İlber Ortaylı’nın hatıralarında sahaflar ve Mahir İz
(Gerçek Tarih) – Nilgün Uysal’ın İlber Ortaylı ile gerçekleştirdiği nehir söyleşi “Zaman Kaybolmaz” başlığıyla Kronik Kitap’tan çıktı.
İki yıl süren söyleşide Uysal’ın “İstanbul’da sahaflar dünyası eskiden nasıldı?” sorusunu Ortaylı şöyle yanıtlıyor:
“İstanbul’da sahaflar, cumartesileri ‘yarım gün’ çalışıldığı vakit, ‘üniversitenin yerini alırdı’. Herkes üniversiteye sahaf dükkânları için gelirdi. Hatta esnaf, bu en kalabalık günde, mutlaka işinin başında bulunurdu. Bunun bir tek istisnası var. Bir cumartesi günü Mahir İz Hoca –Göksu Çayırı’nda mı ne- bir toplantı tertiplemiş. ‘O gün herkes onu dinlemeye gitti’ diye hayret ettilerdi. Çünkü hiçbir kuvvet esnafı cumartesi günü yerinden oynatamazdı (s.357).”
Akabinde Uysal “Boşalmış mı o gün sahaflar?” şeklinde sorarken Ortaylı yanıtlıyor:
“O gün boşalmış. Bütün esnaf dükkânı kapatıp oraya gitmiş. O şaşılacak bir günmüş (agy.).”
Bu derece etki yaratmasını ve Mahir İz’i İlber Ortaylı şu ifadelerle anlatıyor:
“Mahir İz, Fahir İz’in ağabeyidir. Çok geniş edebi repertuvarı olan biri. Hiç bilinmedik şiirleri bilir. Tasavvuf bilgisi son derece derin. O zamanlar böyle lise hocaları vardı; doktora yapmamış, üniversitede kalmamış ama çok değerli… Hocalık yapmış, sohbetleri çok renkli, çok derin bir adam.
Mahir İz Ankara’da ilk Meclis’in kâtibi diye Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nu bilir. Hâlbuki Mahir İz ve Vehbi Koç da vardı orada. Bu toplum, o Meclis’in kâtiplerinden birini dinliyor da ötekini dinlemiyor, böyle tuhaflıkları var bu toplumun… Oysa böyle tarihçilik olur mu? O sırada Meclis’te kâtiplik yapmış herkesi dinlemen lazım. Mahir İz, birtakım adamları da yetiştirmiştir. Mesela hat uzmanı Uğur Derman’ı yönlendiren odur. Vardır böyleleri… Kimisi de onun değerini anlamamıştır. Sorsan şöyle anlatır; Haydarpaşa’da şalvar gibi bol bir pantolon giyerdi. ‘Gericiydi’ diyeni bile duydum. Oysa, çocuk aklınla ne anlarsın adamın gerici mi, ilerici mi olduğunu (s.357-358).”
İlber Ortaylı hatıralarına yer verdiği “Zaman Kaybolmaz” söyleşi kitabında sahafların eski kahramanlarıyla Amerikalıların buralara nasıl dadandığını şu ifadelerle anlatıyor:
“Sahaflarda bir Cerrahî şeyhi vardı: Muzaffer Efendi. Kitabı sana ucuza verirdi ya da üç ya da beş seneliğine ödünç verirdi. Bana Ankara’da Turhan öyle yapmış, Maarif Salnamesi’ni ariyet (ödünç) vermişti. Okurum geri getiririm. Zaten ucuzdu kitap. Sonra sahaflara Amerikalılar dadandılar.
Amerikalılar her zaman dadanmıştır… Ama İkinci Harp’ten sonra bilhassa dadandılar. Memlekette eski kitap olarak ‘yazma baskı’ diye bir şey kalmadı. Birkaçı ‘dışarı kitap satma’ işini çok iyi yaptılar. Ama buranın geleneksel ‘klasik sahafı’ öyle şeye pek itibar etmez ve daha çok yerli insanlara hizmet verirdi. Kibar insanlardı. Mesela kitap müzayedelerinde bir hoca, bir şeye pey sürer, bayrak kaldırırsa, ona el sürülmezdi. Şimdi böyle adetlerin vakti geçti. Üniversite hocası ile yarışıyorlar, o yetmezmiş gibi, saygısızlık da diz boyu… Edepten terbiyeden uzak adamlar çıktı ortaya… Eskiden para için böyle şeyler olmazdı. Hele kitabı almak isteyen bir üniversite hocasıysa… Belli ki üniversite hocası kitap ticareti yapmıyor; koleksiyonu için değil, araştırma için istiyor (s.358).
gercektarih.com.tr