tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Modern dünyada yalnızlık paradoksu

Modern dünyada yalnızlık paradoksu
10.04.2025
A+
A-

Zahit Borak

Platon’a göre duyularla algıladığımız dünya, gerçeğin yalnızca bir yansımasıdır. Gördüğümüz, dokunduğumuz, sevdiğimizi sandığımız her şey, İdealar Dünyası’ndaki mükemmel formun soluk bir taklididir. “Güzellik” dediğimiz şey, aslında “Güzellik İdeası”nın yalnızca eksik bir gölgesidir. Platon’un bu anlayışı, modern insanın ruhsal yalnızlığını anlamak için bir metafor sunar: Belki de bizler, bu çağda, hakiki bağların değil; yalnızca bağ illüzyonlarının içindeyiz.

Aşk, adalet ya da güzellik gibi kavramlar, bu dünyada pek çok biçimde karşımıza çıkar; ama onların aslı, yani “ideası” yalnızca akıl yoluyla kavranabilir. Belki de modern insanın yalnızlığı tam da burada başlar: Kalabalıkların arasında, güzelliğin yüzeyinde, ilişkinin biçiminde dolaşırken, o derin, mutlak ve değişmez olanı özler. Gerçek yakınlığı, saf sevgiyi, derin anlayışı arar ama bulamaz. Çünkü gördüğü her şey, arzuladığı hakikatin sadece silik bir yansımasıdır.

İnsan ilişkileri, sosyal medya etkileşimleri, hızlı tüketilen aşklar… Tüm bunlar, gerçek sevginin ya da dostluğun yalnızca yansıması olabilir mi? Platon’un dünyasında nasıl ki gerçek güzelliğe ancak akıl yoluyla ulaşılabiliyorsa, belki de gerçek ilişki de, bugünün dünyasında duyularla değil, derin bir içsel farkındalıkla kavranabilecek bir forma dönüşmüştür. Ancak bunun farkına varan birey, çevresindeki yüzeysel kalabalıkların içinde daha da yalnızlaşır. Çünkü artık o, gerçek olanı aramaktadır; fakat içinde yaşadığı dünya, yalnızca gölgeler sunmaktadır.

Farabi ise evreni ve insanı anlamadan ideal bir toplumu anlamanın mümkün olmadığını, evrenin yapısını anlamadan insanı ve dolayısıyla toplumu kavrayamayacağımızı söyler. O, Tanrı’yı varlığın ilk nedeni olarak tanımlar; eksiksiz, maddeden bağımsız ve bilfiil akıl olan bir öz. Varlığın Allah’tan “südur” ettiğini, yani varoluşun O’ndan taştığını dile getirir. Tanrı, mutlak akıl olarak, eksiksiz bir bütünlükle vardır. İnsan ise, bu mutlak varlığın kıyısında, onun yansıması olarak bölünmüş, parçalara ayrılmış ve maddenin sınırlılığına hapsolmuştur. Bu düşünce, insan ruhunun bölünemezliğine ve aklın merkeziliğine vurgu yapar. Ruh tektir ve bölünemez olsa da, maddeyle olan ilişkisi onu sınırlı ve kırılgan kılar. Bu düşüncede yalnızlık bir eksiklik değil, belki de özle buluşamamanın sancısıdır. Farabi’nin düşüncesi, bu yalnızlığı kabul etmek ve aklın yoluyla evrensel bir bütünlüğe ulaşmak gerektiğini fısıldar. O halde insan, varoluşsal anlamda yalnız bir ruhtur. Ve bu yalnızlık, negatif bir durum değil, insanın özüyle bağlantılı bir haldir. Ne var ki modern birey, bu yalnızlığını anlamadan onunla savaşır. Modern insanın yalnızlığı, bu metafizik yarılmanın bir sonucudur: Kendi özünden, kendi hakikatinden kopuştur.

Modern çağda birey, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar “bağlantılı” görünse de, belki de hiç olmadığı kadar yalnızdır. Bu bir paradokstur: Modern insan, iletişim olanaklarının en yoğun olduğu bir çağda, tarihin belki de en derin yalnızlık duygularından birini yaşıyor. Her an herkesle iletişim kurabiliyor, dünyanın öbür ucundaki birine saniyeler içinde ulaşabiliyoruz. Sosyal medyada yüzlerce “arkadaş”ı olan biri, gün sonunda kendi varlığını sorgularken bulabiliyor kendini. Ancak tam da bu hız, bu kolaylık, ilişkilerin derinliğini eritiyor. Kalabalıklar arasında hissedilen bu yalnızlık, sıradan bir duygusal eksiklikten çok, varoluşsal bir boşlukla ilintili. Her şeyin ulaşılabilir olması, hiçbir şeyin anlamlı olmamasına yol açıyor. Platon’un idealarının yansımaları gibi, biz de hakiki ilişkilerin soluk kopyalarıyla yetinmek zorunda kalıyoruz. Belki de bu yalnızlık, Platon’un ve Farabi’nin yüzyıllar önce ortaya koyduğu düşüncelerin modern bir yansımasıdır.

Modern dünyada yalnızlık paradoksaldır çünkü insan hem hiç olmadığı kadar “bağlantıda” hem de hiç olmadığı kadar “kopuktur”. Hepsi, ideanın yansımasından ibarettir. Ruh, öz olanı arar ama karşısına çıkan hep geçici ve şekilseldir. Yüzeysel ilişkiler, hızla tüketilen bağlar, duyguların yerine geçen imgeler… Platon’un mağara alegorisindeki insanlar gibi, gölgeleri izlemekle yetiniriz; çünkü dışarı çıkmak, yani hakikate yönelmek, yüzleşmek cesaret ister. Çünkü içsel bağlar yerine görünür bağlar, ruhun derinliği yerine maddenin kalabalığı tercih ediliyor. Farabi’nin dediği gibi, madde varlığın düşünmesine engelse, bugünün dünyasında bu kadar madde, bu kadar dışsal uyarım, belki de en büyük düşünce engelimizdir.

Ve belki de bu yüzden, modern insanın yalnızlığı yalnız bir eksiklik değil, aynı zamanda bir özlemdir. Öz’e, hakikate, ideaya, Tanrı’ya, yani kaynağa dönüş arzusu… Ama bu dönüş yolculuğu, insanı daha da yalnızlaştırır. Çünkü herkes gürültüde kaybolmuşken, hakikati arayan kişi sessizliğin içine yürümek zorundadır. Yalnızlık bu çağda bir sonuç değil, bir duruma dönüşüyor. Artık insanlar yalnız oldukları için acı çekmiyor; birlikte olduklarında da aynı yalnızlığı hissettikleri için yabancılaşıyorlar.

Yalnızlık bir zayıflık değil, belki de bir seçiştir. Ama modern dünyada bu seçiş, ağır bir bedelle gelir: Anlaşılmamak, yanlış okunmak, yabancılaşmak. Tıpkı ideaların dünyasını bilen birinin mağaradakilere dönüp gerçeği anlatmakta zorlanması gibi… Platon’un mutlak güzellik ideasına, Farabi’nin akıl ve ruh birlikteliğine duyulan bir özlemdir. Bu yalnızlık, bizi yüzeye değil, derine çağırır. Kalabalığın değil, hakikatin sesini duymaya zorlar. Ve belki de ancak o zaman, bu yalnızlık bir son değil; bir başlangıç olabilir. Belki de bu yüzden, modern yalnızlık bir eksiklik değil; bir işarettir.

Yorumlar

  1. Şahin Aii Şen dedi ki:

    Harika bir yazı. Platon ve Farabi’nin karşılaştırılması öğretici olmuş. Tebrikler