Tanrım, beni neden terk ettin? Ya da Cündioğlu’nun lambası
Picasso’ya atfedilen bir söz var:
“Hayatlarında anlam olmayan insanlar, benim resimlerimde anlam arıyor.”
Tıpkı Picasso’nun resimlerinde anlam arayanlar gibi, modern insan da anlamsız hayatını bir yana bırakıp Kur’ân’da anlam aramayı çalışıyor.
Dücane Cündioğlu şöyle demiş:
“Kur’ân’ı bir lamba olarak gördüm; nereye tutarsam aydınlatır sanıyordum, nereye tuttuysam orası karardı.”
Kur’ân’ı maddi ve manevi sorunları çözmek için bir araç olarak görmek, hatta bazı durumlarda bu sorunları ürettiğini düşünmek, iman eden biri için ne büyük bir acıdır.
Kur’ân’ı bir aydınlatıcı cihaz gibi test etmek, modern çağın en yaygın yanılgılarından biridir.
Her sorunu çözecek bir formül olarak görmek ise, kelimenin tam anlamıyla bir ontolojik krizdir.
Oysa ne Kur’ân’ın lamba olmak zorunluluğu var ne de bu bizim haddimize. Muhtaç ve aciz olan biziz.
Cündioğlu’nun durumu bunu gösteriyor: güçlü bir felsefi altyapı, zayıf bir imanın karşısında geçici teselli sunar. Kant aklıyla yıktığını kalbiyle inşa etmeye çalıştıysa, Cündioğlu kalbiyle inşa ettiklerini aklıyla yıkıyor. Şiddetli bir “tanrı ağrısı” yaşadığı apaçık.
İman ve aklın farklı şeyler olduğunu bilmesine rağmen, bu kanlı hacamatla boğuşuyor. Sonunda karşımıza kalbi paramparça, hüzünlü bir Spinoza çıkıyor.
Kierkegaard’tan mülhem: iman pasif bir kabullenme değildir. Tam tersine, aklın açıklayamadığı noktada risk ve cesaretle atılan bir sıçramadır. Lamba elimizde değil, kalbimizde yanmadıkça bu sıçramayı göze alamayız. “İman şövalyesi” olmanın yükünü kaldıramayan, ne yazık ki aklın kölesi olur.
Işığı kalbe tutmadan eldeki lamba sadece karanlığı çoğaltır. Kur’ân’ın aydınlığı, geçici işlerin üzerinde O’nu test etmek ya da kavram ve sorunlara bir filtre uygulamak değil, onu kalpte taşımak ve onunla yanmaktır.
Kur’ân’ın aydınlatamadığını ne aydınlatabilir? Niyazi Mısri’nin dediği gibi:
“Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş.”
Bunu belagat için söylememiştir; en saf hakikat ve en derin içsel deneyim için söylemiştir.
Işık lambada değil; lamba toz içinde kalır, kırılır. Işık kalptedir. Gözler değil, göğüsler görmek zorunda.
Hedefimiz basittir; mücadelemiz de budur: ışığı kalbimizde tutmak.
Lambada değil!
“Gözler değil, asıl göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hac 22/46)