Kudüs, Hürrem ve biz
Kâni Efendi o sıralar Silistre’de, bir Ulah Beyi olan Alexander’a özel sekreterlik yapmaktadır. Lakin öyle alelade bir sekreter de sanılmasın, beraberinde hatırı sayılır şiirler kaleme almış ve nesirde ustalığını ispatlamış bir ediptir o. Gel zaman git zaman gönlünü oradaki bir Rum dilberine kaptırır bizimki. Hoş, kız da onu sever ama papaz babası, kerimesini bir Müslümana vermemekte kararlıdır. Son çare, Kani Efendi’ye Hıristiyan olmasını teklif eder Rum kızcağız. Bunun üzerine, halen dahi şöhretini koruyan şu deyimleşmiş sözü söyler şairimiz: “Kırk yıllık Kâni, olur mu Yani?”
Zihinlerde “Başlıkla bu hikâyenin ne alakası var?” sualinin yankılandığını işitir gibiyim. Evvela şunu söyleyelim; din yalnızca insanların hayatını şekillendirmez, şehirlerin de dini vardır. Tabii ki Kudüs-i Şerif bunun en bariz örneği. Diğer semavi dinlerden bazı izler taşısa bile gören göze her daim İslam görünür orası. Gel gelelim Kudüs, Selahaddin Eyyubi’nin son verdiği 88 yıllık Haçlı hükümranlığını (1099-1187) saymazsak, Hz. Ömer’in 637’deki fethinden 1917 yılında İngiliz ordusunun kente girişine kadar İslam hâkimiyetinde yaşamış ve ona göre şekil kazanmıştı.[1] (Özellikle son 400 yıllık Osmanlı devresi, hemen tamamen barış ve huzurun hâkim olduğu günlerdi.) 30 yılın ardından İngilizler çekildi, peşinden David Ben-Gurion, bağımsızlık bildirgesini okuyarak İsrail’in kurulduğunu bütün dünyaya duyurdu (1948).[2] Böylelikle Müslüman mahalleler adım adım işgale uğramaya başlıyordu. Nihayetinde bu iş öyle bir boyuta vardı ki, 2017’nin Aralık ayında dönemin ABD Başkanı Donald Trump çıktı ve Kudüs’ü, bahsedilen “devlet”in başkenti olarak tanıdığını açıkladı.
Kararı kimi ülkeler desteklerken, kimi ülkeler ise, Türkiye gibi, gayrihukuki bularak protesto etti. Hâlbuki o kutlu kent, şairlerimizin mısralarını süsleyen yerdi. Yani şuara âşık; Kudüs maşuktu, “Gökte yapılıp yere indirilen şehir”di… Binaenaleyh zikrolunan çıkış, asla kabul edilemezdi. Yukarıda benzer bir misal olarak verdiğimiz deyim ile hikâyesi tam burada devreye giriyor işte, 13 asırlık Müslüman Kudüs, Siyonistlerin başkenti olur mu yani?
Öyle ki bu mukaddes şehir; Emevilerden Abbasilere, Eyyubilerden Osmanlılara birçok ehl-i sünnet devletin misafiri olmuş ve hepsi orayı imar etmiş, hayır-hasenat eserleriyle donatmıştır. Bilhassa Osmanlı’dan kalma eserler bize, o sokakların hiç bilmediğimiz kadar bizden olduğunu haykırır. Nice padişahın, paşaların hatta kadın sultanların isimleri kentin duvarlarında hala can buluyor. Evet, kadın sultanların… Yoksa siz hala Osmanlı’da hanımların dört duvar arasına hapsedildiği yalanına mı inanıyorsunuz?
Gelin öyleyse onlardan birine bakalım ve Hürrem Sultan’ın eli, İstanbul’dan Kudüs’e nasıl uzanmış ve kendisinin orada şu an dahi ne şekilde yaşadığını inceleyelim. Malum dizilerle seyirciye işi gücü entrikacılıkmış gibi tanıtılan Hürrem, hafızalarda devamlı öyle anılır ama nedense kurduğu vakıf, inşa ettirdiği onlarca hayır eseri pek dillendirilmez. Doğru ya, alıştırılmış “Osmanlı kadını” imajı yerle yeksan olacaktır çünkü bu bilinirse. Nitekim mezkûr imaja göre o zamanlar, bir hanımın Payitaht’tan kalkıp Beytülmakdis’te Haseki Sultan İmaretini yaptırması ya imkânsızdır, ya da mucize.
Mevzu bahis eser bugün Kudüs’ün tam kalbinde, El-Wad dağının doğu eteklerinde kalıyor. Tam adı Tekke-i Haseki Sultan’dır. Esasında burası, bir Memlük Melikesi olan Tunşuk Hatun’un daha evvel inşa ettirdiği külliyenin üzerine yapılan ilavelerle meydana getirilmiş. Bünyesinde darü’l-eytam, cami, imaret, elli beş hücreli tekke, han ve hamam gibi bölümler de bulunmaktadır. Doçent Dr. Abdullah Çakmak, hâlihazırda her gün pişmiş aş dağıtımına devam eden aşevi (imaret) kısmının yemek listesini, Arapça aslı Türk İslam Eserleri Müzesinin envanterinde kayıtlı olan[3] vakfiyesinden şöyle aktarmaktadır:
İmarette sabahları pirinç çorbası, akşamları bulgur çorbası olmak üzere iki çeşit çorba pişirilmekteydi. (…) Müslümanlar için Cuma günü, Ramazan ayı ve Aşure gününün ayrı bir önemi olduğundan Osmanlı imaretlerinin genelinde olduğu gibi Kudüs’teki imarette de bu günlerin menüsünde birtakım farklılıklar bulunmaktadır. Cuma sabahları diğer günler akşam yemeği olarak verilen bulgur çorbası verilmektedir. Cuma akşamları ve Ramazan iftarlarında ise taneli pirinç ve zerde yemeği verilmektedir. (…) Aşure günü ise dört kazan dolusu aşure pişirilip dağıtılacaktır. Yemeklerin yanında verilecek olan ve fodula olarak bilinen ekmekten her biri 90 dirhem ağırlığında olacak şekilde her gün 2000 adet yapılacaktır.[4]
Aynı zamanda vakfa 48 kişilik heyetin tahsis edildiğini söyleyen Çakmak, görevlilerin “akıllı, güvenilir, olgun, doğru düşünceli, iyi fikirli, akran, dini bütün, harama el uzatmayan” şeklindeki kriterlere göre seçildiğini yine aynı vakfiyeden hareketle belirtmektedir.[5] Vakfı her sene mali açıdan teftiş edecek bir de nazır atanmıştır vazifelilerin başına. İşleyişin hiçbir surette aksamaması ve istismar edilmemesi için bütün tedbirler alınmıştır anlayacağınız.
Yerel söylentilere göre bundan 10-15 sene önce BAE Devlet Başkanının eşi Ürdün ziyaretleri esnasında Kudüs’e geçerek bahis mevzuu yeri görmek istemiş. Kendisine göstermişler. Müessesenin içler acısı halini fark edince hemen tadil ettirmiş ve her yıl bütün masraflarını karşılayacağını söyleyerek Hürrem Sultan İmaretini yeniden hayra açmış. Tadilatı ve günlük giderleri üstlendiğini ise kimsenin bilmesini istememiş, gizlemiş. Ancak şayialar haricinde bunu doğrulayacak bir kaynağımız henüz mevcut değil. Lakin bildiğimiz bir şey varsa o da 1967 senesinde İsrail’in, zamanında hem Hürrem Sultan’ın hem Kanuni’nin vakfa bağışladığı mülklere[6] el koyduğudur. Binaenaleyh gelir kaynakları yok edilmiştir imaretin. O sebeple külliyenin her organı çalışıyor diyemeyiz. Bir kısmı, şu an Filistinli bir aileye yuva olmuş mesela. Hayra vakfedilmiş odaların ev olarak kullanılması biraz tuhaf görünebilir fakat faydası da yok değil. Kim bilir, orası asli hüviyetinde kalsa belki de İsrail, vakıf malı olduğu bahanesiyle işgale yeltenecekti. Öyle ya, yapmadığı şey değil, işgal her geçen gün artarak devam ediyor. Sözün özü, Hürrem Sultan’ın amel defteri halen açık ve oraya her gün bir yeni sevap yazılmakta. Yalnız Haseki Sultan imaretiyle değil elbette; hamamlar, medreseler, çeşmeleriyle de…
Velhasıl Beytülmakdis’te tarihe ve İsrail’in zorbalıklarına meydan okuyan binlerce eserimizden yalnızca biridir Tekke-i Haseki Sultan. Şimdi o soruyu tekrar sorabiliriz: 13 asırlık Müslüman Kudüs, Siyonistlerin başkenti olur mu yani?
El-cevap: Olmaz
ERAY PAŞAOĞLU
Gerçek Tarih Aralık 2022 sayısında yayınlanmıştır.
[1] Bir aralık Şii Fatımi devletinin boyunduruğu altına girerek mezhep değiştirmiştir.
[2] İlginçtir, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Gurion’un bu bildirgeyi okumasından sonra Türkiye, İsrail’i tanıdığını çabucak ilan edecekti.
[3] Envanter numarası: 2192
[4] Abdullah Çakmak, “Kudüs Haseki Sultan İmaretinin Müslümanlara Yönelik Hizmetleri”, Kudüs (Din – Toplum – Siyaset), ed. Ahmet Türkan, İstanbul, 2020, GRTC Yayın, s. 253.
[5] a.g.e. s.250.
[6] Bağışlanan mülklerle ilgili vazıh bir liste için bkz: Nour Mahmoud Abu Assab, “Haseki Sultan İmarethanesi”, Derin Tarih Kudüs özel sayısı (sayı 10), Kasım 2017, s. 121.