Kendi hiçliğimizin zamansız tekrarları: “Non Cvro” Ya da “Hüve’l Bâkî”
Kadere teslim olmayı, geçmiş zamanın öznesi olanlardan öğreniriz. Yaşanmış, bitmiş ve artık geçmiş olarak hatırlanan, bize gerçekleşmesinin mutlak olduğunu bildiğimiz ölümün içinden, yani henüz tecrübe etmediğimiz bir yokluktan seslenir. Bu sesin sahibi çoktan akıbetine teslim olmuştur ve varlığı -bir zamanlar var olmuşluğu- bize – henüz var olana- vakti gelmemiş bir yokluk olarak görünmektedir.
Bizler tıpkı tüm hükmümüzü kuytularında saklayan varlık sebebimiz denizi tarif etmekten aciz balıklar gibi hayatın içinde süzülürken; bir zamanlar var olmuş olan, tüm mevcudiyetinin artık nâmevcuda ulaştığı merhalede iradenin yahut irade yanılgısının haberini duyurur: “Her şey fânidir.”
Bu haber günümüz medyasının ekranlarda bir bir aşılıp geçilen haberlerine de pek benzemez üstelik. Hatta insanlığın aşamadığı ve daima gündeminde olan çarpıcı bir meseledir. Bu meseleyi bir kez tecrübe edenden geriye kalan yine bu acı haberin tekrarı ve hatta her tecrübe eden üzerinden kendisini defalarca ispatıdır. Bu ispat, her medeniyette geriye kalacak nesiller için ekseriyetle mezar taşlarındaki ifadelerde bir öğüt olarak yer alır.
Epikuros’a atfedilen ve Roma mezar taşlarında sıkça yer alan Latince bir deyiş, ihtivası bakımından kaderi ve iradeyi, geçmiş zamandan ziyade şimdinin, yani bir diğer deyişle henüz yokluğu tecrübe etmemiş varlığın sesinden şöyle anlatır:
“Non fvi, fvi, non svm, non cvro”
“Non fvi”, yoktum, “fvi”, varım, “non svm”, olmayacağım, “non cvro”, umrumda değil.
Dünyaya gelmeden önceki yokluğunun özüne gizlenmiş iradesinin dışındaki kaderi, dünyaya geldikten itibaren “varım” olarak idrak eden ve mutlak son geldikten sonra yine iradesi dışında olmayacağını bilerek gelecek zamandan haber veren ve tüm bunların yanında kendi iradesinin acziyetini görerek, kendisini bekleyen akıbetine teslim olan, fani olan her şeyle birlikte, yok olacak varlığını da ilan eden bir şuurun itirafıdır bu.
Bu şuur iradesini kullanabileceğine dair yanıldığı noktada, adeta “terk etmeyi bile terk ederek” kendi faniliğiyle mutlak olana teslim olmuş ve varlığının bilincine, yokluğun idrakiyle varmıştır.
Osmanlı dönemi mezar taşlarında karşılaştığımız ibareler de aslında irademizin dışında kalan ve başımızda dönüp duran kaderi, zaman mefhumunun ötesinden bizlere hatırlatır. Ezelî ve ebedî kutuplar arasında salınarak ağlarını ören kadere sonsuzluğun içinden bakar. Bu Osmanlı dönemi mezar taşlarıyla da sınırlı değildir üstelik, adeta bir geleneğin sürekliliği olarak günümüz mezar taşlarının da serlevhalarında sıkça kullanılan bir ifade, geçmiş, şimdi ve gelecek için şu tespiti yapar: “Hüve’l Bâkî” yani sonsuz olan yaratıcıdır.
Henüz doğmadan önceki yokluğu, dünyaya geldikten sonraki varlığı, bir gün gerçekleşecek olan ölümü, tek bir ibarede toplayıp, sonsuzluğun azametini hatırlatır bize bu ibare. Üstelik Epikuros’un deyişinde “Non cvro” diye vücut bulan umursamazlık ve acziyet, yine sonsuzluğun akıl sır ermez kudreti içinde eriyip gitmiştir çoktan. Artık bir yanılgıdan ibaret olan iradenin ve irade dışında gelişen her şeyin sonsuzluk karşısında bir hükmü yoktur.
Bilinçli olduğu farz edilen, oysa fanilik karşısında elden başka bir şeyin gelmeyeceğinin dolaylı bir itirafı olan bu umursamazlık, hiçliğin nihai noktasına sonsuzluğu kabul ederek erişir.
Yokluk, varlık, fanilik, acziyet ya da Non fvi, fvi, non svm, non cvro, sonsuzluk aynasının içinden yansımasını gördüğümüz kendi hiçliğimizin zamansız tekrarlarından ibaretlerdir ancak.