Hayatın dramı: Hayalle gerçek arasında
Uyuyoruz ve uyanıyoruz ya da hiç uyanmıyoruz. Şöyle bir bakalım etrafımıza, gerçeğin içinde miyiz? Hayalin içinde mi? Yaşıyor muyuz? Sorularla düşünmek, bence en zevkli ve gerçekçi olanıdır. Sorular gerçeği daha çok hissettiriyor. Peki, gerçek nedir?
Kafka’nın bir sözü aklıma geldi. (Hangi kitabında okuduğumu hatırlamıyorum. Belki tam cümleyi yazamam.) Kafka ‘’ Uyumamak, soru sormak demektir’’ diyor. Sorular zihnimizi işgal etmezse beynimiz simülasyona geçiyor. Kafka, ne güzel ifade etmiş, soru sormanın uyandırıcı ve rahatsız edici yönünü. Belki de rahatlık bizi uyutuyordur. ‘’Rahatsız olmuyorum ki’’ söylemini diyenleri duyar gibiyim. Yaşamadığın için rahatsız olmuyorsun ve bunun farkında değilsin. Yaşayan insan rahatsız olan ve rahatsız edendir.
Hayatın dramı, hayal içinde yaşama zannıdır. Gerçekten uzak ve gerçeği tanımadan yaşamak, hayal perdesinde oynanan oyunu izleyen figüran yapıyor bizi. Yanı yoksun! Varlığını gizlemek için kaçıyorsun seni var edecek şeylerden. Kaçışta insan; kendinden kaçışta. Kendinden yine kendine kaçış…
Kafka’nın dönüşümü bizde bir dönüşüm yaratmalı. Dönüşmeli; dönmeli ve dönüşle öze ulaşmalı. Varlık var oluşu istemesi için Var’a dönmeye susamalı. İnsanoğlu 19. Yüzyılla birlikte keskin bir viraja girdi. Kendinden, gerçekten kaçarak hayale sığındı. Bir aldatmaca içinde gerçeğe kapadık gözlerimizi. Zihnimiz kelimelerden kaçıyor. Başkalarının kavramlarıyla yaşıyoruz. Buna yaşamak diyoruz. Hayalle gerçek arasında, Arafta kendimize dünya kurmaya çalışıyoruz. Bu dünya da kendimize yer bulamadık mı? Bulmak istemedik mi? Kendi dünyamızı kuramadık mı? Eğer kendi dünyamızı kuramıyorsak daha çok gerçeğe batmalıyız. Tüm vücudumuzu gerçekle sıvamalıyız. İşte gerçeğe doymak bizi canlı tutacak şeydir.
Bizim gerçeğimiz! Yeniden iman etmek olmalı. İmanımızı gözden geçirmeliyiz. Çağımızın yaşayan, büyük düşünürlerinden Yusuf Kaplan’ın ‘’ Müslümanlar, yoklar aslında; sadece başkalarının yaptığı tarihte sürükleniyoruz.’’ Sözü sürüklenişimize vurgu yapmaktadır. Müslümanların hayal perdesinde yaşaması tarihte sürüklenmesi demektir. Gerçeğe susamadık mı? Gaflet halinden çıkamıyoruz. Kaçtıkça başkalaşıyoruz. Kimliksizce dolaşıyoruz ve bunun farkında değiliz.
Zihnimiz sorularla rahatsız olmamak için zincirler vurulmuş. Kendimizin cellâdıyız! En büyük hareket farkına varmaktır. Güneşin ışıkları gözümüzü kamaştırıp bizi ışıkla kör etmemeli. Bu ışıltıyla savaşa bilmeliyiz. Kendimiz olarak ve kendimiz kalarak bunu başarabiliriz. Üstümüze yapışan aşağılık kompleksinden kurtulmaya gayret göstermeliyiz. Bunun için ilk yapmamız gereken, taşıdığımız inancın eşsizliğini benimsemek ve sahiplenmek. Son bir yılda Gazze’de yaşananlar, işin ciddiyetini gözler önüne seriyor. Söz dinlemeyen şımarık terör devleti İsrail, Lübnan’ı da bombalıyor. Beyrut, tarihin kalbi. Ne halde? İnsanlığını unutanlara teslim bayrağı çekmiş İslam dünyası toparlanmak için harekete dahi geçmiyor.
Vakit kaybetmeden geleceğimizin nefeslerini yani gençlerimizi yetiştirmek için ciddi sorumluluk almalıyız. Sadece okullarda değil evlerde bunun seferberliği verilmeli. Hayal dünyasından çıkıp lütfen gerçeği görelim. Hayatımızı drama çevirmeyelim.
1969 yılında görev yapan İsrail devletinin ilk kadın başbakanı Golda Meir, Mescid’i Aksa’ya yapılan saldırı sonrası ‘’ O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannettim ki, Müslümanlar dört taraftan İsrail’e girecekler. Ama korkulan olmadı. O zaman anladım ki: Biz dilediğimizi yapabiliriz, zira Müslüman ümmeti uyuyan bir ümmettir.’’ Sözlerini zikretmişti. Biz uyumaya da devam ediyoruz. Yusuf Kaplan’ın dediği gibi onların yaptığı tarihte sürükleniyoruz. Tarih yapacak irademiz olmadığı için değil, gerçekten uzakta hayal perdesinde yaşadığımız için bu haldeyiz. Yine Yusuf Kaplan’ın ‘’Teslim olmayacağız’’ sözü içimizde tarih yapma tohumunu taşıdığımızın bir işaretidir. Bu tohum yok olmamış ve çürümemiştir. Tohumu gün yüzüne çıkarma vaktidir. Bunun için daha gür sesle tarihin akışını değiştirmeye hazırlanmalıyız.