tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Yugoslavya’nın çöküşü: Bosna’da kan gözyaşı ve soykırım

A+
A-

“Camilerin olmadığı bir yerde doğdum ve o zamandan beri Müslümanlardan nefret ediyorum.”
Sırp Çetnik türküsünden bir alıntı.

Yugoslavya Birinci Cihan Harbi sonrasında 1922’de, savaşın galip güçleri tarafından bir krallık olarak kuruldu. Ülke daha o zamanda Sırpların yönetimde ağırlıklı olarak yer almasını sağlamıştı, zaten krallığın ilk meşru hükümdarı Sırp I. Peter’di. Yönetimde diğer etnik gruplara yer verilsede Bosnalı Müslümanlar yönetimde yer almalarına izin verilmedi. Nitekim yeni kurulan ülkenin ilk başbakanı Stojan Protić Müslüman sorununu “üçte birini öldürürüz, üçte birini de kovarız, kalanları ise Ortodoks yaparız” sözleriyle açıkça ifade etmişti.

1941’de Yugoslavya, Nazi Almanya ve müttefikleri İtalyanlar, Macarlar ve Bulgarlar tarafından işgal edildi. Eski defterler açılmış ve hepsi adeta pastadan bir pay alma çabası içerisine girmişlerdi. 6 Nisan 1941’de Hitler’in direktifleri doğrultusunda başlayan blitzkrieg (yıldırım savaşı) 18 Nisan’da Yugoslavya’nın teslimi ile son buldu. Savaş boyunca ve özellikle 1941, 1942 ve 1943 senelerinde Sırp çetnikler binlerce Müslümanı öldürerek soykırıma imza attılar ve Müslümanlar ancak partizanların (komünist direnişçiler) gelişiyle bir nebze rahat nefes aldılar.

1943’te savaş ve işgal sırasında partizanlar Demokratik Federal Yugoslavya adı altında yeni bir yönetim oluşturdular. Başında sembolik olarak Kral II. Peter vardı fakat asıl güç daha sonra isminden sıkça bahsedilecek olan Josip Broz Tito’dan başkası değildi. 1945’te Almanların mağlup olmasıyla birlikte Yugoslavya’da kurtarılmıştı. 1945’te komünistler yönetimi ele geçirdi ve Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’ni kurdular. Başına ise Mareşal Tito geçti ve tek partili parlementer sisteme geçildi. Ülkede ve yönetimde Titoizm denilen felsefe hâkim oldu. Tito kendisini Sovyetlerden ayrı görüyor ve farklı bir alternatif sunduğunu iddia ediyordu. Nitekim federal yapı altında birçok etnik, kültür ve dinler bir arada yaşamaya bir nevi zorlanıyordu. Dini yayınlar ve özellikle Müslümanların dini hareketleri engelleniyordu. Bu dönemde geleceğin bilge kralı Aliya İzzetbegoviç’te hapis yatmıştı. Tito, tam anlamı “Slavların ülkesi” olan Yugoslavya’yı demir yumrukla yönetiyor ve bir unsurun diğer unsur üzerine çıkmasını bir bakıma engelliyordu. Kendisi Hırvat bir baba, Sloven bir annenin çocuğuydu.

Hassas yapı bozuluyor!

Tito 4 Mayıs 1980’de, 88 yaşına birkaç hafta kala hayatını kaybetti. 35 yıl boyunca Yugoslavya cumhuriyetlerini sıkı bir şekilde bir arada tutmayı başarmıştı. Ayrılıkçı milliyetçi unsurlara göz açtırmamış, tek devlet ve kardeşlik ilkesini muhafaza etmişti. Tito’nun ölümüyle bu mozaïk yapı sarsılmış ve sanki pandoranın kutusu açılmıştı. Nitekim çok geçmeden art arda siyasi ve ekonomik krizler başlayacak ve ülke çökme noktasına gelecekti. Bunu komünizmin çöküşü ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı izledi.

Yugoslavya, 6 sosyalist federal cumhuriyet ve 2 özerk bölgeden oluşuyordu. Tito hayatta iken 1974’te yeni anayasa ile federal yönetimin gücünü büyük oranda cumhuriyetlere devretmişti. En güçlü ve büyüğü Sirbistan, diğer güçlü cumhuriyet ise Hirvatistan’dı. Diğerleri ise sırayla Bosna-Hersek, Slovenya, Karadağ ve Makedonya’dır. Voyvodina ve Kosova özerk bölge olarak Sırbistan’a bağlıydı. Tito hiçbir etnik grubun tek başına söz sahibi olmasını istemiyordu ve başkanlık konseyinde oy çokluğu (8 oyun 5i) ve veto hakkı esas alınmıştı. Ayrıca Cumhurbaşkanlık koltuğu her yıl başkanlığın bir üyeden diğerine önceden belirlenmiş bir sırayla geçmesini öngörüyordu.

Yugoslavya’da nüfus yapısı bir hayli karışıktı. Birçok federal bölgede Müslümanlar yaşıyordu. Sırbistan’ın Sancak bölgesi, Makedonya, Kosova ve tabii ki Bosna-Hersek’te yoğun Müslüman nüfusu mevcuttu. Aynı şekilde Hirvatistan’ın güney ve kuzeybatı bölgelerinde ve Bosna-Hersek’te Sırplar yaşamaktaydı. Hırvatlar ise Hırvatistan dışında Bosna-Hersek’te de nüfusa sahipti. Hırvatlar, Boşnak ve Sırplardan sonra en kalabalık nüfusa sahipti. Slovenya ise istisna olarak daha çok homojen bir nüfus yapısına sahipti.

Tito’nun ölümüyle yeni Yugoslavya yönetimi ekonomiden sosyal düzene kadar birçok sorunla karşı karşıya geldi. Sırpların başını çektiği etnik homurdanmalar yavaş yavaş hissedilmeye başlanmıştı. Sırplar kendilerini Yugoslavya’nın ana unsuru olarak görüyor ve Tito’nun ölümüyle siyasî hedeflerini gerçekleştirmek için artık Büyük Sırbistan hayallerini saklamıyorlardı. Balkanların kaderini belirleyecek büyük savaşın ilk kıvılcımı Kosova’da atılmak üzereydi. Sırplar hazırlıklarını çoktan yapmışlardı..

Kosova’da ilk kıvılcım!

1987’de Kosova’da Müslüman Arnavutlarla Sırplar arasında tansiyon yükselmişti. Ciddi sorunlar vardı ve bu sorunlar yer yer çatışmalara yol açıyordu. Slobodan Milosevic, Sırp Komünist Partisi başkanı olarak oradaki şikayetleri dinlemek ve yerinde gözlemlemek için Belgrad tarafından görevlendirildi. Kosova, Sırbistan için nüfusun çoğunluğu Müslüman Arnavutlardan oluşmasına rağmen fazlaca ehemmiyet verilen bir bölge idi. Kökleri ise 1389’de Kosova Savaşına kadar dayanmaktadır. Kosova savaşında Sırp Kralı Lazar Osmanlı karşısında mağlup olmuş ve idam edilmişti. Sultan Murad Hüdavendigar’da oracıkta şehid edimişti. Sırplar bu tarihten sonra devlet ve krallık olarak tarihten silindiler, fakat Sırplar her sene “vidovdan” adı altında bu hezimeti mistik bir dini hava içinde bir zafer günü olarak kutluyorlardı. Sırplar kendilerini kurban ve ezilmiş halk olarak görüyorlardı. Milliyetçilik anlayışlarını bu savaş ile özdeşleştirmişlerdi ve böylece Büyük Sırbistan hayalinin temelini oluşturmuşlardı.

Milosevic Kosova’daki bu durumu kendi lehine çevirmeye kararlıydı. Görüşme öncesi kargaşa çıkarmak için Belgrad’dan ırkçı Sırp çeteleri (çetnikler) getirtilmiş ve göstericiler arasında yerlerini almışlardı. Arnavut polisi tahrik edilmek suretiyle kargaşa tezgahlandı. Kosova Arnavut polisi Sırplara müdahele edince maksat hasıl oldu. Çıkan çatışmalarda birçok sivil ve polis yaralandı, fakat olaylar basına Sırpların Arnavut polisler tarafından darp edilip haklarının çiğnendiği şeklinde servis edildi.

Görüşmeye ara veren Milosevic dışarı çıkıp durumu gözlemledikten sonra Sırpların yoğun şikayetleri üzerine etnik savaşların kıvılcımını şu sözlerle ateşledi: “bir daha dövülmenize izin vermeyeceğim“. Sırp medyası akşam haberlerinde Milosevic’i Sırpların onurunu ve haklarını koruyan kahraman bir lider profili çizerek bir efsane, bir Milosevic miti meydane getirdi. Halk, bütün bu olayları Milosevic’in kendisi ve aşırı sağcıların tezgahladığını bilmeyecekti.

Kosova olayları sebebiyle ılımlı Sırp Cumhurbaşkanı İvan Stambolic ile sağ kolu Milosevic’in arasında sorunlar başladı ve aralarındaki uçurum giderek açıldı. Milosevic medyanın yardımı ve türlü türlü siyasi entrikalar ile  Sırp Cumhurbaşkanının güvenoyunu kaybetmesini sağlayıp siyasi felaketini hazırladı. Ivan Stambolic istifa etmek zorunda kaldı. Milosevic çok geçmeden Sırp Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Sırasıyla Voyvodina ve Karadağ’da siyasi darbeler ile Sırp davasına sadık adamlar yerleştirdi. Kosova’da Arnavut Müslümanlara baskılar artırıldı ve önde gelen siyasiler hapsedildi. Milosevic Kosova’da OHAL ilan ettirmek için hamlelerini yaptı ve ülke genelinde çıkan gösterilerin de yardımıyla kendisine Komünist Parti kurulunda gereken yetkiler verildi. Kısa sürede Kosova’da birçok siyasi kurum feshedildi ve Milosevic tam anlamıyla kontrolü sağladı. Artık Slovenya, Hırvatistan ve Bosna-Hersek dışında Yugoslavya’nın kontrolü tamamen Milosevic’in Sırbistan’ına geçmişti.

Slovenya başkanı Kucan, Kosova sorunu sürecinde gidişatı kavramış ve Kosova’ya tam destek vermişti. Sıranın kendilerine geleceğinin bilincindeydi ve Sırbistan’ın daha fazla iç işlerine karışmaması için birtakım yasal değişiklikler yapmaya karar verdi. Slovenya’nın bu ‘asi’ tutumu sebebiyle Milosevic Ocak 1990’da 14. Yugoslav Komünist Partisi Olağanüstü Kongresini topladı, konu Slovenya idi. Slovenya’ya yaptırım uygulamak için kongrede çoğunluğu sağlaması lazımdı. Hararetli tartışmaların yaşandığı kongrede Sırpların tavizsiz ve agresif tavırları diğer delegeleri şaşkına çevirdi. Slovenler çareyi Komünist Partiden ayrılmakta buldu. Bir diğer cumhuriyetinde ayrılması durumunda Komünist Parti dağılma noktasına gelebilirdi. Nitekim Hırvatistan’ında ayrılması ile tamda öyle oldu. Yugoslavya’nın temelleri bir bir ortadan kalkıyor ve çökmeye çoktan başlamıştı.

Yugoslavya’da bağımsızlık hareketleri!

Hem Slovenler hem Hırvatlar bağımsızlıklarını ilan etmek için çalışmalara başladılar. Hırvatistan’da seçimler yapıldı ve milliyetçi Franco Tudjman cumhurbaşkanı seçildi. Hırvatistan’da yaşayan Sırplar seçimleri protesto ettiler ve hükümet yetkililerini kovarak isyan bayrağını açtılar. Hırvatlar müdahele etmek için ordu kurmaya karar verdiler fakat bu bağımsızlık alametiydi ver geri dönüşü olmayan bir yoldu.

Milosevic olanları engellemek için son çare olarak Yugoslav ordusunu harekete geçirmeye karar verdi. Fakat bunu yapabilmek için Başkanlık Konseyinden karar çıkması lazımdı. Acil bir oturum için federal cumhuriyetlerinin başkanları ve temsilcileri Belgrad’da olağanüstü toplantı için cağırıldı. Toplantı mekanı olarak ordu komutanlığı karargahı seçildi. Böylece toplantı adeta silahların gölgesinde yapılacaktı.

Sırbistan, Yugoslavya genelinde OHAL ilan etmek istiyordu. Yer yer kalabalıklar hükumet karşıtı gösteriler düzenleniyor ve Sırbistan bunu güvenlik sorunu olarak göstererek OHAL’in kabul edilmesini istiyordu. OHAL’in kabul edilmesi demek, Yugoslavya ordusunun Sırbistan tekelinde sokağa çıkması demekti. Silahların ve generallerin gölgesinde gerçekleşen bu toplantıda 8 oydan beşine ihtiyaç vardı. Doğal olarak Slovenya ve Hırvatistan red oyu verdi, kritik oylamada Bosna-Hersek red oyu vererek OHAL’in kabul edilmemesinde kilit rol oynadı. Sırbistan ise istediğini alamayınca konseyden çekilmeye karar verdi. Böylece konsey işlevsiz hale getirildi ve Sırplara orduyu istedikleri gibi kullanma fırsatı doğdu.

Savaş! 

Slovenya ve Hırvatistan 25 Haziran 1991’de referandum sonucunda bağımsızlıklarını ilan ettiler. AB’nin selefi olan Avrupa Ekonomik Topluluğu bu yeni ülkelerin bağımsızlıklarını tanıdı. Sırbistan, Yugoslav ordusunun bütün unsurlarının gücünü arkasına alarak bu iki ülkeye askeri müdahelede bulundu. Slovenya “10 Gün Savaşı” sonunda tam anlamıyla Yugoslavya’dan ayrıldı. Slovenya’da Sırp nüfus yoktu ve toprakları Büyük Sırbistan hayaline dahil değildi. Bu sebeple az hasar ile hürriyetlerine ulaştılar. Hırvatistan’da ise Sırp nüfusu vardı ve Sırpların güdümündeki Yugoslav ordusu Hırvatistan’a saldırdı ve yaklaşık üçte birlik kısmını işgal altında tuttu. Hırvatistan’daki Sırplar kendi bağımsızlıklarını ilan ettiler. Vahşet ve soykırım boyutuna varan karşılıklı sivillerin katledilmesi uluslararası tepkiye yol açtı. Ocak 1992’de ateşkes ilan edildi ve cephe hatlarına derhal Birleşmiş Milletler Barış Gücü (UNPROFOR) askerleri yerleştirildi. Ateşkes ile birlikte Hirvatistan’ın 1/4 Sırp işgalinde kaldı.

Eylül 1991’den itibaren uygulanmaya başlanan silah ambargosu Sırplar ve emirleri altında olan Yugoslav ordusunu etkilemedi, aksine bu orduya karşı mücadele edenleri olumsuz etkiledi.

Boşnakların destansı direnişi

Bosna’da savaş patlak vermeden önce Sırplar ve Hırvatlar Bosna’yı kendi aralarında paylaşmak için anlaşmışlardı. Anlaşılan o ki Müslümanlara söz hakkı vermek şöyle dursun, yaşama hakkı bile vermek istemiyorlardı. Tehlike gittikçe yaklaşıyordu.

Komünist rejim tarafından hapse atılan Aliya İzzetbegoviç 1988’de hapisten çıkınca Bosnalı Müslümanların hakkını savunmak için derhal harekete geçti. Yugoslavya dağılıyordu ve bir şeyler yapması gerekiyordu. Yazdığı “İslam Deklarasyonu”, “Doğu ile Batı arasında İslam” isimli eserleri, yazdığı yüzlerce makale ve kurucusu olduğu Mladi Muslimani (Genç Müslümanlar) harekati ile zaten tanınan ve sevilen bir isim haline gelmişti.

26 Mayıs 1990’da SDA partisini (Demokratik Eylem Partisi) kurdu. Girilen ilk seçimlerde 240 sandalyeli Bosna-Hersek Meclisinde yüzde 33% oyla 86 sandalyeye sahip oldu. Daha sonra Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı olarak göreve başladı. Slovenya ve Hırvatistan’da olup bitenler er ya da geç Bosna’nın başına geleceği aşikardı. Bağımsızlık hazırlıkları başlatıldı fakat Bosnalı Sırplar bu fikre karşı çıktılar. Bosnalı Sırpların lideri, daha sonra Lahey’de yargılanacak olan savaş suçlusu Radovan Karadzic, Bosna-Hersek meclisinde çıkacak olan savaşta Müslümanların yok olacaklarını iddia etti. Bu apaçık bir tehditti. Söz alan Aliya İzzetbegoviç ise Sırpların tam bu tutumu yüzünden Yugoslavya’dan ayrılma gerekliliğini savundu ve Müslümanların yok olmayacağını kürsüden ilan etti. Daha sonra Bosna-Hersek’ten Yugoslavya ordusuna asker gönderilmesi derhal durduruldu. Birçok Hırvat ve Boşnak askeri zaten ordudan ayrılmıştı. Yugoslavya ordusu daha çok Sırp ordusuna benzemeye başlamıştı.

28 Şubat – 1 Mart 1992’deki referandumda bağımsızlık oylaması yapıldı. Sırplar referandumu Saraybosna’da boykot ettiler. Bütün engellere rağmen 64% katılım ile Bosna-Hersek’in Boşnak ve Bosnalı Hırvat vatandaşları 99% oy ile tercihini bağımsızlıktan yana olduğunu açıkça gösterdi. Ertesi gün ayrılıkçı Bosnalı Sırplar Saraybosna’da sokaklara barikatler kurarak duruma müdahele etmeye başladılar. Saraybosna’yı Sırplar ve Yugoslav ordusu çoktan sarmıştı. 5 Nisan’da ise uluslararası Saraybosna havalimanı işgal edildi. 6 Nisan’da ABD ve Avrupa ülkeleri Bosna-Hersek’in bağımsızlığını tanıdıklarını açıkladılar. Aynı gün Sırplar ‘Republike Srpska’ adı altında kendi bağımsızlıklarını ilan ettiler fakat tanıyan olmadı. Bosna-Hersek’i Müslümanlardan temizleyip Sırbistan’a bağlanmayı hedefliyorlardı.

Savaş patlak verdiğinde Bosna-Hersek’te Müslümanların düzenli ordusu yoktu. Fakat daha 1990’da “Patriotska Liga” (Vatanseverler Cemiyeti) adı altında yerel savunma birliklerinin örgütlenmesi başlamıştı. Olası bir savaşta bu yerel sivil birlikler ilk savunmayı yapacaktı. Bu birliklerin belkide en mühimi ‘Yeşil Bereli’ mücahitlerdi fakat ilk etapta toplam sayıları 40bin civarı idi. Bunların yanı sıra birde Boşnak-Hırvat karma savunma birlikleri mevcuttu. Ayrıca Türkiye’de eğitimlerini tamamlayan Boşnaklarda Bosna’ya geri dönüyorlardı.  Boşnakların karşısında Avrupa’nın 4. büyük ordusu olarak kabul edilen JNA (Yugoslavya Milli Ordu) vardı. Yüzlerce tank, top, zırhlı araç ve uçağa sahipti ve hepsini Sırpların hizmetine sundular. Bosna’da savaşın patlak verdiği anda Sırp paramiliter ve milis güçleri ile birlikte Bosnalı Sırp Ordusunun (Vojska Republike Srpske) yaklaşık 200.000 askeri vardı. Sırplar 5 haftada Bosna’yı işgal edeceklerini hesaplıyorlardı ve zaferden emindiler.

Eylül 1992’de Bosna-Hersek Ordusu kuruldu ve başına General Sefer Halilovic getirildi. İlk etapta 5 kolordu şeklinde kurulan ordu daha sonra 1993’te 2 kolordu daha eklenerek savaşın sonlarına doğru 260.000 asker sayısına ulaştığı tahmin ediliyor. İslam ülkelerinden gelen gönüllü mücahitler ise 7. El Mudžahid Tugayı altında görevlendirildiler. Bosna-Hersek ordusunda tek vatan fikrini savunan Hırvat ve Sırplarda vardı. Sırp general Jovan Divjak bizzat Aliya İzzetbegoviç tarafından kurmay komutan yardımcısı olarak atandı. HOS’a (Hırvat Savunma Kuvvetleri) bağlı Hırvat General Blaž Kraljević’te aynı şekilde Aliya tarafından atandı fakat daha sonra Zagreb’den gelen emir üzerine katledildi. Tek suçu Boşnak-Hırvat dayanışmasına inanmasıydı.

Bosna ordusunun şeması:

  1. Kolordu: Mustafa Hayrullahovic (Saraybosna) 
  2. Kolordu: Hazım Sadic (Tuzla)

III. Kolordu: Enver Hacihasanovic (Zenica)

  1. Kolordu: Arif Pasalic (Mostar)
  2. Kolordu: Ramız Drekovic (Bihać)
  3. Kolordu: Selko Gusic (Konjic)

VII. Kolordu: Mehmed Alagic (Travnik)

Bosnalı Müslümanlar savaş bekliyordu fakat Aliya’nın söylediği gibi kimse Avrupa’nın ortasında soykırım ve vahşet beklemiyordu. Klasikleşmiş şekilde Yugoslav ordusu önce Müslümanları sözde sizleri koruyacağız diye silahsızlandırıyor ve daha sonra Sırplara teslim ediyordu. En yoğun saldırılar Sırbistan sınırına yakın olan bölgelerde meydana geldi. Biyelina (Bjieljina), Zvornik, Vişegrad, Foça ve daha birçok şehir ve kasabalarda Müslümanlar Sırpların saldırılarına uğradı ve etnik temizliğe tabi tutuldu. Binlerce Müslüman yurtlarından sürüldü ve binlercesi yaşlı, çocuk, bebek ve kadın demeden insafsızca katledildi. Boşaltılan yerlere Sırplar yerleştirilerek demografik yapı ile oynandı. Ele geçirilen birçok Müslüman şehir ve kasabalarda Müslümanlara ait hiçbir cami ve başka eser bırakılmayıp yakılıp yıkıldı. Nazileri aratmayan politikalar ile ölüm kampları ve tecavüz merkezleri kuruldu. Prijedor ve daha birçok şehirde Müslümanlar dışarı çıkarken kollarına beyaz çaput bağlama ve Müslüman evlerini beyaz bayrak ile işaretleme zorunluluğu getirildi. Bu terör rejimi altında yüzlerce aile tamamı ile katledilerek kayıtlardan ve tarihten silindi.

Saraybosna kuşatması 

Sırplar Saraybosna’yı çevreleyen dağlara keskin nişancılar, tank ve ağır silahlar yerleştirdiler. Telefon hatları, su ve elektrikler kesilerek şehrin dış dünya ile bağlantısı kesildi. Tam 1426 gün sürecek olan ve tarihe en uzun modern kuşatma olarak geçecek olan Saraybosna Kuşatması başlamıştı. (Meşhur II. Dünya Savaşı Leningrad Kuşatması bile 900 gün sürdü) Şehirdeki mezarlıklar Sırp vahşeti karşısında yetersiz kaldı. Ölüler futbol sahalarına, yol kenarlarına ve parklara defnediliyordu. Sırpların gözü dönmüştü ve kadın, erkek, çocuk ve yaşlı demeden insanlara rastgele ateş açıyorlardı. Cenaze merasimleri, okullar, hastaneler, ekmek ve su dağıtım merkezleri özellikle hedef seçiliyordu. Sırp keskin nişancılarının bir bölümü ayrıca kadınlardan oluşuyordu ve aralarında Yugoslavya Olimpiyat takımından nişancılar vardı. Zevk için para karşılığında keskin nişancı silahı ile Müslüman avlayan zengin Avrupalılar bile vardı.

Sırplar Bosna-Hersek parlementosuna ve Cumhurbaşkanlık sarayına ağır bir saldırı düzenlediler. Mücahitler derhal organize oldular ve saldırılar geri püskürtüldü. Sırplar ağır kayıplar verdi. Elbette tek tehlike bu değildi. Nitekim cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç Avrupa liderleri ile barış görüşmelerinin ardından Lisbon’dan Saraybosna’ya dönüyordu. Saraybosna havalimanı ile bağlantı kesilmişti. Aliya ve kızı havalimanının işgal edildiğinden habersizlerdi. Daha sonra Aliya’yı taşıyan uçak Saraybosna’ya iniş yaptı. Havalimanında Sırp kuvvetleri kol geziyordu ve Aliya derhal tutuklandı. Bosna halkı ve hükümeti olanlardan habersizdi. İşte tam burada bir kırılma noktası yaşandı. İlahi irade açık şekilde tecelli etti. Yanlışlıkla havalimanını arayan Boşnak bir kadın Aliya’nın tutulduğu odadaki telefona bağlandı. Aliya telefonu aldı ve konuşmaya başladı. Orada bulunan Sırp nöbetçi ise bilinmeyen sebepten dolayı tepkisiz kaldı. Aliya bu kadın vesilesiyle demokratik bir şekilde seçilen, bağımsız bir ülkenin cumhurbaşkanının, Sırplar tarafından esir tutulduğunu dünyaya duyurdu. Haberi alan Boşnak mücahitler derhal Sırp General Kukanjac ve askerlerini Saraybosna kışlasında kuşattılar. BM’in de araya girmesiyle bir değiş tokuş anlaşması yapıldı ve Aliya böylece serbest kaldı.

Savaş sırasında silah ve özellikle ağır silahlar o kadar yetersizdi ki zar zor tedarik edilen bir roketatar Saraybosna’nin farklı farklı bölgelerine gönderilerek kullanıldı. Yugoslav Ordusu depolarına düzenlenen baskınlarda ise silah ele geçiriliyor fakat mühimmat yoktu, mühimmat bulunduğu vakit kullanacak silah yoktu. Savaşın ilk senesinde Sırplar Bosna-Hersek’in yaklaşık 70% kısmını işgal ettiler. Boşnaklar zor durumdaydı, bir yandan Saraybosna kuşatmasını yarmaya çalışıyorlardı, diğer yandan Bosna genelinde Sırp vahşetine karşı durmaya çalışıyorlardı. İnsanı dehşete düşüren ve aklın dahi hayal edemeyeceği zulümler yaşanıyordu Bosna’da. Sırp kilisesi bile alet ve öncü olmuştu soykırıma. Türkleri öldürmek ilahi bir emirdir diyorlardı. Öyle ya, ne de olsa Boşnaklar Türkleşmiş Slavlardı ve ihanet etmişlerdi. Müslümanlara duyulan bu nefret ta eskilere, Osmanlı dönemine dayanıyordu.

Vişegrad, Zvornik, Foça gibi sınır bölgelerindeki Müslüman şehirler savunmasızdı ve Sırp barbarlığın açık hedefi halindeydi. Toplu tecavüzler ve yeni doğmuş bebekler dahil olmak üzere binlerce Boşnak katledildi. Savaş öncesi çoğunluğu Müslüman olan bu kadîm Müslüman şehirleri savaş sonunda etnik temizliğe tâbi tutularak Müslüman nüfustan arındırılmıştı. Dünya ise sadece izliyor ve bu vahşeti diplomasi ile çözmeye çalışıyordu. Söz konusu Müslümanlar olunca doğal olarak işi ağırdan alıyorlardı. Nitekim barış görüşmelerini Avrupa adına yürüten İngiliz Lord Owen, Saraybosna havalimanına indiğinde Batı’nın tutumunu “Sakın ama sakın, Batı’nın gelip bu sorunu çözeceği hayaliyle yaşamayın” sözleriyle açıkça ifade etti. Bütün imkansızlıklara rağmen Boşnaklar direnmeye devam ediyordu. Saraybosna’daki can pazarı sürerken Saraybosna havalimanına doğru kazılan bir tünel adeta bir umut olur. Yaklaşık 800 metre uzunluğundaki bu tünel Saraybosna’yı dış dünya ile bağlanmasını sağladı.

Savaşın başlangıcından beri Sırplara karşı Müslümanlarla omuz omuza savaşan Bosnalı Hırvatlarda bu sefer Büyük Hırvatistan hayaline kapılıp Boşnaklara 1993’de, Mostar başta olmak üzere birçok cepheden saldırıya geçtiler. Boşnaklar, Hırvatistan’ın bağımsızlığı için Sırplara karşı savaşıp can vermeleri Hırvatlar için bir anlam ifade etmiyordu. Müslümanlar kendilerini ambargolara, Sırp ve Hırvatlara karşı çok cepheli ölüm kalım savaşı içinde buldular. Sırplar ise bu duruma kenardan gülerek izlediler. Hatta Zepce ve Konjic cephelerinde Boşnaklar ortak Sırp-Hırvat birliklerine direnmek zorunda kaldılar. Tarihî Osmanlı Mostar köprüsünün Hırvatlar tarafından havaya uçurulması moralleri iyice düşürse de, Boşnaklar karşı taarruza geçerek Hırvatları birçok cephede mağlup edip toprakları özgürleştirdi. Hırvatların Ahmici katliamı ise uluslararası kamuoyunda infiale yol açtı. ABD, BM ve özellikle Bill Clinton’un baskısı ile Şubat 1994’te Boşnak-Hırvat ateşkesi imzalandı. Vaşington Antlaşması ile Bosna-Hersek Federasyonu kurularak barış sağlandı. Daha sonra Split Antlaşması ile Boşnak-Hırvat dayanışması pekiştirilmeye çalışıldı. Ortak askeri harekat ve Federal Devlet için zemin hazırlandı.

Srebrenitsa ve sözde Güvenli Bölgeler!

16 Nisan 1993’te BM 819 sayılı karar ile Srebrenitsa’yı, 6 Mayıs’ta ise 824 sayılı karar ile Saraybosna, Žepa, Goražde, Tuzla ve Bihać “güvenli bölge” (safe area) olarak ilan edildi. Bölgelere BM Barış Gücü askerleri konuşlandı. Sonradan anlaşılacağı üzere BM bu bölgeleri kağıt üzerinde kurmuştu. Kurmuştu lakin nasıl ve hangi şartlarda korunması gerektiğini belirtmekten kaçınmıştı. Faydadan çok zararı olan bu bölgelerdeki Boşnak askerler silahsızlandırılıyor ve Sırp saldırılarına açık hedef haline getiriliyordu. Halk ise BM askerlerini kurtarıcı olarak görmekte ne kadar vahim bir hataya düştüklerini çok geçmeden anladılar. Nitekim Srebrenica ve Žepa Sırpların işgaline uğradı ve Ikinci Dünya Savaşından sonra işlenen ilk soykırım olarak tarihe geçti. 8732 Müslüman toplu halde hunharca katledildi. Hollanda BM Barış Gücü’nün bilinçli veya bilinçsiz olarak erkek ve kadınları ayırma işlemlerinde Sırplara yardım ederek işlenen etnik temizliğe ve soykırıma suç ortağı oldu. Srebrenitsa’da özellikle Hollanda’nın BM Barış Gücü’nün (Dutchbat) korkak tutumu soykırımın yaşanmasındaki en büyük etkendi. Nitekim açılan davalarda Hollanda sorumlu tutulmuş ve Hollanda özür dilemek zorunda kalmıştı. Burada Hollanda’nın korkak tutumunu yazdım, bu iddiayı güçlendirecek iki delil sunmak istiyorum. Biri Goražde Güvenli Bölgesi, burada konuşlanmış Ingiliz Barış Gücü (Britbat 1 ve 2) Sırpların Mayıs 1995’te başlattığı saldırılarına karşı koymuş ve 70 ila 120 Sırp askerini öldürmeyi başarmıştı. Stratejik tepeleri Boşnak ordusu gelene kadar savunmaya devam etmişlerdi. Ingiltere daha sonra bu tutumu sebebiyle eleştirilsede yaptıkları kamuoyunda büyük takdir toplamıştı. Bu olay Srebrenitsa soykırımından 2 ay önce yaşandı. Başka bir olayda Danimarkalı BM askerleri Tuzla’da Sırplarla yoğun çatışmaya girerek Sırplara 100’ün üzerinde kayıp verdirmeyi başardılar. Dutchbat komutanı Thom Karremans kitabında BM ve NATO hava desteği olmadığından ve yeteri kadar silahın olmadığını iddia ediyor. Fakat aynı durum Ingiliz ve Danimarkalı birlikler içinde geçerlidir ve onlar yine de o zor durumda, sebebi ne olursa olsun insanlıktan yana olmayı seçtiler. Goražde’de dik duran Ingilizlerin yaptıkları Srebrenitsa katliamından sonra daha iyi anlaşıldı.

Ortak Boşnak-Hırvat karşı taarruzu!

Sene 1995. Taraflar bilmese de artık savaşın son senesine girilmişti. Srebrenitsa ve Zepa’da işlenen soykırım infiale yol açtığı gibi dünya kamuoyunundan da acilen duruma müdahele edilmesi yönünden baskılar geliyordu. Avrupa’nın atıl ve çaresiz hali ABD’yi rahatsız ediyordu. ABD Sırpları vurmak için lobi faaliyetlerini hızlandırarak dönemin NATO genel sekreterine başvuru yaptılar. Belçikalı NATO genel sekreteri Willy Claes diğer üyelerin fikrine başvurmaksızın hava operasyonuna yeşil ışık yaktı. Ve ilk kez Saraybosna ve başka yerlerde Sırp askeri unsurları ve lojistik merkezleri yoğun bir şekilde havadan vuruldu. Kim bilir, NATO Sekreteri Claes belki bu tutumu yüzünden çok geçmeden skandal sebebiyle görevinden ayrılmak zorunda kalacaktı. Boşnaklar artık daha güçlü bir durumdaydılar. Boşnak ordusu 1992’deki sancılı doğuşunun aksine artık tam teçhizatlı bir orduya dönüşmüştü  ve vakit kaybedilen toprakların tekrar özgürleştirme vaktiydi. Alınan karar ile Hırvatlar ile birlikte birçok cephede ve özellikle Batı Bosna’da ortaklaşa operasyon yapılmasına karar verildi. NATO’nun Sırpları havadan vurmasınıda fırsat bilen Hırvatlar ilk taarruzu 25 Temmuz’da başlattı. Knin gibi birçok mühim şehir ve kasaba Sırp kuvvetlerinden temizlendi. Hırvatlar böylece ana vatanlarının hemen hemen tamamını kurtarmış oldular. Boşnak ordusu da ilerleyişini başarili bir şekilde sürdürmeye devam ediyordu.

Sırplar Bosna’da bu tehlike karşısında genel seferberlik ilan ettiler. Hatta Belgrad ile Bosnalı Sırpların arası bu kötü gidişat sebebiyle bir hayli açıldı. Bu arada NATO bombardımanları devam ediyordu. Boşnaklar ilerleyerek Bihać kuşatmasını yarmaya muvaffak olmuşlardı. Bu büyük operasyon ile Bihać bölgesi kuşatması kaldırıldı ve Bosna 5. ve 7. Kolordular birleşmeyi başardı. Fikret Abdic isimli Boşnak hain savaşın başından beri Sırplarla işbirliği yapıyordu ve Bosna ordusunu arkadan vuruyordu. Bu operasyonla birlikte Fikret Abdic sorunu da halledildi. Panik halinde geri çekilen Sırplar geride yakıp yaktıkları köy, kasaba ve öldürdükleri yüzlerce masum sivil bıraktılar. 4 Ağustos’ta Fırtına Harekâtı ile Sırplar Batı ve Kuzeybatı Bosna’dan iyice geri püskürtüldüler. Taarruz öncesi Bosna’nın yaklaşık 70% kısmını işgal altında tutan Sırplar Ekim 1995 sonlarına doğru darbe yiyerek 50%-50%’lik bir tablo oluştu. Sırplar karşılarında savunmasız kadın ve çocuk bulamayınca, düzenli Boşnak ordusu karşısında darbe üstüne darbe alıyordu. Artık sahadaki durum daha dengeli hale geldiği için ABD acil ateşkesin sağlanması için taraflara baskı uygulamaya başladı. Ateşkesi ilk kabul edenler sahada tablonun aleyhlerine döndüğünü gören Sırplar oldu. Boşnaklar ise kabule yanaşmıyordu çünkü cephe yarılmış ve Banja Luka, Prijedor ve daha birçok beldenin kurtarılması an meselesiydi. NATO, Sırpları bombalamak için 3 sene beklerken Boşnak ordusunu bombalama tehdidini ne hikmetse derhal ilan etti. Boşnaklar haklı oldukları davada haksız duruma düşme tehlikesine karşın gönülsüzde olsa ateşkesi kabul ettiler. Taraflar barış görüşmeleri için ABD’ye davet edildi. Ev sahipliği yapacak mekan Dayton Ohio eyaleti, Wright-Patterson Hava Üssü olarak belirlendi.

Dayton barış görüşmeleri 

1 Kasım 1995’te Dayton’da resmi barış görüşmeleri başladı. Görüşmelere Bosna cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç, Hırvatistan cumhurbaşkanı Franco Tujman ve Sırpları temsilen Slobodan Milosevic katıldı. Bosnalı Sırp liderler savaş suçlusu kabul edildikleri için görüşmelere davet edilmediler. Görüşmelerin fazlasıyla sıkıntılı geçtiğini Richard Holbrooke’nun “Bir Savaşa son vermek” isimli eserinden anlıyoruz. (To End A War). Taraflar uzlaşmaya yanaşmıyordu ve taviz verme taraftarı değillerdi. Fakat Boşnakların haklı sebepleri vardı. Nitekim Aliya İzzetbegoviç bu zor ve imkansız durumu “aramız dağlar kadar cesetlerle dolu” sözleriyle açıklamıştı. Uzun uğraşlar sonucunda 51-49 prensibine dayanan bir bölünme yolunda anlaşıldı. 51% Boşnak-Hırvat, 49% ise Sırplarda kalacaktı ve Sırpların bağımsızlık ilan edip Sırbistan’a bağlanmaları yasaklandı. Saraybosna başkent olarak Bosna-Hersek devletinde kaldı. Savaş suçluların yargılanması ve NATO güçlerinin (IFOR) sahaya inmesi gibi maddelerle birlikte taraflar anlaşmaya vardı. Hırvatlar toprak bütünlüğünü sağladı. Milosevic ise Batı’nın Sırbistan’a uyguladığı ambargonun kaldırılmasını sağladı. Ruslar’da NATO gücü altında Bosna’ya yerleşmesi bir nevi soğuk savaş sonrası ilk uzlaşma olarak algılandı. Boşnaklar bazı kazanımlar elde etselerde durumdan hiç memnun değillerdi. İzzetbegoviç son dakikalara kadar imza atmamakta direndi ve ancak baskılar sonucu imzaya şu sözlerle razı oldu “bu sıradan bir barış değil, bu adaletsiz bir barış fakat artık halkımın barışa ihtiyacı var“.

Resmi anlaşma Avrupa devletlerinin ve özellikle Fransa cumhurbaşkanı Chiraq’ın ‘zaferi’ sadece ABD’ye vermemek için ısrarı üzerine, 14 Aralık 1995’te Paris’te imzalandı. NATO’nun kuruluşundan sonra ilk kez bir NATO operasyonu çerçevesinde NATO askerleri 16 Aralık’ta Bosna’da sahaya indi. Dayton ile ABD diplomasisi ve gücü bir nevi tekrar tesis edilmiş oldu nitekim kimsenin beklemediği NATO’nun genişleme politikasına Yeltsinli Rusya bu süreçte yeşil ışık yaktı.

Sonuç 

Boşnaklar ve Müslümanlara yapılan bu soykırım elbette ki ilk değildi. Balkanlar’da Osmanlı’nın geri çekilmesi ile başlayan süreçte Müslümanlar hep saldırılara maruz kaldılar. Daha sonra 1902-1903, 1912-1913 Balkan Savaşları, 1919’da, Ikinci Cihan Harbi’nde sürekli olarak Bosnalı Müslümanlar soykırıma uğradı. En son savaşta tek fark çok daha planlı ve hazır bir şekilde hareket eden Sırplar vardı. Kendilerini kutsal bir savaşta addediyorlardı ve ucu mutlaka Osmanlı’ya dayanıyordu. Nitekim Radovan Karadzic, 1991’de yaptığı konuşmada bu harekatın silahlı bir harekat olduğunu ve Kara Yorgi’nin 1804’te Osmanlı’ya karşı başlattığı isyanın devamı olduğunu açıkça ifade etmişti. Aynı şekilde eli kanlı Ratko Mladic ise 1995’te Srebrenitsa’yı Sırp ulusuna armağan ettiğini ve Türklerden intikam alma vaktinin geldiğini açıkça kameralar önünde ifade etmişti. Sırplar Müslüman Boşnakları “balija” diye isimlendirmişlerdi. Türkleşmiş slav veya hain manasına gelen bu sözü savaş boyunca bilinçli olarak kullandılar.

Bütün zorluklara, saldırılara, soykırım vahşetine ve ambargolara rağmen Boşnaklar ilk şoku atlattıktan sonra toparlanmayı başardılar. Orduyu düzene sokup birçok bölgede kuşatmayı yarıp karşı taarruza geçtiler. Ne var ki Bosna’daki ‘gizli el’ Müslümanların fazla güçlenmesini istemiyordu ve taarruzun durmasını istedi. Başta ABD’nin baskısı ile taarruz durdu ve Dayton Barış anlaşması imzalandı. Sırpların etnik temizliğe tâbi tuttuğu birçok toprak Sırplara bırakıldı, Boşnaklara herhangi bir tazminat ödenmedi ve siyasal kriz, bölünmüş bir devlet miras bırakıldı. Sırplar uyguladıkları zulümde sınır tanımadılar. Vahşetin her türlüsünü Müslümanlara uyguladılar. Hatta bazen öldürdükleri insanları gömmeye bile ihtiyaç duymadan Drina nehrine attılar. Bu sebepledir ki Drina nehri dünyada tek toplu mezar nehri olarak kabul edilmektedir. Hatta cesetler Sırbistan ve Belgrad’a dahi ulaştığı durumlar olduğu söylenir. Sırplar ayrıca kültürel soykırımda yaptılar. Osmanlı eserleri bu soykırımdan nasibini fazlasıyla aldı. Gözleri o kadar dönmüştü ki yaktıkları yüzlerce camilerin kalıntılarını Müslümanlar geri bulur ve yapar diye onlarca kilometre ötede farklı farklı alanlarda toprak altına gömmüşlerdi. Savaştan sonra Bosna-Hersek hükümeti TİKA’nın da yardımı ile birçok şehirde yıkılan camileri tekrar ihya etmiş durumda, çalışmalar hâlâ devam etmektedir.

Sırpların gözünde esas sorun Bosna ve Müslümanlardı. Bunu Yugoslavya krizinin başından beri görmek mümkündür. Nitekim Slovenya çok az hasar ve insan kaybı ile Yugoslavya’dan ayrılmıştı. Hırvatistan’da uzun soluklu bir bağımsızlık savaşı vermesine rağmen insan kaybı bakımından Bosnalı Müslümanlar kadar kaybı yoktu. Saraybosna kuşatması İkinci Cihan Harbi’nden sonra en şiddetli şehir kuşatması olarak tarihe geçti ve 15 bin masum sivil Sırplar tarafından katledildi. Bunun yaklaşık 1300’ü çocuklardı. Toplamda Bosna’da 150 bin insan hatayını kaybetti. Bunun yanı sıra Bosna-Hersek’te yoğun Müslüman nüfusunun olduğu bölgeler etnik temizliğe tabi tutularak Büyük Sırbistan hayali gerçekleştirilmek istendi. Zvornik, Foça, Prijedor gibi ağırlıklı Müslümanların yaşadığı şehirler savaş sonunda Sırplara bırakıldı. Sırplar Bosna’da 657 kamp kurdu. Bu kamplarda 200bin insan tutsak edildi. 30bin Müslüman vahşice katledildi ve 25bin kadın, kız ve hatta erkek tecavüze uğradı. Doç. Dr. Zemir Sinanović’in istatistiklerine göre Sırbistan ve Bosna’da savaş esnasında ve sonrasında 35bin üzerinde Sırp intihar etmiş. Bu da soykırımcı Sırpların işledikleri vahşetin altında vicdanen nasıl ezildiklerini açıkça gösteren bir veridir.

Onbinlerce insanın hayatını kaybetmesinin yanında İslâmî eserlerde ciddi yıkımdan geçmişti. Bosna Islam Toplumu verilerine göre 1992-1995 seneleri arasında 614 camii, 218 mescid, 69 medrese, 4 tekke, 37 türbe ve 405 başka İslâmî ve Osmanlı eser Sırp ve Hırvatlar tarafından yok edildi. 2.2 milyon insan mülteci durumuna düştü. Saraybosna Kütüphanesinin bombalanması ayrıca bir suçtur ve binlerce kitabın, yazma eserin, yani bir ülkenin geçmişini silme girişimidir.

Savaşın sona ermesi aslında türlü türlü sorunların başlamasına kapı araladı. Müslümanlardan temizlenen birçok bölgede artık Sırp ve Hırvatlar hakimdi. Bazı bölgelere geri dönen Müslümanlar azınlık durumuna düştüler ve hatta doğup büyüdükleri yerlere geri dönmeleri engellenmeye çalışıldı. 2000 senesinden itibaren tedrici olarak Müslümanların geri dönüşü başladı. Birçoğu yaşanan dehşet ve travmaların etkisiyle geri dönmedi veya dönmelerine izin verilmedi. Dönenler ise kendilerine zulmeden eski komşularının serbestçe dolaştıklarını gördüklerinde bir kez daha ihanet acısını hissettiler…

Batı ve özellikle Avrupa bu süreçte aciz kaldı ve müdahele etmekten çekindi. Kendi arka bahçeleri olarak gördükleri Balkanları kendi kaderlerine terk ettiler ve ancak ABD’nin devreye girmesiyle sürece müdahil olmaya çalıştılar. ABD ise ilk başlarda “bu bir Avrupa sorunudur, biz dünyanın jandarması değiliz” sözleriyle lakayıt bir tavır içinde oldu. Clinton’un başkan seçilmesi ve uluslararası baskılar sonucunda ABD sürece müdahil olmayı kabul etti. Dayton’un baş mimarlarından ABD’li diplomat Richard Holbrooke kitabında Batı’nın, bilhassa Avrupa’nın tutumunu Sırp yanlı hissiyatına bağlamakta ve bu sebeple geç kalındığını itiraf etmektedir. Amerikan baskısı ile Dayton barış anlaşması imzalandı. Fakat eski Boşnak bakanın söylediği gibi Dayton o an için akan kanı durdurdu fakat politik savaş hâlâ devam etmekte. Bosna-Hersek tek bir ülke gibi gözüksede ayrışma ve savaşın izleri hâlâ taze. Okullarda müfredat ayrı, su ve elektrik santralleri Sırplara ayrı, Hırvatlara ayrı, Müslümanlara ayrı dağıtım yapmakta. Bosna’nın Sırp bölgesinde yaşayan Müslümanlar doğum belgesi aldıklarında etnik köken ve din ibareleri boş olarak verilmekte. Karmaşık bürokratik sistem yüzünden savaşın mağdurları olan çocuk ve kadınlar herhangi bir tazminat almaları imkansız hale getirildi. Sözde Sırp Cumhuriyeti’nin başkanı Milorad Dodik’in emri ile müfredatta soykırımcı savaş suçluları Mladic ve Karadzic halk kahramanı olarak anlatılmaktadır. Bu ve bunun gibi politikalar ülkenin geleceğini ve Dayton barış anlaşmasını zora sokmakta. Rus Vagner örgütü ise Sırp bölgelerinde birçok şube açmış ve örgütlenmeye devam ediyor. Milorad Dodik önderliğindeki Sırp milliyetçileri ayrılıkçı fikirleri tekrar körüklemektedir. Balkanlar tekrar bir sıkıntılı dönemin arefesinde gibi gözüküyor.

Bugün Gazze’de olanlar tarihte olanların tekrarıdır ve insanlık hâlâ ders almamıştır. Gazze’de işlenen soykırım, Bosna ve Kosova’da olanlardan ayrı düşünülmemeli.
Fransız düşünür Bernard-Henri Lèvy’nin meşhur “Avrupa Saraybosna’da öldü” sözü hâlâ geçerlidir fakat artık Gazze ve Filistin’de sadece Avrupa değil, tüm dünya öldü..

Kaynakça:

– Yugoslavia: Death of a Nation / BBC

– Temiz Bosna toprağında secde / Harun Horiç

– Srebrenica Who Cares? / Thom Karremans

– The Muslim-Croat Civil War in Central Bosnia / Charles R. Shrader

– Bosniaks, Genocide in continuity / Avdo Huseinovic 

– To end a War / Richard Holbrooke

– Operation Insanity / Albay Richard Westley 

– Balkan Battlegrounds: a Military History of the Yugoslav Conflict 1990-1995 cilt 1 ve 2

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.