tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Zafer Erginli

Prof. Dr. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü.

Sezai Karakoç gözüyle Mevlânâ-I

25.12.2021
A+
A-

Giriş: Hakkı Teslim Etmek

Türkiye Üstâd’ını kaybetti. 90’lı yıllara kadar Türkiye’de isminin önüne “Üstâd” sıfatıyla hatırlanan nâdir kişilerden biri, belki de biricik şahsiyetti Sezai Karakoç. Son yıllarda pek çok kişi hakkında kullanılan, hatta yerli yersiz bir hitap şekli olarak aşındırılan bu terim Sezai Karakoç ismi önünde kendisine âşinâ olan kulakların yadırgamak şöyle dursun benimsediği bir terimdi. Mevlânâ adını taşıyan başka âlim, ârif ve düşünürler olmasına rağmen bu ismin Celâleddîn Rûmî ile bütünleşmesine benzer biçimde, Türkiye’de yaklaşık son elli yıldır Üstâd terimi de Sezai Karakoç’la özdeşleşmişti.

Üstad Sezai Karakoç Mevlânâ’yı Anadolu’nun dirilişi için bir hareket noktası, onun baş eseri Mesnevî‘yi de bir kurucu metin olarak görmüştü. Bu kabulü sebebiyledir ki, 1968’de Mevlâna Enstitüsü başlıklı bir yazısında “vakit kaybetmeden Edebiyat Fakültesine bağlı bir MEVLÂNA ENSTİTÜSÜ kurma” ve “bir Mesnevî kürsüsünü açma” teklifinde bulunduğunu kitaplarından tespit etmek zor değildir. (Sütun, 49; Mevlâna, 91) Onun bu teklifi 2005 yılından itibaren araştırma merkezi sıfatıyla gerçekleşme yoluna girmiş, merkezin enstitü kimliği ancak 2010 yılında resmîlik kazanabilmiştir.

Sonuçta söylenebilecek temel tespit noktasını en başta ifâde etmek gerekirse bir düşünür olarak Sezai Karakoç’un Mevlânâ’yı akademik bir çalışma konusu gibi ele almasını beklemek doğru olmaz. Hatta onun geçmişi günümüze bağlayan ve oradan da geleceğe uzatma gayreti içinde olan düşünce perspektifini daraltır. Akademisyen reel bir zemine dayanmak ve o zeminde yürümek zorundadır. Ancak düşünürün sadece reel zeminde kalarak geleceğe ışık tutması mümkün değildir. O, reelden hareketle ideale yönelmek durumundadır. Bu çerçevede reelden hareket ederken akademik çalışmalardan yardım alır. Dolayısıyla Sezai Karakoç, her konuyu ele alışında olduğu gibi, Mevlânâ’yı ele alışında da reelden hareket ederek ideale yönelme yolunu izlemiştir. Temel vurgularını bir büyük velînin günümüz için ifâde ettiği anlam üzerinde yoğunlaştırmıştır. Onun bu yaklaşımı şu cümlelerinde Hz. Musa örneği üzerinden açıklığa kavuşturulur (Makamda, 52):

Kur’an-ı Kerim, anlattığı her tarihî vaka gibi Hz. Musa’nın Sina Dağı’na çıkışını da, sadece bir tarihî olay olarak anlatmamıştır. Kutsal Kitap, tarihî vakayı öğretirken, aynı şartlarda ne yapmamız gerektiğini de açıklamaktadır. Bu tarih gerekliği, aynı zamanda bir öğüttür. Bu realite, aynı zamanda bir semboldür.

Sezai Karakoç’un sözü edilen yaklaşımları Mevlânâ’nın tarihteki ve tasavvuf kültüründeki anlaşılış biçimlerine yaslanır. Ancak en az bu olgu kadar gerçek olan bir husus da şudur: Kendisi açık kaynak vermese de reelden hareket ederken yerli ve yabancı akademisyenlerin çalışmalarından hareket etmiştir. O, tarihimizin büyük değerlerinin geleceğimize rehberlik edecek yönlerini özgün bir tarzda öne çıkarma gayreti içindedir. Bu tavrı da tarihi yaşanmakta olan ve geleceğe uzanan bir süreç, hatta bir dem olarak ele alışının (Diriliş Neslinin Amentüsü, 25-26; Makamda, 43) bir yansımasıdır. Zaten onun çapında bir düşünürden başka bir tavır da beklenemezdi.

Kaleme aldığı nesir ve şiir türü eserlerinde Mevlânâ’ya yer ayıran Sezai Karakoç, Diriliş Dergisi’nin 1988-1992 yıllarında çıkan yedinci döneminde (Günaydın, 506) derginin 1988-89 yıllarındaki on beş sayısında yayınladığı Mevlânâ yazılarını Mevlâna adlı eserinde on beş bölüm halinde kitaplaştırmıştır. Eser “Mevlânâ’yı gerçek yüzüyle tanıtan kitap” ve “Büyük şeyhin dergâhına girmek isteyenlere bir kılavuz kitap” olduğu belirtilerek onun Mevlânâ’yla ilgili görüşleri de kısaca tasvir edilir. (Karataş, 414-415, 475-480) Ancak Sezai Karakoç’un düzyazı ve şiirlerinde Mevlânâ’nın yer aldığı başka metinler de vardır.

Bu yazıda Mevlânâ hakkında Sezai Karakoç’un tespit ve yaklaşımları arasında dikkatimizi celb eden noktalar üzerinde yoğunlaştıracağız. Böylece Sezai Karakoç’a göre Mevlânâ kimdir, eserleri ne anlam ifade eder, çağrısının kapsam ve içeriği nedir gibi soruların cevaplarını da onun eserleri içinde arayacağız. Mevlâna kitabını merkeze alarak düzyazı ve şiir kitaplarındaki diğer pasajlarla da destekleyeceğiz. Gerektikçe Mevlânâ’nın eserleriyle Mevlâna üzerine bazı eser ve çalışmalardan da faydalanacağız. Meseleye kısmen tarih, ama daha çok tasavvuf tarihi ve terimleri penceresinden bakacağız. Yazıya başlarken Sezai Karakoç nazarında Mevlânâ’nın günümüz için ifade ettiği anlama az da olsa ışık tutma ve Mevlânâ’ya nasıl bir nazarla bakmanın bize hız kazandıracağı noktasında ulaşılacak bakış açısına mütevâzî bir katkı sunma ümit ve temennîlerimi ifade etmek isterim.

1. Sezai Karakoç’a Göre Mevlânâ Kimdir?

a. Genel Çerçeve: Şahsiyet ve Hüviyet

Mevlânâ’nın çocukluğunda ailesiyle beraber Belh’ten yola çıkarak Anadolu’ya genç bir insan olarak gelmesi, Şam’da medrese eğitimi alması ve Anadolu’ya dönerek medrese hocalığına başlaması Sezai Karakoç’un Mevlâna adlı eserinde muhtemelen bu konuda hazırlanmış çalışmalar ışığında tahlil edilir. Ancak Sezai Karakoç’un asıl vurgusu, Mevlânâ’nın öncelikle Anadolu’nun o dönemdeki perişan durumunun resmi içerisindeki konumu üzerindedir. Ona göre Mevlânâ, batıdan gelen Haçlı, doğudan gelen Moğol saldırıları arasında ezilen toprakların insanına ümit verecek, onu ruhen besleyecek ve ahlâken kemâle erdirecek İslâm âriflerinden biridir. (Mevlâna, 24-25) Yazar burada 13. yüzyıl Anadolu’sunda bir ârifin “çok cepheli” görevini şöyle açıklar (Mevlâna, 19):

Bir yandan medrese eğitimi sürüp gitmeli, yetişenler Anadolu’ya dağılıp sessiz sedasız gelecekteki kurtuluş ve yükselişi, hem de Moğol egemenliği altında hazırlamalı, bir yandan, moğollar idare edilerek zulüm ve baskılan azaltılmalı, mümkünse müslüman olmalarının yolu aranmalı, yoklanmalı, bir yandan Moğollarla doğrudan ilişkili beyler mâneviyatça desteklenmeli, bir yandan da halk, bu aklı aşan felaket ve facia çığırına dayanabilme gücüne ermek için mânen güçlendirilmeli, mânevi silâhlarla silâhlandırılmalı. Görev, böylesine çok cepheli, karmaşık ve güçtür.

Mevlânâ’yı diğer büyük âriflerle mukayese ederek onu duygu dünyasının temsilcisi sıfatıyla Gazâlî ve İbn Arabî’yi tamamlayan halka olduğunu belirtir. Ona göre Gazâlî akıl/fikir, İbn Arabî ruh/ilhâm Mevlânâ da kalb/duygu dünyasının zirve temsilcisidir. Bu üç dünyanın birleşimi İslâm düşünce dünyasının üç ana ayağını oluşturur. Üstelik Mevlânâ bu görevini dış hücumların yıprattığı ve moral bakımdan çökerttiği bir coğrafyada gerçekleştirmek durumunda kalmıştır. Bunları Mevlâna kitabında şöyle okuyoruz (30):

O, aklın, idrakini aşan facialar karşısında sustuğu, ruhun kamaştığı noktada kalbe müracaat etti. Hakikati kalbin saf aynasında buldu ve buldurdu kendine inananlara ve güvenenlere. Arif olmayı önerdi bilgin ve bilge olmanın yanında herkese. Kalb, ruhun duygularımıza açıldığı kapıydı O’nun gözünde. Saf ve temiz gönülden hareket ederek ruha ve düşünceye çıkabilirsiniz. Ruhun sağlamına ve düşüncenin doğrusuna. Kalb, tevazua götürecektir mümini. Tevazu, ahlâkın temeli ve köküdür. Kalb, sevginin yuvası. Tanrı sevgisinin yuvası. Kalb, böylece, ruhun, aklın ve ahlâkın merkez noktası oluyor. Somut bir dünyadasınız kalb dünyasında. İmam-ı Gazalî ve Muhyiddin-i Arabî’nin getirdikleri Mevlâna’nınkiyle birleşince, üç temel öğesiyle İslâm düşünce, duygu ve ilham dünyasının bir bütün halinde idraki ve yorumu mümkün oluyor. İslâm düşünce dünyasının büyük üçgeni ya da sacayağı da diyebilirsiniz bu üç büyüğe. İmânın tehlikeye düştüğü noktalarda beliren ışıklardır bunlar. Kur’an-ı Kerim’in ve Peygamber Efendimizin mucize ışıklarının devam edişi.

Bu noktada şu hususu hatırlamakta fayda var: Yakın zamana kadar salt akıl vurgusuyla çokça yıpratılan düşünce dünyamız, son zamanlarda duyu verileri vurgusuyla yeni sarsıntılara sahne oluyor. Şüphenin gölgesi inancı perdeler hale geliyor. Sezai Karakoç bu üç düşünürün oluşturduğu bütünün kurucu niteliğine vurgu yapmakla mevcut duruma karşı bir reçete de sunmuş oluyor. Ancak göz ardı edilmemesi gereken husus gerek dilimizin dönüşümü ve gerekse kavram dünyamızın güncelleştirilememiş olmasına bağlı olarak bu kurucu metinlerin dilini anlamamız önünde bazı engellerin var olduğudur.

Sezai Karakoç, her ârifin mektuplarında tasavvufî hakikatlerden söz edilmesine karşılık, Mevlânâ’nın mektuplarının tasavvufî hakikatlerden değil, “daha çok şu ve bu hocanın Anadolu’nun bir şehrine tayin edilip gönderilmesi ricası” olduğunu tespit ederken, döneminin sıkıntılı hayatı içerisinde bir kenara çekilmediği, insanların zarar görmemesi için yöneticiler nezdinde girişimlerden geri durmadığı tespitini yapar. (Mevlâna, 19)

Sezai Karakoç tarihî gerçeklere uygun bir tarzda Mevlânâ’nın öncelikle bir medrese hocası kimliğinde yetiştiğini, Anadolu’daki ilk görevinin de bu olduğunu belirtir. Bu noktada öncelikle ilimden hareket ettiğini, daha sonra yolunun Anadolu’daki şartlarda halkın mânen güçlendirilmesine katkı sağlama adına vecde ulaştığını ifade eder. İlmin kural koyucu yönünü de vecdin kural üstü eğilimlerini de tanıma fırsatını bulmuş olan Mevlânâ’nın, irşâdında bu iki yönü birleştirdiğini de vurgular. Bu satırlarda yaptığı derin ve ince tahliller dikkate değerdir. (Mevlâna, 22-23)

Yazar, Mevlânâ’daki değişimin birdenbire olmadığının, esasen hiçbir değişimin birdenbire olamayacağının altını çizer. (Mevlâna, 20) Şiirle alâkalı başlık altında da görüleceği gibi, değişim Hakk’a doğrudur. (Edebiyat Yazıları I, 28) Mevlânâ’nın babasıyla başlayan, Burhâneddin Muhakkik Tirmizî ile devam eden bu arayışın Şems-i Tebrîzî ile farklı bir boyut kazandığı Mevlâna adlı eserde ayrıntılı biçimde anlatılır. Şems ve Mevlânâ’nın bir araya gelişini Doğunun ve Batının “birleşmesi” olarak tavsif eden Sezai Karakoç’un anlatımına göre Mevlânâ’nın gönül dünyası ateşlenmeye hazır bir vaziyettedir: “Şems-i Tebrizî’nin gelişiyle, fünye ateş aldı ve birikip sıkışmış bomba infilâk etti. Maneviyat dünyası, Konya Okulunu kazandı. Doğu ve batı birleşti.” (Mevlâna, 39) Bu cümle, Şems’in katkısıyla Anadolu’da bir irfan okulunun kurulduğunun açık ifadesidir. Ancak kitabın ilerleyen sayfalarında bu okulun Mevlevîlik’le sınırlı olmadığı da vurgulanacaktır.

b. Mürşidliğe Giden Yol: Şems ve Mevlânâ/Mürşid ve Mürîd

Sezai Karakoç Şems ve Mevlânâ arasındaki irtibâta Mevlâna adlı eserinden başka Hızırla Kırk Saat adlı şiir kitabının yirmi beşinci saatinde de yer verir. Mevlâna kitabında konuya şu ifadeyle başlar: “Mevlâna medresesinden at üstünde dönerken soru soran dervişin gönlün çoktandır beklediği, haberci ve yolcu olduğunu anlamıştı.” (Mevlâna, 39) Hâdisenin devamı şiir diliyle şöyle anlatılır (Hızırla Kırk Saat, 62; Gün Doğmadan, 230):

Şems bir soruydu

Bir cevaptı Mevlâna

Benziyorlardı bir arada

Kişinin kendisiyle yaptığı bir konuşmaya

Mevlâna kitabında konuya şöyle devam edilirken kullanılan ifadeler bu şiirsel anlatımın yazıya dökülmüş şeklidir (Mevlâna, 39-40):

Şems-i Tebrizî ile konuşmak, Mevlâna için bir monologdur. Ayniyle Şems-i Tebrizî için de Mevlâna öyledir. İkiz ruhlardır onlar. Büyük yolculukta kader arkadaşı, kader yoldaşıdırlar. Mevlâna ve Şems-i Tebrizî, ayni ruhun iki yüzü. Bir elmanın, bir olmanın iki yarısı.

Sezai Karakoç tahlîlini derinleştirir ve Şems’i “şiddet kutbu“, Mevlânâ’yı ise “yumuşaklık kutbu” olarak vasfeder. (Mevlâna, 49) Zıt yapılara sahip görünseler de insanlar arasında gerçekleşen dostlukların genel karakteristiği Şems ve Mevlânâ dostluğu üzerinden bu şekilde yansıtılmış olur. Konuyu tarihten aktüele taşıyan bu yaklaşım, Şems ve Mevlânâ arasındaki irtibâtın gerçek niteliğini ortaya koyduğu gibi, zaman kayıtlarından bağımsız biçimde dostlukların niteliği üzerinde düşünmemize de katkı sağlar. Bazen zıt karakterli görünen insanların karşılaşmaları ve aralarında güçlü dostluklar oluşması örneklerinde sıklıkla rastlanır. Bu yaklaşımıyla yazar, günümüzde kimi romanlara kadar yansıyan yanlış ve hatta sapkın algılara da yol vermez.

Dostlukların yönü Hakk’a doğru olduğunda, kişinin kendisini bulmasına vesîle olur: “Şems-i Tebrizî’nin gelişi, Mevlâna’nın kendine gelişi, kendi kendini buluşudur.” (Mevlâna, 39) Tasavvufî sülûkün temellerinden birini oluşturan “Kendini bilen Rabbini bilir” hikmetinin ilk adımı olan kendini bilmek aşamasına yapılan bu vurgu son derece mühimdir. Hem bu satırlar hem de devamındaki sayfalar dostluktan mürşidliğe açılan bir kapı olduğunu hissettirir: “Korkulu bir yola başlayan için bir arkadaş gerektir. Bir arkadaş gerektir ki, balta girmemiş sık ormanlarda yol açsın. Şems-i Tebrizî, Mevlâna için böyle bir arkadaş, böyle bir dosttur.” (Mevlâna, 41)

Sûfî eserlerde tasavvuf yolunun zorluklarından söz edilirken de aynı benzetmelere yer verilir. Aynı hakikat Yûnus’ta şöyle dile gelir (Gölpınarlı, Yunus Emre, 377):

Bu yol uzaktır menzili çoktur

Geçidi yoktur derin sular var

Mürşide teslimiyetin, muârızları tarafından olduğu kadar taraftarlarınca da doğru anlaşılmadığı günümüzdeki pek çok örneğini kenarda tutarak ifade etmek gerekirse, Şems’in kendisini irşâdı sırasında Mevlânâ, insanların eleştiri oklarına hedef almayı göze alarak lafızcı mânâda değil, hakîkî mânâda bir teslimiyet içinde olmuştur. Sezai Karakoç bunu şiir diliyle de ifade eder (Hızırla Kırk Saat, 63; Gün Doğmadan, 230):

Muhyiddin’in İbnürrüşd’e dediği gibi

Bir evet bir hayır demedi Mevlâna

Hep evet dedi Şems’e bu konuşmada

Şüphesiz mürşidle mürid arasında sûfîlerce hâl dili olarak adlandırılan sözsüz iletişimin getirdiği gönülden gönle alışverişler de olur. (Mevlâna, 22-23, 41-42) Bu noktada Sezai Karakoç’un tasavvuf terimlerine de hâkim olduğu görülür.

Sezai Karakoç, mürşidin rahatlıkları bozma ve alışkanlıkları kırma niteliğinin Şems’te de görüldüğünü, Şems’in Konya’yı terk etmesinden sonra müridlerin eski alışkanlıklarına dönmesiyle açıklar. (Mevlâna, 42-43) Şems’in ayrılmasıyla müridleri bu defa Mevlânâ’nın aynı yönde irşâd etme gayreti içine girdiğinin de altını çizer. (Mevlâna, 43-44) Resme birkaç adım geriden bakıldığında, Mevlânâ’nın böylelikle irşâda hazırlandığı, bu görevine başlayabilmesi için mürşidin yerini ona bırakması gerektiği gerçeği açığa çıkar. İnsanların değil, tamamen ilâhî takdirin planı olan Şems’in ilk ayrılışının, Mevlânâ’yı irşâda hazırlamak için ilk deneme işlevi gördüğü anlaşılır. Şems’in ikinci ve kesin olarak ortadan kayboluşunda ise, ney sembolü devreye girer, hem ayrılık acısı hem de hakîkî ayrılığın hatırlatıldığı irşâd başlamış olur (Mevlâna, 45):

Ney, şeyhin, giden ruhun, uzaklara giden hocanın yerine bize anlatacak olup bitenin iç yüzünü. Saklanan, gözlerden kaçan sırları açıklayacak. Öyleyse, ey nefsim, ey zihnim, ey gönlüm, ey ruhum dinle. Dinle, bak, ney neler söylüyor, neler anlatıyor. Ayrılıklardan nasıl dövünüp yakınıp duruyor. Ayrılık macerasından bahsediyor. Ve buluşmayı, bir daha ayrılması olmayan buluşmayı böylece apaydınlık ortaya koyuyor. Tamamen kişisel gibi görünen bu yol, gerçekte, kişilerin olduğu gibi, toplumun da yoludur.

Son cümle meselenin sosyal yönüne işaret etmektedir. İnsanlık ayrıldığı DOST’un acısını hissetmeli ve ona ulaşmak için yol aramalıdır. Dünyada yaşanan bazı mahrumiyet ve sıkıntılar, mürid ya da mürşid ayrımı olmaksızın herkese o büyük ayrılığı hatırlatmanın bir yoludur. Bu çerçevede Moğol zulmü altında inleyen Anadolu coğrafyasında Mevlânâ’nın annesini, babasını, hanımını, evlâdını, müridlerini emânet ettiği dostunu/halîfesini ve hatta çok sevdiği mürşidini toprağa vermiş bir insanın sırtlandığı yükle beraber böyle bir irşâda hazırlanması da işin çoğu zaman görmezden gelinen, ancak en can alıcı olan noktasıdır.

Artık toplumu irşâd yükünün ağır sorumluluğu Mevlânâ’yı Şems’ten Mesnevî‘ye doğru sürüklemektedir.

  • BÖLÜMÜN KAYNAKLARI
  • Gölpınarlı, Abdülbaki. Yunus Emre Hayatı ve Bütün Şiirleri. Altın Kitaplar Yayınevi, ts.
  • Günaydın, Yusuf Turan. “Diriliş Dergisinde Yayınlanmış Tasavvufî Çevrimyazılar Bibliyografyası”. Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi V/13 (2004), 501-515. http://ktp2.isam.org.tr/detayilhmklzt.php?navdil=tr&midno=14885625&MakaleAdi2=Dirili%C5%9F&YazarAdiAra=Yusuf%20Turan%20G%C3%BCnayd%C4%B1n
  • Karakoç, Sezai. Diriliş Neslinin Amentüsü. İstanbul: Diriliş Yayınları, 111. Basım, 2021.
  • Karakoç, Sezai. Edebiyat Yazıları I Medeniyetin Rüyası Rüyanın Medeniyeti Şiir. İstanbul: Diriliş Yayınları, 9. Basım, 2019.
  • Karakoç, Sezai. Gün Doğmadan Şiirler. İstanbul: Diriliş Yayınları, 24. Basım, 2018.
  • Karakoç, Sezai. Hızırla Kırk Saat Şiirler III. İstanbul: Diriliş Yayınları, 10. Basım, 2008.
  • Karakoç, Sezai. Makamda. İstanbul: Diriliş Yayınları, 4. Basım, 2005.
  • Karakoç, Sezai. Mevlâna. İstanbul: Diriliş Yayınları, 13. Basım, 2021.
  • Karakoç, Sezai. Sütun Günlük Yazılar II. İstanbul: Diriliş Yayınları, 12. Basım, 2021.
  • Karataş, Turan. Doğu’nun Yedinci Oğlu: Sezai Karakoç. İstanbul: Kaknüs Yayınları, 1998.
Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.