıran en büyük özelliklerindendir.
Bir Liman
Hayatının sonuna kadar kendi deyimiyle “ilmi namusunu korumuş”, siyasete alet olmamış ve herhangi bir siyasi kaygı duymadan yıllarca yazıp çizmiş bu yalnız adam ülkenin en debdebeli zamanlarında her kesimden insan için güvenli bir liman olmuştur. Türkiye’de sağ-sol çatışmasının yoğun olarak yaşandığı bir dönemde gençlerin ideolojileri uğruna birbirlerini öldürdükleri bir ortamda bir entelektüele düşen sorumluluk duygusunu yürekten hisseden Meriç, Fildişi Kule’nin yani “O miskinler tekkesi”nin duvarlarını yıkıp, meydanlara inmiş ve tüm çıplaklığıyla yığınlara hakikati haykırmıştır. “İzmler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir” diye haykırırken üstat; ideolojilerin ışığına gözünü kapatan gençlere ışık oluyor, onları ideolojilerin sığ dünyasından kurtarıp yeniden düşünmeye sevk ediyordu. Onu okumak cesaret istiyordu, hele ki uğruna canınızı vereceğiniz bir ideolojiniz varsa. Çünkü yazdıkları bir anda bütün dünyanızı alt üst etmeye yetecek türdendi. Bütün tabuları engin bilgisi ve sivri uçlu kalemiyle yerle bir ediyordu. Düşünmeye çağırıyordu insanları. Yazdıklarıyla gençlerin aklına nişan alıyor; zihinlerini ideolojilerin tasallutundan kurtarıp özgürleştiriyordu.
Bir Derya
Meriç, derin tecessüsüyle düşüncenin şahikalarında dolaş(tır)ıyordu. Düşüncenin yerliliğine inanmıyor, onu âlemşümul bir mefhum, bütün toplumların ortak malı olarak görüyordu. Ondandır Himalaya’nın zirvesine tırmanışı. Macera değildi onunkisi, evvela keşfetmek sonra da fethetmek arzusundaydı hep. Bir öncüydü, bir rehber. Korku nedir bilmiyordu, seviyordu meçhulü. Ganj kıyılarında dolaşırken ’dan şiirler dinliyordu, hayrandı Hind’in bu kutup yıldızına, meftundu şahikalara. Ganj’ın serin sularından kana kana içtikten sonra mağribin kavurucu çöllerinde İbn-i Haldun’la serinliyordu. Şarkınbu kutup yıldızının Mukaddimesi için “anasız doğan çocuk” yakıştırması Haldun’un zekasına olan hayranlığından geliyordu. Şark onun için başkaydı tabi ama Batı’ya da hiç küsmedi, aşıktı bir kere hür düşünceye. Balzac için ilk aşkım diyordu, Saint Simon’a kitap yazdı. Dilinden düşürmezdi Marx’ı, Batı’nın vicdanıydı Marksizm onun için. Victor Hugo’yu, Voltaire’i, Taine’yi sayıklardı her fırsatta. Rus edebiyatına ve intelijansiyasına ise ayrı bir merakı vardı. Rus intelijansiyasını iliklerine kadar tanıyordu, Dostoyevski’yle özel bir dostluğu vardı. Hür düşüncenin zirvelerini tek tek fethetmişti.
Bir öğretici
Hayatınızda bir kez Cemil Meriç okuduysanız disipline olmaya başlamışsınızdır demektir. Tek bir cümlesiyle dahi karşılaştıysanız bir gölge gibi peşinizdedir artık. Üstelik bir de yazmaya karar vermişseniz onu Demokles’in kılıcı gibi başucunuzda hissederseniz hep. Rüyalarınıza girer, uykularınızı kaçırır. Satırlarınızın arasında dolaşır, kalemize hükmeder. Kullandığınız her ifadenin yazdığınız her cümlenin hakkını vermek zorunda hissedersiniz artık. Tahammülü yoktur yanlışlara, insafsızca eleştirir. Üstad’a göre her kavramın bir tarihi ve serpilip geliştiği bir ortamı vardır. Bir kavramı mekândan ve zamandan koparıp doğruca alamazsınız; bundan dolayıdır ki hep şüpheyle bakar çevirilere. Cemal Süreyya’nın Gaston Bouthoul’dan yaptığı çeviriyi koyar hedef tahtasına. Eleştirilerini teker teker sıralarken şu ifadelerle yüklenir koca Şaire: “Şiir yazın, hep şiir yazın, yalnız şiir yazın.”
Bir Fedai
Seviyordu “Bu Ülke”yi, bu topraklardaki medeniyet birikiminin aşığıydı. Düşüncenin yerliliğine inanmasa da onun için tek bir mucize vardı: Osmanlı mucizesi. Bu mucize tek bir kaynaktan beslenmiyordu. Ana omurga İslam olmakla birlikte Hint’ten, Himalaya’dan, Yunan’dan renk almış muazzam bir sentezdi. Osmanlı’ya bağlılık duygusallıktan öte bir meydan okumanın ismidir Meriç’te. Herkesin redd-i miras yaptığı bir devirde o bu mirası kabul ediyor ve Şarkın nefis müdafaasını tek başına omuzluyordu. Bundan olsa gerek hiç affetmedi sakson kölelerinin[1] ihanetini, kırgınlık ve kızgınlığı geçmedi müstağriplere.
Hasıl-ı kelam “bir”lerin uzayıp gittiği ve yetmediği güzel adamlardan “bir”iydi Cemil Meriç.
[1] “Sakson köleleri boyunlarında bir tasma taşırlarmış: efendilerinin adı yazılırmış bu tasmaya. Aydınlarımız da onlara benziyor; her biri bir şeyhin müridi.” Cemil Meriç, Bu Ülke.