Rasim abinin anlattığı fıkralara gülünmez hikmet aranırdı
Vefat etmeden önceki aylarını evinde ve hastanede geçirdiği için Rasim ağabeyle yüz yüze görüşme imkânımız olmamıştı. Rahatsızlık vermemek için de telefonla görüşmekten de çekiniyordum. Salgın sürecinde de görüşmelerimiz aksamıştı doğal olarak ama salgın öncesinde haftada en az bir kere olmak üzere yüz yüze görüşüyorduk. Vefat haberini İstanbul’da Yedi İklim Dergisinin Meva kafesinde Nurettin Durman, Müstakim Haksal, Şakir Kurtulmuş ve Özcan Ünlü’yle sohbet anında gelen haberle öğrendik ve derin bir sessizlik kapladı ortamı. Cenazesinin Eyüp Caminin bahçesine defnedilmesi konusundaki vasiyetini de orada öğrendik. O yüzden ben Ankara’ya dönüş zamanımı defin sonrasına erteledim. 23 Temmuz 2022 cumartesi günü ikindi namazının ardından kılınan cenaze namazına katılım hayli yoğundu. Rasim Özdenören adını, 1977 yılının şubat ayının ortalarında, Ankara’daki Opera binasının karşısında bulunan MTTB’de yapılan bir sohbet anında duydum. Elinde Mavera dergisinin 3. sayısı bulunan bir arkadaş, derginin içeriğine dair yorumlarda bulunuyordu ve özellikle de Rasim Özdenören adından övgüyle bahsediyordu. Sohbet sonrasında dergi ve kitap satış bölümünde bulunan Mavera dergisinin ilk üç sayısını satın aldığımı ve eve gider gitmez sabaha kadar üç sayıdaki tüm yazıları okuduğumu hatırlıyorum şimdi. Erdem Bayazıt, Akif İnan, Cahit Zarifoğlu ve Osman Sarı isimleri de dikkatimi çekmişti.
İsmet Özel’i daha önceden çok iyi tanıyordum sol gelenekten yeni gelen birisi olduğum için. Ertesi gün (cumartesi) öğlene doğru uyanıp, derginin künyesinde belirtilen Bayındır Sokak 30/C adresteki Akabe Kitap-Yayınevinde soluğu aldım. İçeri girdiğimde, sonradan isimlerini öğrendiğim Rasim Özdenören ve Cahit Zarifoğlu, beş gençle sohbet ediyorlardı. Ben de sessizce bir tabureye oturdum ve konuşulanları dinlemeye koyuldum. Yaklaşık 10 dakika sonra sohbet bitince, Rasim Bey, yumuşak bir üslupla, “seni tanıyalım delikanlı” diyerek, bana baktı. Gazi Matematik bölümünde okuduğumu, edebiyatla, özellikle de şiirle ilgilendiğimi söylediğimi hatırlıyorum. Matematik felsefesi ve şiir poetikası ile ilgili görüşlerini aktardığını hatırlıyorum bir de şimdi. Bana kitap isimleri önerdi, “bunları okuduktan sonra tekrar görüşelim” dedi. Özellikle, Cemal Yıldırım’ın Bilim Felsefesi ve Bilim Tarihi adlı kitaplarını okumamı, dergi ve gazetelerden onu takip etmemi önerdi. Başka kitap ve dergi isimleri de verdi her görüşmemizde. O günden beri mümkün oldukça Rasim abiyle sık görüşmeye gayret ettim ama bir yandan benim öğretmenliğe başlayışım, evliliğim, farklı uğraşılarım; bir yandan onun yazarlık, dergi, kitap işleri, konferanslar ve bürokrasideki yoğunluğu gibi nedenlerle daha seyrek görüşür olduk.
Hece ve Hece Öykü dergilerinin Genel Yayın Yönetmenliği görevini üstlendiğinden itibaren, daha düzenli ve daha sık görüşmeye başladık. Edebiyat ve düşünce alanlarının yanında, onunla üçüncü bir alanımız daha oluşmuştu yıllar içinde: Fıkra alışverişi. Son yıllarda, özellikle salgın sürecinde yüz yüze fıkra alışverişi mümkün olamadı ne yazık ki. Son dönemde yoğun bakıma girmeden önce Whatsapp’tan fıkra gönderiyordum, o da çok ilginç ve çarpıcı yorumlar yapıyordu. Sağlığı iyi olduğu dönemde de telefonla arayıp fıkra anlatıyordum. Haftada en az bir-iki kez görüşüyorduk yüz yüze. Daha selamlaşmadan fıkra alışverişi yapıp, sonrasında hâl ve hatır faslına geçiyorduk çoğu zaman. Bir gün, “İbrahimciğim, sen fıkra anlatıyorsun herkes gülüyor, ben aynı fıkrayı anlatıyorum, kimse gülmediği gibi, herkes hikmetli bir söz söylediğimi sanıp felsefik çıkarımlarda bulunuyorlar” dedi ve devam etti: “Geçen senin şu fıkrayı anlattım yedi-sekiz kişi vardı, bir kişi bile gülmedi, sessizce ellerini çenelerine koyarak sözlerimdeki hikmeti anlamaya çalıştılar.”. (Rasim ağabeyin bahsettiği fıkra şöyle: “Temel yaklaşık bir metre uzunluğunda ağızlıkla sigara içerken İdris görmüş onu ve demiş ki: “Abi, ne kadar uzun bir ağızlık bu, ilk defa böyle uzun ağızlık görüyorum” deyince, Temel de, “Doktorum sigaradan uzak durmamı söyledi.”). “Demek ki dedi biri, ağızlık uzun olunca zararı az oluyor; başka biri bir metre baya bir uzaklık sayılabilir; yine başka bir arkadaş da, Temel bence doktorun sözünü yanlış anlamış,… gibi şeyler söylerken dondum kaldım ben” dedi Rasim ağabey.
Çok ince ve derin bir zekâya sahip olan Rasim ağabey, en ciddi konularda bile espri yapardı. Ama maalesef çoğu dinleyicinin algısında, espri = zekâ ürünü denkleminin çözüm kümesi boş küme olduğundan, Rasim ağabeyin donup kalması çok normal bir reflekstir bence. Edebiyat-düşünce dünyamızda ve özellikle de bende çok özel bir yeri olan Rasim ağabeyin ruhen yok olmadığının, boyut değiştirdiğinin ama fiziken bir daha görüşememenin bilinciyle bir de bu yazı vesilesiyle Allah’tan rahmet diliyorum. Klişeleşmiş bir söz vardır: “Her ölüm erkendir.”. Gerçekten de, insanın sevdiği kişiler nezdinde çok doğru bir sözdür, her ne kadar klişeleşmiş bir söz olsa da. İnsan, neden sevdiği kişiyle daha çok ve daha sık görüşmediği şeklinde bir hayıflanmayı yaşıyor ister istemez. O kişiyle konuşacak ve paylaşacak pek çok konu olduğunun farkına varıyor bu süreçte. Sözün bittiği yeri kabullenemiyor insan doğal olarak.
Zaten ruhen yaşayan Rasim ağabey, yazıları ve kitapları sayesinde fiziken de yaşamaya devam edecektir.
İBRAHİM ERYİĞİT
Gerçek Tarih dergisi Ekim 2022 sayısında yayınlanmıştır