Bugünün Suriye’sini anlamak için tarihte bir yolculuk

Halit YILDIRIM/ Şair – Yazar
Bugünkü Suriye:
Hatırlayacağınız gibi geçtiğimiz yılın aralık ayında coğrafyamızda ani gelişmeler yaşanmış, Suriye Milli Ordusu’nun 12 günlük bir mücadelesi ile13 yıldır süren bir iç savaş sona ermişti. Bu da 61 yıldır Suriye’yi inim inim inleten BAAS rejimi de yıkıldığı anlamına geliyordu. Zira insanlığın utanç abidesi katil ve zalim Esed de kan gölüne çevirdiği ülkesini terk edip hamisi olan Rusya’ya sığınmıştı. Tabi ceketini alıp gitmedi. Basına yansıyan haberlere göre Esed Moskova’ya yüz milyonlarca dolar aktardı. Rudaw’ın haberine göre; Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) Direktörü Rami Abdurrahman, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada “Suriye Havayolları’nın 2020 yılı sonlarından 2024 yılı ortalarına kadar Moskova’ya haftada bir uçuş gerçekleştirdiği belirtilen belgeye göre Hava Kuvvetleri İstihbaratının doğrudan gözetimi altında ve son derece gizli bir operasyonla, özellikle Vnukovo Havaalanı’na yapılan her uçuşta, ortalama değeri 20 milyon dolar olan para dolu çantalar taşındı. Moskova’ya kaçırılan bu fonların çoğunlukla Captagon üretimi ve ticaretine yapılan yatırımların sonucu olduğu belirtildi. Bu paralarla Rusya ve Belarus’taçok kıymetli mülkler satın alındığı ve şirketler kurulduğu da iddialar arasında.
Bu gelişmelerden sonra İdlib merkezli Suriye Kurtuluş Hükümeti Başkanı Muhammed el-Beşir televizyondan yaptığı açıklamada, 1 Mart 2025’e kadar Suriye hükümetinin geçici başbakan olarak görevlendirildiğini duyurdu. Şu anda Suriye yönetimi Ahmet Hüseyin El Şara liderliğinde yaraları sarmak ve ülkenin birliğini sağlamak için çalışmaya başladı.
Baas rejimi yıkıldı yıkılmasına ama geride aklın mantığın almayacağı bir vahşet, katliam ve zulüm bıraktı. Dünya kamuoyu ilk defa birer işkencehaneye dönmüş cezaevleri ve birer insan mezbahası olan hastaneleri ile yüzleşti. Bugüne kadar buralarda 1 milyona yakın insan katledilmiş! Ölen insanlar az yer kaplasın diye preslenmiş. Şu ana kadar çoğu yer altında bulunan ve gizli bölmeleri ile adeta bir labirente benzeyen bu hapishanelerden birisi olan Sednaya’dan 300 bin insan serbest bırakıldı. Bu insanların çoğunun dünya ile bir bağlantısı kalmamış. Hâlâ Hafız Esad’ın ve Saddam’ın yaşadığını zannedenler olduğu gibi maalesef aklını kaybeden insanlar da var. Büyük iş makineleri günlerce yeni bölmelere ulaşabilmek için gece gündüz kazı yaptı. Başkent Şam’da ise Harasta Askeri Hastanesi’nde kefenlerinin üzerine mahkûmlara verilen numaralar yazılmış isimsiz cesetler bulundu.
Suriye’deki bu zulmün dolaylı ve açık destekçileri de bir bir gün yüzüne çıkmaya başladı. Esed’in Rusya’ya kaçmasının ardından ilk açıklama açık destekçi olan İran’dan geldi. Basına sızan haberlere göre Esad rejiminin düşmesinin ardından acil toplantıya geçen İran Meclisi’nde yapılan oturum sonrasında Iran Observer’a konuşan İranlı Milletvekili Muhammed Menan Reisi, “Suriye iç savaşında yaklaşık 6 bin şehit verdik, milyarlar harcadık ve ardından Suriye’yi bir hafta içinde aşırılık yanlılarına teslim ettik.” diyerek kendi durumlarını özetledi. İran Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Hüseyin Selami de yaptığı açıklamada Esad rejiminin yıkılmasından sonra Suriye’de İran’ın silahlı varlığının kalmadığını belirtti.
Esed’in dolaylı destekçilerinden birisi de İsrail’miş meğer. İddialara göre, Beşar Esad Suriye’den kaçarken, uçağının İsrail hava sahasında güvenle geçiş yapması ve herhangi bir saldırıya uğramaması karşılığında yalnızca sınırlı kişilerin bilgisine açık olan istihbarat merkezileri silah depoları, füze bataryaları ve savaş uçaklarının yerlerinin de içinde bulunduğu stratejik noktaların adreslerini, koordinatlarını İsrail’e vermiş. Onlar da hemen bu noktalara hava saldırısı düzenlediler. İsrail’in özellikle Suriye İstihbarat Merkezini vurması sanki İsrail-Esed arasındaki gizli anlaşmalara dair belgelerin yok etmek için yaptığı izlenimi veriyor. Ayrıca İsrailli teröristler Golan Tepeleri’nde bulunan Hermon (Şeyh) Dağı’nın Suriye tarafını işgal etmiş durumda ve ilerlemeye devam ediyor.
Son Haberler
Milat Gazetesinde Ahmet Uzun’un 10 Mart tarihli “Suriye’de Kanlı Tuzak: Rejim Kalıntıları, İç Savaş ve İsrail’in Stratejisi” yazısında belirtildiği gibi Suriye’de yaşanan bu tarihi olayın ardından yeni yönetim genel bir af ilan etti ve eski rejim mensuplarının önemli bir kısmı silahlarını bırakarak sivil hayata döndü. Ancak bu affın tehlikeli bir sonuç doğurduğu kısa sürede anlaşıldı. Baas rejiminin sadık isimleri bu affı bir fırsata çevirdi. Önce 28 Şubat’ta “Suriye İslami Direniş Cephesi”nin kurulduğunu duyduk. Aynı gün, “Suriye Sahil Kalkan Tugayı” adlı bir grup, rejim yanlısı eski askerlerden oluştuğunu ve Suriye yönetimine karşı savaşa başladığını ilan etti. Bu milis grupları devrim sonrası affedilen eski rejim mensuplarını bünyelerine kattı ve saldırılarına başladı.[1]
Suriye’de her şey normale dönerken biz de “Terörsüz Türkiye” sloganıyla PKK’nın silah bırakması çağrıları yapılmaya başlandı. Bu da PKK’nın yurt dışı uzantıları arasında bir hareketlenmeye sebep oldu. Zira PKK/YPG gibi diğer yurt dışı kaynaklı yapılar bu çağrıyı kabul etmeyecek bir şekilde tepki göstermeye başlamışlardı.
Tam da bu günlerde devrik Esed rejimi unsurları önce Şam’ın Jaramana bölgesinde, ardından Hama’nın kırsalında Suriye askerlerine yönelik suikastlar gerçekleşti. 6 Mart’ta Lazkiye’nin Ceble ilçesinde mevcut güvenlik birimlerine saldırı düzenlemiş ve 11 güvenlik görevlisi hayatını kaybetti. Benzer saldırılar Tartus gibi sahil şehirlerinde de yaşandı. Devlet binaları ve hastaneler ele geçirildi, en az 100 güvenlik görevlisi hayatını kaybetti.
Bu beklenmedik saldırıların ardından Suriye ordusu da Lazkiye ve Tartus illerine takviye birlikler göndererek bölgede devrik rejim unsurlarının etkisizleştirilmesi için bir operasyon başlattı. PKK/YPG unsurları da hemen harekete geçerek Halep kent merkezindeki Eşrefiyye Mahallesi’ne saldırı düzenlemişler ancak güvenlik kuvvetleri bu saldırıyı başarıyla püskürtmüştü. Bölgenin yeniden ısıtılmasının altında PKK’ya örgütü feshetme çağrısına karşılık ABD, İsrail ve bu doğrultudaki ülkelerin parmağı olduğu ortak kanı… Zira bu ülkelerin istihbarat birimlerinin Suriye’de son günlerde yaşanan olayların yönünü bir mezhep çatışmasına döndürme gayretleri olduğu da gözlerden kaçmıyor.
Dünkü Suriye
Tarihe not düşecek olaylar yaşandığında ülke olarak milli birlik ve beraberlik ile kenetlenip pozisyon almak gerekirken bu olaylar tıpkı bir turnusol kâğıdı gibi akı karayı ortaya çıkarıyor. Kimileri Esed rejimi ardından mateme, yasa büründü. Kimileri de içindeki kini ve öfkeyi kusmak için fırsat kolladılar. Gün yüzüne çıkan Esed ve Baas rejiminin yaptığı katliamlar ve vahşet hakkında tepkilerini dile getiremeyenler baktılar ki Halep kalesi surlarına şanlı Türk bayrağı asılmış hemen “o bayrağın orada ne işi var!” diye böğürdüler. Kimileri de Şam’da okunan ezanlardan, getirilen tekbirlerden ve Emeviye Camiinde kılınan namazdan rahatsız olduklarını ifşa etmekte bir beis görmediler. Ne diyelim sanki bu düşmanlığı kanıksadık gibi… Hatta bugün Halep’te ne işimiz var diye soru sorma cüretinde bulunan balık hafızalılar da cabası…
Bugünün Suriye’sini anlamak için tarihte bir yolculuk yapmak gerekir. Olaya Birinci Dünya Savaşı ile başlamak yeterli sanırım.
Birinci Dünya Savaşı, kitaplarda yazdığı gibi Avusturya Macaristan veliahdı Arşidük Ferdinand’ın 28 Haziran 1914 günü Saraybosna’da Gavrilo Princip adındaki bir Sırp terörist tarafından öldürülmesiyle çıkmadı. Bu olay savaşın sadece bahanesiydi. 20. yüzyılda İngilizlerin başını çektiği Batı uygarlığı genlerinde yıkıcılık, tedhiş ve terör gibi gayri insani hasletlerle muallel olduğu için insanlığın son adası olan Osmanlı’yı Sykes-Picot anlaşması ile parçalayarak elimizdeki petrol kaynaklarına gasp etmek ve bu coğrafyanın haritası üzerinde cetvellerle yeni devletçikler oluşturmaktı. Bu devletçiklerin tam ortasında ise “yurtsuz bir halk için halksız bir yurt” sağlamak adına Yahudilere Filistin’de İsrail adında bir devlet kurulacaktı.
Bu amaçla ülkemiz işgal edildi. O yıllarda bir parçamız olan Suriye’yi Filistin Cephesinde en başta İngilizlerin desteklediği Yahudilerin ihaneti ile Filistin’i ve sonrasında Lawrens’in mihmandarlığında Şerif Hüseyin ihaneti yüzünden Hicaz bölgesini terk ettik. Bölge İngiliz ve Fransızlarca işgal edildi. Özellikle Osmanlı Yıldırım Orduları Grubunun Nablus Meydan Savaşı’nda yenilmesiyle Suriye, Osmanlı hâkimiyetinden ayrılmış oldu.
İşgal günlerinde Osmanlı Mebusan Meclisi 17 Şubat 1920 tarihli toplantısının ikinci oturumunda oy birliğiyle bizi parçalamak isteyen işgalcilere karşı “Mîsâk-ı Millî”yi kabul ve deklare etti. Bu çıkış işgalcilerin başı olan İngilizleri harekete geçirdi ve 16 Mart 1920 günü İstanbul resmen işgal edildi ve Osmanlı Mebusan Meclisi de basılarak ileri gelen mebuslarımız Malta’ya sürüldü. Bu gelişme üzerine padişah mecburen meclisi 11 Nisan’da feshetti ve ardından 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açıldı. Ancak sonradan yaşanan bazı gelişmeler Misakı Millînin gerçekleşmesine engel oldu. Ancak bu haklı davadan vaz geçilmedi, geçilmemeli de…
Misakı Millîye göre 400 yıldır bizim hâkimiyetimizde olan Halep, Musul, Kerkük Anavatanın bir parçası olarak kabul edilmişti. Zira burada yaşayan halkın çoğu Türkmenlerden ve Türkiye’den ayrılmayı asla kabul etmeyen Müslüman Kürtlerden oluşuyordu. Tabi bunlar unutuldu çoktan… Ne acı değil mi?
Misak-ı Milli kâğıt üzerinde bir proje olarak kalamazdı. Osmanlı devlet ricali harekete geçti ve işgallere karşı ilk direnişler Teşkilatı Mahsusa önderliğinde başladı. Bu amaçla Misakı Milli sınırları içinde hemen hemen her merkezde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve bunlara bağlı Kuvayı Milliye teşkilatları kuruldu. Bugün Suriye ve Irak olarak bildiğimiz bu bölgede de Kuvvâ-yı Milliye teşkilatları kuruldu.
Suriye’de kurulan Kuvvâ-yı Millîye teşkilatında Şeyh Kâmil Kassab, Binbaşı Muhiddin Bey, Said Bey Haydar, Dr. Abdurrahman Şehbender gibi önemli Arap milliyetçilerinin yanı sıra Savunma Bakanı Abdülhamid Paşa, Savunma Bakanlığı Müsteşarı Mustafa Nimet Bey, Adliye Bakanı Celal Bey, Eğitim Bakanı Haşim Bey gibi Faysal’ın hükümetinde görev alan kişiler de vardı. Yine Kuvvacı İbni Reşid Aşiretinden Şeyh Süleyman, Hadîdî Aşireti Reisi Şeyh Fâris ve Mevâlî Aşireti Reisi Abdülkerim Paşa, çete reislerinden Müslim Verde ve Mülhem Câsim gibi isimler de…
Dönemin ünlü gazetecilerinden ed-Difa‘ gazetesi sahibi Tevfik Yazıcı, Müfîd gazetesi sahibi Yusuf Bey Haydar, eş-Şa‘ab gazetesi sahibi Abdürrezak el-Esad ve Hedef gazetesi sahibi Abdülhayr Bey ile pek çok ayan ve eşraf da Kuvvâ-yı Millîye teşkilatına girdi…
Bir Türkmen şehri olan Halep ve çevresi her yönüyle Anadolu ile bütünleşmiş ve tabiî olarak Anadolu ile birlikte Millî Mücadeleye katılmıştır. Ve hatta o günlerde ülkemizin güney bölgesindeki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin merkezi Halep şehriydi ve Maraş, Antep, Şam, Beyrut, Hama, Humus, Lazkiye şubeleri de Halep’e bağlıydı.[2]
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin yanında genel merkezi Halep’te bulunan Necât-ı Cemiyet-i Vataniye (Vatan Kurtuluş Cemiyeti) gibi birkaç cemiyet daha vardı. Halep’te faaliyet gösteren başka bir teşkilat da Millî İsyan Partisidir. BMM’ne bağlı olan Millî Halep Partisi ile ortak çalışıyorlardı. Bu partinin üyeleri 9 Eylül 1923’te Fransızlar tarafından yargılanmışlardı.[3]
Bugün Halep’te ne işimiz var diyen balık hafızalılar aynı Halep’in 1948 Aralık ayında ellerine -bugün birilerinin rahatsız oldukları- şanlı Türk bayraklarını alıp sokaklara döküldüklerini ve “Biz Türkiye’ye ilhak olmak istiyoruz!” diye nümayiş yaptıklarını da bilmezler, bilseler de dile getirmek istemezler… Lakin merbut oldukları terör örgütlerinin mitinglerinde kendilerinin fikir babaları olan terörist İsrail paçavralarını sallamalarından da asla rahatsız olmazlar.
Biz bu durumdayken bölge halkına da İngiliz ve Fransızlar “Sizi Osmanlı sömürgesi olmaktan kurtardık!” diyebildi. Ama onlar “Biz aynı dili konuşan, aynı ırktan insanlarız, neden bizim tek bir devletimiz yok da böyle bir sürü devletçiklerimiz var!” diyemediler.
İngilizler savaşın bitimine yakın bu bölgeyi işgal etmiş ve Suriye’de kendi güdümündeki nasyonalist Arapların işbaşında olduğu bir krallık kurmuşlardı. Kendileriyle iş birliği yapan Şerif Hüseyin’in çocuklarından Faysal’a Irak ve Suriye’yi ve Abdullah’a da Ürdün’ü verdiler. Şerif Hüseyin’e de Hicaz (bugünkü Suudi Arabistan) krallığını verdiler. Tabi sözlerinde durmadılar önce Şerif Hüseyin’den Hicaz alındı. (Şerif Hüseyin’in Hicaz krallığı 10 Haziran 1916 – 5 Ekim 1924 tarihleri arasındaydı.) Sonra da Faysal’dan Suriye… (Faysal 8 Mart 1920 – 24 Temmuz 1920 yılları arasında dört ay kadar Suriye Kralı, sonra da 23 Ağustos 1921 – 8 Eylül 1933 tarihleri arasında Irak kralı oldu. Abdullah ise 1 Nisan 1921’de Ürdün kralı oldu ve 25 Mayıs 1946 tarihinde bir suikast neticesinde öldürüldü.) Mart 1920’de sözde bağımsızlığını ilan eden Suriye’nin başına da Kral Faysal’ı atamışlardı.
İşte tam burada Suriye’de sahneye Fransızlar arzı endam ettiler. Duruma sessiz kalmayan Fransa, Nisan 1920 de yapılan San Remo konferansında Suriye’nin Fransız mandasına devrini istedi ve hedefine de ulaştı. Fransızlar 25 Temmuz 1920 de hemen harekete geçerek Suriye’yi işgal etti ve idareye el koydular. İlk iş olarak İngiliz yanlısı Faysal’ın krallığına son verdiler. Bu durum Suriye halkı için tam bir hayal kırıklığı oldu. Onlar tam bağımsızlık beklerlerken önce İngiliz, sonra da Fransız tahakkümü altına girmişlerdi. Bu sukutu hayalin aksülameli, kısa zamanda birbirini takip eden isyanlar halinde kendini gösterdi. Osmanlının bıraktığı otorite boşluğunu çok sayıda isyancı doldurmaya çalışmıştır.
Suriye’de Fransız İzleri
Fransa’nın Suriye üzerindeki emelleri Haçlı seferleri ile başlamıştır. Haçlı seferleri sırasında Fransız şövalyeleri Suriye’de krallıklar kurmuşlardır. Bunu basamak yapan Fransızların bir kısmı I. Dünya Savaşı döneminde dahi Suriye’yi Fransa’nın bir parçası olarak görüyorlardı. Fransa, Suriye’deki Lübnan dağı kıyısındaki Marunîlerle sıkı bir bağ kurmaya çalışmıştır.
Napolyon zamanında da dönemin emperyalizm modasına uyarak kendilerine sömürgeler arayan Fransa gözüne önce; eski gücünü yitiren Osmanlı’nın hâkimiyetinde bulunan Kuzey Afrika’yı ve daha da ileri giderek Suriye’yi gözlerine kestirirler. Özellikle Suriye ile ilgili emellerine ulaşmak için 19. yüzyılda bir dizi projeyi hayata geçirmeye başladılar.
Önce misyonerleri sayesinde Arap basınını da kullanarak Suriye’de, Fransız sempatizanlığı oluşturmayı hedeflediler. 1839’dan itibaren özel okullar açtılar. Fransız okulları yoğun olarak 1860–1885 yılları arasında açılmıştır. Bu durumun sebebi ise hem 19. yüzyılın misyonerler açısından bir rekabet dönemi olması hem de zayıflayan Osmanlı Devleti üzerindeki faaliyetleri artırma çabalarıdır.
Fransızlar tarafından Suriye’de toplam 33 okul açılmıştır. Ancak dikkati çeken en önemli nokta açılan bu okulların tamamının ruhsatsız olmasıdır. 1904 yılı verilerine göre bu Fransız okullarında 3154 öğrenci öğrenim görmüştür. Açılan toplam 33 okulun 17 tanesi kızlara yöneliktir. Bu yüzden Fransızların açtıkları okullarda çok ciddi oranda kız öğrenci vardır, hatta genel olarak baktığımızda kız öğrencilerin sayısı erkek öğrencilerden daha fazladır. Toplam 3154 öğrenciden 2008’i kız, 1146’sı da erkek öğrencidir. Bu sayılardan Fransızların faaliyetleri arasında kızların ne derece önemli olduğunu anlayabiliriz. Belgelerden elde edilen bilgilere göre bu okullarda toplam 70 öğretmen ve 24 rahibe görev yapmaktadır. Öğretmenlerin 35’i bayan 35’i de erkektir.
Fransızlar tarafından en eski okulun ne zaman açıldığı tam olarak bilinmemektedir. Ancak açılış tarihi bilinen en eski okul 1863 tarihinde Şam Sancağı dâhilinde Bekaa kazasına bağlı Tanail köyünde ruhsatsız olarak açılan Ziraat Mektebidir. Okulda sadece erkek öğrenciler eğitim görmektedir. Okulun elli üç öğrencisi vardır. Diğer Fransız okullarında olduğu gibi bu okulda da Müslüman öğrenci bulunmamaktadır.
Fransızlar tarafından açılan en son okul ise 1900 yılında yine Şam Sancağı dâhilinde Nebek kazasına tabi Yeprud köyünde açılmıştır. Kız öğrencilere yönelik olarak açılan okulda 3 muallime ve 230 öğrenci vardır. Okul Suriye’de açılan Fransız okulları içinde en fazla öğrenciye sahip üçüncü okuldur.
Amerikalılarda Suriye’yi boş bırakmadı. 1905 verilerine göre tam 45 okul açıldı Suriye’de… 1866’da Amerikalıların açtığı Suriye Protestan Koleji (Syrian Protestant College) bu okulların en aktiflerinden biriydi.
Bu okullarla Fransa, Suriye’nin en küçük köylerine kadar sokulmuştur. Bunların asıl amacı insanlara hizmet değil, Suriye üzerindeki emellerini gerçekleştirmekti. Bu Fransız okullarına giden Arap öğrencilere Türk düşmanlığı aşılanmıştır. Buralarda fanatik Arap Milliyetçiliğini gençlere aşılayarak Türk düşmanlığını körüklediler. Arkasında da Arap bağımsızlık hareketlerini örgütleyerek onları Osmanlıya karşı isyana teşvik ettiler.
Bu dönemde kurulan birçok edebiyat derneğinin yanı sıra, siyasi alanda faaliyet gösteren resmi ve gayrı resmi onlarca dernek, Arap milliyetçiliği temasını işliyor ve Arapların Osmanlı’dan üstün olduğu düşüncesi yayılıyordu. Bu yüzyılın başında Fransızların Katolikler, Amerikalıların Protestanlar arasında başlattıkları faaliyetler giderek yoğunlaşmıştı
Fransızlar Suriye’de istedikleri gibi at oynatamadı. Zira sürekli bir direniş ile karşılaştılar. Bu kıpırdanmalar neticesinde kendilerine gelen tazyiki azaltmak ve halkı birbirine düşürmek amacıyla Suriye’nin kozmopolit yapısını ele aldılar. Bölgedeki her türlü etnik ve dini ayrılıkları sonuna kadar körükleyip bu guruplar arasında düşmanlığı sonuna kadar körüklediler. Bunları yaparken kendilerine karşı olan tepkileri akla hayale gelmeyen baskı ve şiddet kullanarak bastırdılar. Ordu ve polis teşkilatındaki Müslümanları uzaklaştırarak bunların yerine Ermeni ve diğer yerel Hıristiyanları atadılar. Sonunda Suriye’yi küçük devletçiklere böldüler. Lübnan’da Büyük Lübnan Devleti, Lazkiye çevresinde Aleviler Devleti, Cebel-i Druz’da Dürziler Devleti, Şam ve Halep Devletlerini kurdurdular.
Tüm baskılara rağmen Müslüman Suriye halkı önce 1925 yılı Ekim ayında Cebel-i Druz’da Emir Sultan El Atraş komutasında isyan hareketi başlattı. İsyan kısa zamanda tüm Suriye’ye sıçradı. Fransızlar Dürzi köylerini havadan bombaladılar ve birçok köyü yerle bir ettiler. Son olarak 15 Ocak 1925 de Şam’da çıkan isyanı önlemek için Fransız General Sarril, 18 Ocak’ta şehri havadan bombardımana tutup 1500 kişiyi katlederek bastırdı. İsyan eden köylerde de ekili alanları tahrip ettiler, evleri yakıp yıktılar.
İşkenceler, adam öldürmeler ve ırza geçmeler birbirini kovaladı. 1926 yılında da Guta şehri bombalandı. Ancak bu şekilde 1925 yılında başlayan isyan hareketi 1927’de kontrol altına alınabilse de Suriye’de ki bağımsızlık hareketini tam anlamıyla durduramadılar. Bu tarihten sonra Suriye’de idare Fransız, Ermeni ve Nusayrilerin kontrolünde oldu.
Fransızlar 1928 de Suriye’de bir kurucu Meclis açılmasına izin verdiler. 1936 da ise iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Fransa’ya bağlı olacak şekilde Suriye’nin kısmi bağımsızlığını kabul ettiler. Yapılan seçimde Haşim El Atasi cumhurbaşkanı seçilmişti.
Atasi Fransız hükümetinin yaklaşan II. Dünya Savaşını gerekçe göstererek antlaşmayı onaylamayı reddetmesi üzerine 1939’da istifa etti. Atasi’nin görevinden çekilmesinde, Fransa’nın İskenderun’un Türkiye’ye bırakılması yönündeki kararı da etkili oldu. 1949’da bir yıl süren askeri ayaklanmaların ardından Atasi geçici bir hükümet kurmaya ve Kurucu Meclis seçimlerini düzenlemeye çağrıldı. Aralık 1950’de yeni anayasayı kabul eden Kurucu Meclis tarafından cumhurbaşkanlığına seçildi, ama ertesi yıl bu görevinden istifa etti. 1954’te Edip Çiçekli yönetiminin bir darbeyle devrilmesinden sonra görev süresini tamamlamaya çağrıldı. Ertesi yıl yapılan seçimlerden sonra siyasal etkinliği bırakarak yaşamını Humus’ta sürdürdü.
Suriye’de BAAS Dönemi
Arap milliyetçiliğinin siyasi bir yapılanması olan BAAS yani “DİRİLİŞ” hareketi de ilk olarak 1940 yılında Fransız işgali altındaki Suriye’de, Ortadoks bir Hristiyan olan Mişel Eflak ve Sünni bir Müslüman olan Selahattin Bitar tarafından kuruldu. Mişel Eflak ve Süleyman Bitar Paris’te üniversite okudukları dönem tanışmışlardı. İkili Suriye’ye döndükten sonra aynı okulda öğretmenlik yaparken siyasi çalışmalarına da devam etmişlerdi. İlerleyen dönemde tamamen siyasi alana yönelmek için öğretmenlikten istifa etmişler ancak Fransız Manda Yönetimi parti kurmalarına izin vermeyince birlikte 1940 yılında Arap İhya Hareketi’ni kurdular. [4]
Hareket daha sonra Baas (Diriliş) Partisi adıyla 7 Nisan 1947’de Mişel Eflak, Selahaddin el-Bitar ve Zeki el-Arsuzi’nin öncülüğünde Şam’da kuruldu.[5] 1947’de Şam’da yapılan ilk kurucu kongrede Mişel Eflak parti başkanı olarak seçilmiştir. Partinin ana sloganı “birlik, özgürlük ve sosyalizm” olmuştur.
Baas Partisi 1952 yılında Ekrem Havrani’nin Arap Sosyalist Partisi ile birleşerek “Hizb el-Ba’ath el-Arabi el-İştiraki” yani “Arap Sosyalist Diriliş” Partisi adını aldı. Bu birleşme, Suriye siyasetinde önemli bir güç merkezi oluşturdu ve 1954’te Suriye’de demokrasiye geçildiğinde, parti 142 sandalyeli parlamentoda 22 sandalye kazanarak ikinci büyük parti oldu.[6]
Baas düşüncesi “Hürriyet, Arap milliyetçiliği ve Sosyalizm” gibi üç kavramı partinin temel ideoloji olarak benimsemiştir. Misyonuna baktığımızda Pan Arabizm’i yani Arap dünyasını bir çatı altında toplayan, tek bir Arap devleti kurarak emperyalizm ve Siyonizm’den bu şekilde kurtulmayı hedefleyen bir oluşum olarak görülmektedir. Dönemin yoksul ve sömürülen Arap milletlerinin önüne bir ülkü, bir hedef koymak açısından oldukça büyük öneme sahiptir. Hareket, Pan Arabizm görüşü sebebiyle daha geniş bir coğrafyaya hitap ettiği için diğer Arap ülkelerde de kolaylıkla örgütlenmiştir. Ayrıca kurulurken temel aldığı sosyalist düşünce gibi dini tamamen reddetmemiş ancak şeriata dayalı bir rejim istekleri de olmamıştır. Baasçılar İslamiyet’i ilahi bir din olarak değil; Arap kültürünün tarihi ve kültürel bir mirası olarak kabul etmişlerdir.[7]
Baas ideolojisi “Arapların aydınlanmasını” ve kültürlerinin, değerlerinin ve toplumlarının rönesansını savunmaktadır. Aynı zamanda tek partili devletlerin kurulmasını savunur ve siyasi çoğulculuğu reddeder – Baas Partisi teorik olarak “aydınlanmış” bir Arap toplumu geliştirmek için belirsiz bir süre kullanır. Baasçılık sekülerizm, Arap milliyetçiliği, pan Arabizm ve Arap sosyalizmi ilkelerine dayanmaktadır. Marksistler gibi Baasçılar da dini, geleneksel elitler tarafından toplumun zayıf kesimlerini ezmek ve muhafazakâr toplumsal düzenlerini pekiştirmek için kullanılan bir araç olarak görür.[8]
Partinin Arap milliyetçiliği söylemi ayrıca Arap dünyasının sömürgecilik sonrası dönemde birleşmesi ve modernleşmesi gerektiğini savunuyordu. Bu söylemler diğer Arap ülkelerinde yankısını bulacak ve 1 Şubat 1958’de Suriye ile Mısır’ın birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC) adında tek devlet olmasını sağlayacaktı. Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin yeni cumhurbaşkanı ilan edildi.
Aynı tarihlerde Irak’ta da 14 Temmuz 1958 tarihinde Tuğgeneral Abdülkerim Kasım ve Albay Abdüsselam Arif liderliğindeki bir grup Iraklı Hür Subay bu fırsattan istifade ederek Bağdat’a yürüyerek Kral II. Faysal’ı devirerek Haşimi liderliğindeki Irak Krallığı’nın yıkılmasını gerçekleştirdi. Kasım yeni cumhuriyetin ilk başbakanı oldu.
Nasır, 400’ü Mısır’dan, 200’ü Suriye’den olmak üzere 600 üyeli bir Ulusal Meclis ilan eden ve Baas dâhil tüm siyasi partilerin dağıtılmasını öngören yeni bir geçici anayasa oluşturdu. Nasır eski Baas Partisi üyelerinin önemli siyasi pozisyonlara gelmesine izin verse de bu kişiler hiçbir zaman hükûmette Mısırlı yetkililer kadar yüksek mevkilere ulaşamadılar. Nasır, 1959-60 kış ve bahar aylarında önde gelen Suriyelileri yavaş yavaş nüfuzlu pozisyonlardan uzaklaştırdı.
Sonuçta Suriye’de Mısır ile birleşmeye karşı muhalefet arttı. Birçok Suriyelinin hayal ettiği gibi iki Arap halkından oluşan bir federasyon yerine, BAC tamamen Mısırlıların egemen olduğu bir devlete dönüştü. Nasır’ın Suriye’deki tüm siyasi partilerin dağıtılmasını istemesi nedeniyle Suriye’deki siyasi yaşam da azaldı. Bu süreçte, güçlü bir şekilde merkezileşmiş Mısır devleti, Nasır’ın sosyalist siyasi ve ekonomik sistemini zayıf Suriye’ye dayatarak, Suriye iş ve ordu çevrelerinde 28 Eylül 1961 Suriye Darbesi ve BAC’nin sonu ile sonuçlanan bir tepki yarattı.
Baas hızla Arap dünyasına yayıldı. Irak, Yemen, Ürdün, Lübnan ve Libya’da şubeler açıldı. 1963’ten itibaren Suriye’de, 1968’den 2003’e kadar da Irak’ta mutlak kontrolü ele geçirdi. Ancak iki ülkedeki Baas partileri arasında ideolojik ve siyasi farklılıklar zamanla belirginleşti. Kurucu lider Mişel Eflak, İslam’ı Arap tarihini ve toplumunu şekillendiren özel bir din olarak görüyor, pan-Arabizmin İslami değerlerle birleştirilmesini savunuyordu. Ancak Aleviler gibi azınlık topluluklarından gelen genç Neo-Baasçılar, komünist ideallerden etkilenerek daha seküler ve Marksist bir çizgi benimsedi.[9]
Muhammed Ümran, Salah Cedid, Hafız Esad, Ahmed el-Mir ve Abdul Kerim el-Cundi’den oluşan askeri komitenin 8 Mart 1963’te gerçekleştirdiği askeri darbe ile Suriye’de Baas Partisi resmen yönetime geçmiş oldu.
Irak’ta ise 1958 yılında darbeyle monarşiyi bitiren Marksist düşüncelere sahip ve Baas fikrini benimsemeyen General Abdülkerim Kasım’a Suriye Baas darbesinden bir ay önce aralarında Saddam Hüseyin’in de bulunduğu Irak’ın Baas kolu tarafından Şubat 1963’te darbe yapıldı. CIA tarafından desteklenen darbeden sonra Abdülkerim Kasım yargılandı ve öldürüldü. Darbeden sonra, 8-10 Kasım tarihleri arasında yaşanan çatışmalarda binlerce kişi yaşamını yitirdi. Bu şekilde 1963 yılında Baas Partisi’nin askeri kolu hem Suriye’de hem Irak’ta iktidara gelmiştir. [10]
Suriye’deki Baas Askeri Komitesi, Eflak’ın öngördüğü ılımlı sosyal ve ekonomik politikaları reddetmişti. Komite, Eflak’ın yaşlı ve yetersiz olduğuna inanarak, liderliği onun elinden almak için çalışmalara başladı. 1965 yılında yapılan kongreyi Eflak kaybetti ve yerine Munif Rezzaz seçildi.[11]
1966 yılında gerçekleşen ikinci darbe ile partinin geleneksel liderlerinden Mişel Eflak ve Selahaddin el-Bitar’ı tasfiye edildi ve Salah Cedid liderliğindeki radikal sol kanadı iktidara geldi.[12] Eflak ve destekçileri gözaltına alındı buna rağmen Eflak ordu içindeki bazı güvenilir arkadaşlarının yardımıyla önce Beyrut’a kaçtı. Bir süre sonra da Beyrut’tan Brezilya’ya gitti.
Suriye’de Hafız Esad ve Salah Cedid’in yaptığı darbeden sonra Baas Partisi Irak ve Suriye Baas Partileri adıyla ikiye ayrıldı. Eflak’ın düşüşünden sonra Suriye Baas Partisinin liderliğine Salah Cedid getirildi, hareketin rehberinin Zeki Arsuzi olduğu kabul edilip, Eflak ve Bitar tamamen tasfiye edildi.[13]
Neo-Baasçılık, dini “gericiliğin en önemli sembolü” olarak görüyor ve sağlıklı, seküler bir toplumu sürdürmek için dini faaliyetler üzerinde sıkı devlet denetimini savunuyordu. Salah Cedid’in iktidarı döneminde Baas, kendini güçlü bir anti-dini siyasi varlık olarak konumlandırdı ve geleneksel ulemanın devlet işleyişindeki rolü kısıtlandı.[14]
Hafız Esad Dönemi
İsrail ile yapılan 6 Gün Savaşındaki yenilgi ve Kara Eylül Örgütü mensuplarının bazılarının Suriye’ye kabul edilmesi Salah Cedid ile Hafız Esad’ın arasının açılmasına neden oldu. 13 Kasım 1970 yılında Hafız Esad Salah Cedid’e karşı darbe yapıp liderlik koltuğuna oturdu.[15]
13 Kasım 1970’te General Hafız Esad tarafından gerçekleştirilen ve “Onarım Hareketi” olarak adlandırılan bu darbe ile Baas Partisi’nin ideolojisinde radikal bir dönüşüm yaşandı. Esad, ordunun parti üzerindeki kontrolünü artırdı. Salah Cedid tutuklanarak Şam’daki Mezzeh hapishanesine atıldı ve ömrünün sonuna kadar burada kaldı. [16]
Hafız Esad ülkenin tek hâkimi olunca Eflak’ın gıyabında idam kararı verdi. Bu karardan sonra Mişel Eflak Suriye üzerindeki tüm etkisini kaybetti. Fakat Irak Baas yönetimi Mişel Eflak’ı Irak’a davet etti ve ona vatandaşlık hakkı verip Baas partisinin başına geçirdi.[17]
Hafız Esad ile Pan-Arap ideolojisi neredeyse tamamen terk edildi ve sosyalist dönüşüme öncelik verildi. Parti, Sovyet Bloku’na sıkı sıkıya bağlandı ve Ulusal İlerici Cephe çatısı altında Marksist-Leninist partilerle ittifak kurdu. Anayasa sadece Müslümanların cumhurbaşkanı olmasına izin verdiği için, Esad, Cedid’in aksine kamuoyuna kendisini dindar bir Müslüman olarak sundu. Eğitimli Müslüman sınıf olan ulemanın desteğini almak için Nusayri olmasına rağmen Sünni camilerinde namaz kıldı. Sünni çoğunluğu tatmin etmek için az bilinen bir Sünni öğretmen olan Ahmed el-Hatib’i Devlet Başkanı olarak atadı. Esad 1970 yılında hacca da gitti.[18]
Ancak tüm bunlar göstermelik politik adımlardı. Hafız Esad’ın 30 yıllık askeri yönetimi, Suriye’yi hanedanlık diktatörlüğüne dönüştürdü. Yeni siyasi düzende Esad’ın çevresindeki azınlık; orduyu, güvenlik güçlerini ve istihbarat teşkilatını kontrol ediyordu. Sünniler, Dürziler ve İsmaililer sistematik olarak ordudan ve Baas Partisi’nden uzaklaştırıldı.
Hafız Esad 2-28 Şubat 1982 tarihleri arasında Hama’da gerçekleştirdiği katliamla anılmaktadır. Bu katliamda Suriye İnsan Hakları Ağının (SNHR) raporuna göre, Hama il merkezinde en az 30 bin sivil can verirken alıkonan en az 17 bin sivilden haber alınamadı. Rejim güçlerinin havadan ve karadan düzenlediği saldırılar ve bombalamalarda El-Asida, Es Sehhane, El-Kilayniyye, Ez Zenbak, El-Hayriyya ve El Başuriyye gibi semtler yoğun olarak hedef alınırken kent merkezinin yaklaşık üçte biri yerle bir oldu. Katliamda 88 cami, 3 kilise ve çok sayıda tarihi eser de tahrip edildi.[19]
Beşşar Esed Dönemi ve Sonun Başlangıcı
Hafız Esad’ın 10 Haziran 2000’deki ölümünün ardından Suriye Anayasası değiştirildi. Cumhurbaşkanlığı için minimum yaş şartı 40’tan Beşar’ın o zamanki yaşı olan 34’e indirildi. Tek aday olarak girdiği seçimlerde yüzde 97,29 oyla cumhurbaşkanı seçildi. Suriye Silahlı Kuvvetleri başkomutanı ve Baas Partisi bölgesel genel sekreteri olarak göreve başladı.[20]
Mart 2011’de yönetimine karşı protestolar patlak verdiğinde, Esad bunları bastırmak için bir zamanlar babası tarafından kullanılan sert taktiklere başvurdu. Ayaklanma tam bir iç savaşa dönüşürken, müttefikleri İran ve Rusya’nın desteğiyle muhaliflerin kontrolündeki şehirleri bombalamak için ordusuna güvendi.[21]
Suriye’deki savaş yaklaşık 500.000 kişinin hayatına mal oldu ve ülkenin savaş öncesi 23 milyonluk nüfusunun yarısını evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Sonuç:
Bugün artık Suriye Baasçılardan kurtuldu. Ülkenin büyük bir bölümü Suriye Milli Ordusunun hâkimiyetine geçti. Ancak bölgedeki İsrail ve ABD güdümündeki PKK/YPG güçleri henüz bu bölgeyi terk etmiyor. Türkiye ise bölgeyi terörden temizlemek adına gerekirse askerî harekât düzenleyeceğini açıkladı.
İbrahim Karagül, 7 Ocak 2025 tarihli Yeni Şafak Gazetesinde konuyla ilgili şu uyarılarda bulunmuştu.
“Eğer; Fırat’ın doğusu temizlenemezse ve bunun için hızlı hareket edilmezse, bütün bölge bir önceki istikrarsızlık dönemine geri dönecektir. Her şey kaldığı yerden devam edecek, Suriye parçalara ayrılacak, bu parçalanma bu sefer Irak’ı da tamamen bölecek, Türkiye için ana cephe açılmış olacaktır. Türkiye; Fırat’ın doğusunu temizlemez, Suriye toprak bütünlüğü de sağlanamazsa, coğrafyadaki bütün kazanımlarının bir anda elinden gittiğine tanık olabilir. Eğer Şam’daki zafer tamamlanamazsa, onlara bu fırsat yeniden verilmiş olacak, zaaf ve parçalanma haritaları adım adım genişletilecektir.
Bu, sandığımızdan çok çok kolaydır. Dürzilerden Nusayrilere kadar mezhep kimlikleri, Avrupa ve ABD’nin de desteğiyle masaya sürülecek, bu bölgeler hareketlendirilecektir. Böylece Suriye’nin “fiili bölünme” haritası belirginleşmiş olacaktır.
Çok daha vahim bir şey söyleyeyim: Fırat’ın doğusunu kurtarmak için, PKK-YPG’ye alan açmak için, nefes aldırmak için İsrail Şam’ı işgal edebilir. Bunu İsrail’e yaptırabilirler. Suriye toprak bütünlüğünün tamamlanmaması, PKK/YPG’nin Fırat’ın doğusunda bir güç olarak kalması için olağanüstü şeyler yapabilir.”[22]
Tam da bu uyarılardan iki ay sonra yaşanan son hadiseler Suriye başta olmak üzere bölgede istikrarsızlığın devam edeceğinin sinyallini verdi. Zira bölgede istikrar demek Trump sonrasında belirgin bir şekilde moral bulan İsrail’in hedeflerine ulaşmasının imkansızlaşması demektir.
Mustafa Uzun’un bu konudaki şu tespitleri gayet yerindedir.
“İsrail’in bölgedeki istikrarsızlığı sürdürme politikası bu tür iç çatışmaları beslemektedir. İsrail için en büyük tehdit güçlü ve istikrarlı bir Suriye’dir. Bu yüzden, ülkede sürekli olarak kaosun hâkim olması, mezhepsel ayrışmaların derinleşmesi ve Suriye’nin bir iç savaş bataklığına saplanması İsrail’in çıkarlarına hizmet etmektedir. İsrail, geçmişte de benzer taktikler izlemiştir. Lübnan’da mezhepsel çatışmaları körükleyerek, Filistin’de ise bölünmeleri derinleştirerek bölgedeki direniş hareketlerini zayıflatmaya çalışmıştır. Bugün Suriye’de yaşanan iç karışıklıklar da İsrail’in uzun vadeli stratejisinin bir parçasıdır. Öyle ki, İsrail’in bu milis gruplara dolaylı ya da doğrudan destek verdiğine dair çeşitli istihbarat raporları bulunmaktadır.”[23]
Bölgede istikrar için öncelikle bölge terörden temizlenmelidir. Bölge terörden temizlenirse İsrail’in işlediği zulüm ve katliamlar durdurulacaktır.
Yazımızı yine İbrahim Karagül’ün konu hakkında 11 Mart 2025 tarihli Yeni Şafak Gazetesinde yazdığı yazıdan bir bölümle noktalayalım.
“Şu an en acil konu, Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak ve bu ülkeyi korumak. Suriye Ortadoğu’nun düğüm noktasıdır. Bu düğüm bir kez çözüldü, 14 yıl kanlı bir savaş ve korkunç insani kıyımlar yaşandı. Şimdi yeniden düğümleniyor. İsrail’in, ABD’nin, İran’ın bu düğümü tekrar bozmasına izin verilemez. İşte tam burada olağanüstü kararlar ihtiyaçtır. Fırat’ın doğusunda PKK varlığı ortadan kaldırılmazsa Suriye’yi toparlamak mümkün olmayacak. Suriye toparlanamazsa İsrail’i durdurmak mümkün olmayacak. Yani Türkiye; “PKK’yı vur, Suriye’yi kurtar. Suriye’yi kurtar, İsrail’i vur” çizgisindedir!”[24]
Kaynakça:
[1] Ahmet Uzun, Suriye’de Kanlı Tuzak: Rejim Kalıntıları, İç Savaş ve İsrail’in Stratejisi, Milat Gazetesi, 10 Mart 2025
[2] Osmanlı Belgelerinde HALEP, s.29, Türkiye Belediyeler Birliği Yayını, İstanbul, 2018
[3] Osmanlı Belgelerinde HALEP, s.29
[4] İklima Nur ENES, Suriye Devletinin Kuruluşu ve Baas İktidarı, https://www.divandernegi.com.tr/
[5] https://medyascope.tv/2024/12/08/baasciligin-sonu-mu-suriye-arap-sosyalist-baas-partisi-nedir/
[6] https://medyascope.tv
[7] Enes, agm.
[8] https://tr.wikipedia.org
[9] https://medyascope.tv
[10] Abil GÜNDOĞDU, Ortadoğu’da Arap Sosyalizmi ve Mişel Eflak, Alınteri Sosyal Bilimler Dergisi (2020) 4(1): 13-26
[11] Gündoğdu, agm.
[12] https://medyascope.tv
[13] Gündoğdu, agm.
[14] https://medyascope.tv
[15] Gündoğdu, agm.
[16] https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCzeltici_Hareket_(Suriye)
[17] Gündoğdu, agm.
[18] https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCzeltici_Hareket_(Suriye)
[19] https://www.aa.com.tr/tr
[20] https://medyascope.tv/2024/12/08/besar-esad-kimdir/
[21] https://tr.euronews.com/
[22] İbrahim Karagül, “İsrail PKK/YPG’yi “kurtarmak” için Şam’a saldırabilir…” Yeni Şafak Gazetesi, 7 Ocak 2025
[23] Uzun, agm.
[24] İbrahim Karagül, “PKK’yı vur, Suriye’yi kurtar…”, Yeni Şafak Gazetesi, 11 Mart 2025