tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Ricâlü’l-gayb’ın yardımıyla kazanılan zafer; 1596 Haçova Sultan III. Mehmed’in dirayetli duruşu

A+
A-

“Küffâr askeri sındı, o canibden hünkar kâfirin ardını alıp kırmak üzeredir, siz niçin kaçarsınız, görün ki ardınızda küffâr askerinden kovar mıdır?”
Savaş esnasında ricâlullahtan biri gelip askeri cesaretlendirmesi.
(Târih-i Feth-i Üngürüs)


Osmanlı İmparatorluğu Avusturya ile 1592 senesinden beri savaş halindeydi. Uzun Savaşlar (1592-1606) diye isimlendirilen bu savaşta birçok irili ufaklı çarpışma ve kale kuşatmaları yaşanmıştı. Zaten savaşın patlak vermesinden evvel Osmanlı-Avusturya hudunda sorunların arkası kesilmiyordu. Saldırılar, akınlar ve yağma hareketleri büyük tahribat meydana getirmişti. Her iki tarafın kayıpları yüksekti. Osmanlı himayesindeki Erdel, Eflak ve Boğdan’da çıkan karışıklıklarda eklenince Veziriâzam Koca Sinan Paşa’nın isteğiyle sefer kararı alındı. Uzun süren Safevi savaşlarına rağmen Osmanlı kısa sürede sefer hazırlıklarını tamamlamıştı.

Sinan Paşa Temmuz 1593’de Macaristan üzerine yürümesiyle savaş resmen başlamış oldu. Savaşın devam ettiği sıralarda III. Murad Han’ın vefatı vuku bulmuş ve 16 Ocak 1595’te yerine oğlu III. Mehmed tahta oturmuştu. Aynı senenin Eylül ayında Osmanlı son derece mühim olan Estergon’u kaybetmişti. Devlet erkânı, yeniçeriler, Veziriâzam Sinan Paşa ve padişahın hocası Sâdeddin Efendi’nin ısrarları ve tesirleriyle padişahın ordunun başında sefere çıkma kararlı alındı.

Veziriâzam Koca Sinan’ın ani vefâtı üzerine Damad İbrahim Paşa sadrazam oldu. Sefer öncesi padişah sıkça hocası Sâdeddin Efendi ile görüşüyor ve kendisinden teşvik edici nasihatler alıyordu. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra III. Mehmed 20 Haziran 1596’da büyük bir merasimle ordusunun başında İstanbul’dan ayrıldı. Kanunî Sultan Süleyman’dan sonra ne oğlu II. Selim, ne torunu III. Murad ordunun başında sefere çıkmışlardı. Dönemin minyatürlerinde bu coşkulu durum çok güzel yansıtılmıştır. (Bakınız. Eğri Fetihnâmesi, Talikizâde).

Eğri’nin fethi

Padişah hedef olarak Viyana’yı ilan etmişti fakat evvelâ son derece müstahkem bir kale olan Eğri’nin fethine karar verildi. Ṣiddetli hücumların yapıldığı kale nihayet 12 Ekim’de teslim oldu. Böylece ilk kalesini fetheden III. Mehmed Gâzi unvanını almaya hak kazandı. Artık kendiside Allah yolunda cihad eden bir mücahid’di.

Eğri’nin düşmesini haber alan Avusturya Arşidükü Maksimilyen ve Osmanlı’ya isyan halinde olan Erdel Voyvodası Sigismund Bathory müttefik ordusu ile Eğri kalesini kurtarmak için yola çıkmışlardı. Büyük bir ordu toplanmıştı. Ordunun içinde Alman, Macar, Hırvat ve daha birçok milletten asker toplanmıştı. Osmanlı ordugâhına düşman ordusunun süratle yaklaşmakta olduğu istihbaratı geldi

Meşveret meclisinde ne yapılması gerektiği görüşüldü ve Osmanlı paşaları vaziyeti araştırmak için öncü kuvvetlerin yollanmasını tavsiye ettiler. Bu sebeple dördüncü vezir Hadım Cafer Paşa 2 bin kişilik bir öncü kuvvetle Haçova mevkiine kadar ilerlemeyi başardı. Burada düşmanın kalabalık ordusunu yerinde gördü ve derhal Osmanlı ordugâhına haber iletti. Kendisine yerinde kalması emredildi ve Rumeli Beylerbeyi Veli Paşa 30 bin askerle Hadım Cafer Paşa’nın yardımına sevk edildi. Rumeli kuvvetlerinin yorgunluk ve isteksiz davranmaları sebebiyle Cafer Paşa elindeki az sayıda kuvvetlerle düşman ordusunun öncü kuvvetleri ile çarpışmak zorunda kaldı. Çarpışmada bir süre başarılı olunmasına rağmen üstün Alman ve Macar kuvvetlerinin savaşa dahil olmasıyla durum değişti. Cafer Paşa geri çekilmek zorunda kaldı ve Osmanlı ordugâhına geri döndü.

Düşman ordusunun çok yakında olduğu artık aşikârdı. Derhal meşveret meclisi toplandı ve durum tekrar görüşüldü. Bazı vezirler padişahın Eğri kalesinin fethi ile yetinip geri dönmesi gerektiğini savundu. Zira erzak azalmış, ve hava şartları değişmekteydi. Ayrıca Osmanlı ordusu mevkii olarak uygun bir yerde değildi ve düşmanın baskın yapma ihtimali vardı, bunun yanı sıra ordu Eğri kuşatması sebebiyle yorgundu. Fakat Sâdeddin Efendi buna karşı çıkarak “..devlet-i aliyyede bir padişah-ı Osmanî bir düşmandan rûgerdân olduğu mesmû değildir” sözleriyle padişahın geri çekilmemesi ve bizzat düşman üzerine gitmesi konusunda görüş bildirdi. Böylece padişah ordunun başında düşman üzerine gidilmesine karar verildi. Hazırlıklar yapıldı ve orduya hareket emri verildi.

24 Ekim’de Osmanlı ordusunun öncü birlikleri müttefik düşman ordusu tarafından görüldü. Ufak çaplı çarpışmalar dışında her iki taraf artık ertesi günü beklemeye başladı. Saflar bağlandı, toplar dizildi..

Haçova meydanı

Sultan III. Mehmed Sancak-ı Şerif ve Hırka-i Saadet’in önünde sipahi oğlanları, ulufeciler ve silahdarlarla birlikte merkezde yerini aldı. Sağ kolda Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa başta olmak üzere Temeşvar ve Bosna Beylerbeyleri yerlerini aldılar. Sol kolda ise Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa ile birlikte Karaman, Sivas, Maraş ve Halep Beylerbeyileri dizildiler. Diyarbekir Beylerbeyi Murad Paşa ve Şam yeniçerileri yedekte tutuldu. Padişahın yanında ayrıca diğer vezirler, hocası Sâdeddin Efendi, önlerinde sıra sıra dizilmiş tüfekli yeniçeriler ve zincirlerle birbirine bağlanmış toplar yerleştirilmişti. Osmanlı ordusunun mevcudu en fazla 80 bindi. Düşman kuvvetlerinin sayısı ise toplamda 70 bin civarındaydı.

Cığalazâde Sinan Paşa akıncı birlikleri ile meydanın ortasındaki kilise harabelerine yerleşti. Çatışmalar kilise etrafında yoğunlaştı ve bir süre karşılıklı top atışları ile yetinildi. Burada düşmanın hafif ve seri atışlı toplarının üstünlüğü dikkat çekicidir. Nitekim daha sonra bu ateş desteğiyle Osmanlı birlikleri kilise harabelerinden geri püskürtüldü. Osmanlı birlikleri çayın birçok geçidinden düşman üzerine saldırılar düzenlemelerine rağmen başarı sağlanamadı. Hatta kilise harabesine yerleştirilen düşman topları oldukça etkili atışlar yapıyordu ve bir iki gülle dahi padişahın yakınına düşmüştü. Meydandaki çay ve bataklık her iki tarafı zorlamış ve taraflar akşam vakti geri çekilmişlerdi. Artık harbin ikinci gününü beklemeye başlamışlardı.

Arşidük Maksimilyen ateş gücüne güvenerek büyük bir saldırı ile Osmanlıyı mağlup etmek istiyordu. Osmanlılar ise kanat saldırıları ile Hristiyan ordusunun topyekûn saldırmasını engellemek istiyordu.

Osmanlı ordusu sabahın erken saatlerinde ilerlemeye başladı ve düşman kuvvetleri tuttukları geçitlerden geri çekildi. Osmanlı öncü birlikleri manevra yaparak düşmanı üzerine çekmek istiyorlardı. Öğlene kadar hareketsiz kalan Hristiyan ordusu aniden 10 bin tüfekli piyade ve 6 bin Alman süvarisi ile hücuma kalktı. Osmanlı öncü kuvvetlerinin ateşli silahları yoktu fakat vur-kaç taktiği ile düşmanın düzenini bozmayı başardılar ve Hristiyan birlikleri ağır kayıplar verdi. Tatar birlikleri bu esnada ganimetleri önce kapmak için düşman ordugâhına hamle yaptı. Yoğun direnişle karşılaşınca geri kaçmaya başladılar ve Osmanlı sağ kolunda bulunan Anadolu ve Karaman birliklerinin saf ve düzenini sarstılar. Neticede bu koldaki birlikler panik halinde merkeze doğru kaçmaya başladılar. Bunu gören Arşidük Maksimilyen zaferden emincesine toplu hücum emri verdi. Osmanlı birlikleri panik halinde geri çekilirken geçidi uzun süre müdafaa eden yeniçeri birliği vardı. Bu birlik sayesinde Osmanlı ordusu bir nebze toparlanma fırsatı bulmuş ve düşmanın seri şekilde ilerlemesi engellenmişti. Yeniçerileri şehid eden düşman artık geçidi aşmış ve Osmanlı ordugâhına yaklaşmıştı. Üç koldan hücuma geçen düşman ordusunu sağ kolda Sinan Paşa karşıladı. Sol kolda ise padişahın otağı dahi tehlikeye girmişti. Buradaki yeniçeriler son derece cesur bir şekilde direnmeye devam ettiler. Düşman ordusu artık sağa sola dağılmış, çadırları yağmalamaya ve hizmetçileri öldürmeye başlamıştı. Osmanlı merkezinde göğüs göğüse çarpışmalar devam ediyordu.

Padişah bu durum karşısında Hoca Sa’deddîn Efendi’ye “şimden sonra ne çare etmek gerek” dedi ve Hoca Sa’deddîn Efendi cevaben “padişahım lazım olan yerinizde sabit ve berkarar olmaktır, cengin hâli budur.. fırsat ve Nusret ehl-i İslâmındar, hatır-ı şerifinizi hoş tutun” dedi. Bunu duyan padişah gözyaşları ile Peygamber Efendimiz’in (sav) hırkasını aldı, atına bindi ve kılıcını çekip “komayın melunları, Allah’ın emri üzere fırsat bizimdir” diyerek askeri cesaretlendiriyor ve dualar ediyordu. Seyyid ve şerifler fetih surelerini okumakla meşguldüler. Manevi hava adeta doruk noktasına ulaşmıştı.

Padişahın bu cesaretine şahit olan hizmetçiler ellerinde ne buldularsa, sopa, tahta, kap, kepçe ile düşman üzerine hücum ettiler. Bu durum karşısında birçok Osmanlı askeri geri dönmüş ve savaşa dahil olmuştu. Bu saldırılarda birçok düşman telef edildi ve düşman ordusu kaçmaya başladı. Peşlerine düşen Osmanlı atlıları birçoğunu öldürmeyi başardı. Neticede düşman meydanda binlerce ölü bırakıp kaçmış ve böylece Osmanlı çok mühim bir zafer kazanmıştı. Ayrıca fazlasıyla ganimet ele geçirildi.

Sonuç

İki gün süren Haçova Savaşını bazı tarihçiler Mohaç’tan daha mühim bir zafer olarak kabul ederler. Muazzam bir zafere rağmen Osmanlı bu savaşta Batı’nın değişen savaş usulüne şahit oldu. Osmanlı, düşmanın hafif topları, tüfekçi süvariler, kalabalık sayılara ulaşan ve ‘contremarsh’ taktiğiyle hücuma kalkan tüfekçi piyade gibi yeniliklere şahit olmuştu. Savaş, Osmanlı içinde artık bazı şeylerin değişmesi gerektiği fikrinin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Nihayet savaş 11 Kasım 1606’da imzalanan “Zitvatorok Antlaşması” ile son buldu.

Uzun savaşların verdiği kayıp ve üzüntüler padişahı çokça yıpratmıştı nitekim Sultan  Mehmed bu antlaşmayı göremeden 20 Aralık 1603’te 37 yaşında vefat etti.

Savaşlar serisini bu yazı ile tamamlamış olduk.

Umarım faydalı olmuştur.

*Ricâlü’l-gayb, Âlemde tasarruf sahibi gizli ve âşikâr velîler topluluğu.

Kaynakça:

– Osmanlı Klasik Çağında Savaş / Feridun M. Emecen

– Savaşın Sultanları / Feridun M. Emecen & Erhan Afyoncu

– Osmanlı Ansiklopedisi / IZ Yayıncılık 

– Kayı serisi / Ahmet Şimşirgil

https://islamansiklopedisi.org.tr/ricalul-gayb

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.