Üstat Rasim Özdenören’i anlamaya çalışmak
Rasim Özdenören’e göre insan yaşamın temel kurucusudur. Çünkü insan hayatı başlı başına bir müessese, kendini tanıma, yeniden doğuş ve diriliştir. Ona göre insan, ontolojik anlamda kendi varoluşsal gereksinimlerini ve gerçekliklerini tanıdıkça «Mutlak Ben» ile gizli, sınırsız ve geçişli bir iletişim ağı oluşturur. Oluşturulan bu ağ, kişinin kendi olma süreçlerini bir oluş ve yok olma birliği olarak görünür kılar. Yazara göre kendi olma süreci, kişinin kendi benliğinin sınırlarını kavramasıyla başlar. Ona göre insanın nefsinin ve kimliğinin sınırlarını kavrama arzusu, kendi nefsini tanımak ve bedenine oturmakla gerçekleşir.
Rasim Özdenören, eserlerinde toplumsal yaşamdaki değişimleri ve bu değişimlerin birey ve toplumda yarattığı çözülme ve parçalanmayı inceledi. Yazara göre modern çağın metalaşmış insanı, yaşamın kutsal işleyişini acımasızca yok ederken, yarattıkları nesnel dünyanın bir parçası olarak orijinal kaderlerini de yok etmektedirler.
Birey dünyaya indiğinden beri bir kuşatma içindedir. İnsanın kuşatılması, etrafındaki varlık ve nesnelerle olan ilişkisi ile ilgilidir. Bu kuşatılmış ortamda kişinin kendi varlığını anlamlandırması ve bunun bilincine varması, insanın kendi manevi sınırlarını da fark etmesini sağlar. İnsanın “Mutlak”ın gücü karşısında varoluşsal problemlerini incelemesi, insanlığın kendisini kaygılar diyarında bir tutsak olarak görmesine neden olur. Bu duruma rağmen yazarın ilk öyküleri de varoluşçuluk çerçevesinde değerlendirilse Rasim Özdenören, öykülerinde genellikle yaşamı ve insanın benlik süreçlerini Tanrı’nın bir tezahürü olarak adlandırdı. İnsanın yalnızlığını din, gelenek ve ahlaki değerlerin özgün anlamıyla eriten yazar, yalnızlığı benlik sürecindeki bir kaygıdan ziyade aydınlanmanın ve kendini tanımanın başlangıcı olarak gördü.
Rasim Özdenören’in öykülerinde benlik sürecindeki yol ve yolculuk doğumu, dirilişi ve başlangıcı ifade eder. Özdenören›in öykülerinde yol, ‘ayıran’ ve ‘birleştirici’ özellikleriyle öykü kahramanlarının kendi içlerindeki içsel yolculuğunu simgeler. Özdenören›in öykülerindeki her sembolik yolculuk bir diriliş, ayrılış, dönüş ve bir imtihanın başlangıcıdır. ‘Ansızın Yola Çıkmak’ adlı eserindeki ‹İçi ve Dışı› adlı hikâyede, kendi değer dünyalarının bilincini kavrayamayan, nereye ait olduklarını ve nereye gittiklerini sorgulamayan kişiler ele alınmaktadır. Bu açıdan bakıldığında yol oldukça meşakkatli ve tehlikelerle doludur.
Özdenören’in öykülerinde, benlik sürecindeki dünyevi yaşam, yol ile sembolize edilirken, benlik bilincini kavramaya çalışan kişi, yolcu kavramı ile sembolize edilir. Bu açıdan dünya, insanların birçok imtihandan geçtiği bir varoluş yeridir. Ancak insanın bu dünya hayatında kendini cahil ve aciz görmesi ve başıboş dolaşması, insanın şuurdan uzaklaşmış olmasından kaynaklanmaktadır.
Rasim Özdenören ve kuşağının diğer yazarları, modernitenin doğuşunun ve gelişiminin görkemli ve büyüleyici yıllarında yazan seleflerinden farklı olarak, modernite deneyiminin tazelendiği bir zaman diliminde fikirler üretmişlerdir. Hatta modernitenin sonunu ilan eden postmodernizmin kritik olanaklarına bile tanık oldular. Daha doğrusu yazdıkları zaman dilimi, post-modernitenin kendini inşa ettiği bir döneme denk geliyor. Ancak Batılı aydın gündemiyle Türkiye gündeminin tam olarak uyumlu olmaması onları anakronik bir durum yaşamaya zorladı. Söz konusu anakronizm, gündemleri zamansız ve bağlamsız ifade etmenin ve bu gündemlerden kendi gündemlerini oluşturmanın zorluğunu beslemiştir.
Rasim Özdenören›e göre, günümüz Müslümanlarının tek kapsayıcı yükümlülüğü İslam›ı doğru anlamak, yani belli bir İslami bilince ulaşmak ve onu kendi yaşamlarında yaşanabilir kılmaktır. Ancak Özdenören, bu yükümlülüğü yerine getirmenin göründüğü kadar kolay olmadığının da farkındaydı. Rasim Özdenören, günümüz Müslümanının bu yükümlülüğü yerine getirebilmesi için saf bir zihniyeti şart koştu. Rasim Özdenören’in ısrarla altını çizdiği Allah’ın rızasını kazanma amacı, dini hayatın içeriğini belirlerken diğer tüm hedeflerden önce ve üstündür. Aslında bu amaç dinin tek amacıdır. Bu nedenle bazı siyasi, sosyal veya kültürel amaçları bu amacın önüne koymak yanlış ve dine aykırıdır.
Özdenören, hikâyelerinde dini değerleri İslam ve tasavvuf estetiği ile bütünleştirerek ele aldı. Böylece hikâyelerdeki kişiler içsel aydınlanmalarını ve ruhsal doğumlarını gerçekleştirirler. “Müslümanın, insana bakış açısı bütünüyle, İslâm uygarlığının kendine özgü değer yargılarıyla özdeşleşir” diyen yazar, beşerî ve İslâm diyalektiğini hayatın her alanında ontolojik bir inşa olarak kabul etmekteydi. Yazara göre kendi iç dinamikleriyle kul olan bir insan, ontolojik sınırlarını İslam medeniyeti ile bütünleştirdikçe aydınlanma sürecini tamamlar. Özdenören, İslam ve insan estetiğini ilk kez ‘Denize Açılan Kapı’ adlı eseriyle metin dünyasına taşıdı. Hikâyede geçen “deniz” ifadesi evrensel bir semboldür. Bu bakımdan hikâyelerdeki deniz sembolü; anne özgürlük, bolluk, derinlik ve yaşam demektir. Hikâyenin adı bolluğa, berekete ve derinliğe ulaşmanın önemini ve mükâfatını ortaya koymaktadır. Yazar, tasavvufi anlamda dirilişi simgeleyen “deniz” tabiriyle, karakterlerin manevi dünyaya ve kendi bilinçaltına dalmasını ima eder. Yazar, deniz sembolünü hayali düzlemde mistik deniz dünyasına eşitler. Çünkü tasavvufa inanan ve bu yolda mükemmel bir insan olmak, denizin derinliklerinde kendini ve ‘iç benliğini’ keşfetmekle eşdeğerdir.
Rasim Özdenören de İslam’ın özgünlüğü konusunda ısrarcıydı. Ona göre, Allah’ın indirdiği tek din olan İslam’ın başka bir dünya görüşü, fikir, ideoloji veya uygulama ile uzlaşmasına gerek yoktu. İslam kendi kendine yeterlidir. Bunun böyle olduğuna inanmak, imanın bir gereğidir. Rasim Özdenören›in bu konudaki dikkati, İslam’ı bazı taviz ve sentezlere zorlama hatasından korumaktadır. Ona göre İslam ne moderniteyle ne de onun çeşitli ideolojik varyasyonlarıyla uzlaşmak zorundadır. Aksine, bu tür yönelimler İslam’ın özgün doğasına zarar vermekten başka bir şey yapmaz. Bu açıdan Özdenören, modern zihniyetten, onun kavramlarından, epistemolojisinden, düşünsel ve ideolojik pratiklerinden uzaktır. Örneğin modernite, ‘bilim ve teknoloji’den olduğu kadar ‘akıl’ algısından da uzaktır. Tüm modern ideolojilerin İslam karşıtı niteliğini vurgularken, demokrasi ile İslam arasındaki mesafeye de dikkat çekti. Ona göre İslam’ın muhtevası deşifre edildiğinde her alanda eşsiz bir sunumla karşılaşılacaktır. Bu sebeple gayrimüslim bir yerden İslam’a geçmekten yana değildir. Önerdiği şey, İslam dışı dünyaya İslam’ın merceğinden nüfuz etmektir. Ona göre bu şartlar altında bir Müslüman için orta yol yoktu. Bu durumlarda orta yol, İslami öğretiden sapma anlamına gelir.
Rasim Özdenören, İslam’a bir düşünce ve felsefe anlayışı olarak bakmanın sakıncalarına dikkat çekti. Oryantalistler, İslam meselelerine herhangi bir çağdaş düşüncenin ilkelerine bakma alışkanlığı ile yaklaşırlar. Ancak İslam’ın hiçbir meselesi modern zaman anlayışıyla anlaşılamaz. Her şeyden önce İslam, hayatın tüm yönlerini kapsayan bir dindir. Konuları, kişisel hayattan sosyal hayata, kısaca devlet yönetimine kadar insanlığın tüm yönlerini kapsar. Özdenören, İslam’a modern zamanların geliştirdiği anlayışlar perspektifinden bakmak yerine, çağa İslam’ın hayata kattığı ölçülerle bakmanın gerekliliğini vurguladı.
Rasim Özdenören, Hıristiyanlıkta olduğu gibi İslam’da da modernleşmeye çalışanlara karşı çıktı. Hıristiyanlıkta kiliseye karşı bir aydınlanma süreci gelişir. Çünkü kilise ve papalık kurumu, düşünmenin ve zihinsel faaliyetin önünde bir engel olarak durmaktadır. Ancak İslam böyle bir tecrübe yaşamamıştır. Avrupa aydınlanmasının etkisi altında bilim, akılcılık ve pozitivizm gibi yeni dogmaların oluştuğunu belirtir. Avrupa uygarlığı, kiliseye karşı akılcılık ve bilim gibi bilimsel önermeler geliştirmektedir. Üretilen bu kavramların mutlak doğru kabul edilmesi düşünülemez.
Özdenören öykülerindeki anlatıcıların çoğu, dini ve toplumsal değerleri geliştirmeye ve sürdürmeye çalışır. Çünkü yazar için dini değerler vazgeçilmez yapıcı ve yapıcı unsurlardır. Allah’ın büyüklüğünün ve O’na olan sevgisinin ifadesi olan tüm eylemler, insanlığı bu dünyada daha anlamlı kılmaktadır. Bu nedenle kıssalardaki müminler kendilerini Allah’ın sevgisine ve büyüklüğüne şehadet eden kullar olarak görürler.
Lütfi Bergen’in deyimiyle Rasim Özdenören Gazalici’dir Özellikle İslam ilim geleneğinin hemen hemen tüm olası sorunları yeterince içerdiği ve çözdüğü yönündeki tutum ve inançla. Ancak felsefeye olan ilgisiyle Gazalici yaklaşımından biraz uzaktır. Tasavvuf görüşündeki olumlu yön, Necip Fazıl’a benzemektedir. Ona göre Tasavvuf, İslam gerçeğini ne eksik ne fazla yaşamaktır. Müslüman olarak düşünmek ve yaşamak onun nihai hedefidir. Kuşkusuz bu amaca yönelik bilincinin şekillenmesinden en çok etkilenen kişi Sezai Karakoç’tur.
Özdenören›in öykülerinde ‘ben’ ile ‘öteki’ arasındaki çatışma, insanın ya da insanlığın sonsuza kadar yaşayacağı ya da yaşamak zorunda kalacağı bir gerçektir. Hikâye karakterleri anlatılarda dünya hayatını sorgularken, bu dünyanın sembolik dayanak noktası olarak görülen kendi beden ve ruhlarını da sorgularlar. Özdenören›in öykülerinde ‘ben’ ve ‘öteki’ diyalektiği, bireyleşme ya da kendini gerçekleştirme mücadelesi düzeyinde işlenir.
Yazar, anlatım ve öykünme tarzını oluştururken Batı dünyasının aşk felsefesinden de etkilenmiştir. Bu etkiyi öykülerinde dolaylı olarak yer yer okura aktarır. Yazar, Platon, Aristoteles, Kafka, Dostoyevski, Nietzsche ve René Guénon gibi yazar ve düşünürlerin görüşlerinden etkilenir. Ayrıca aşkı İslami açıdan yorumlarken ayet ve hadislerden örnekler veren Özdenören, Yunus Emre, Mevlana, Fuzuli, Şeyh Galip ve İbn Arabi gibi düşünür ve sanatçıların aşk felsefesinden derinden etkilenmiştir. İslam sevgisini ve bencil sevgiyi Batı’nın insan odaklı sevgisiyle bütünleştiren yazar, modern insanın sevgi anlayışını ortaya koymaktadır. Şüphesiz geleneksel aşk estetiğinde aşk, Allah’ın insana yarattığı en büyük lütuf ve insan olmanın fark edilebilir bütünüdür.
MUHAMMED IŞIK
DEVAMI GERÇEK TARİH DERGİSİ EKİM 2022 SAYISINDA