Zamanın izinde: Türklerin tarih boyunca kullandığı takvimler
Takvimler, insanlığın gökyüzüne bakarak zamanın akışını anlamlandırma çabasının ürünüdür. Gök cisimlerinin döngüsel hareketlerinden ilham alınarak oluşturulan bu sistemler, yalnızca zamanı ölçmekle kalmaz, aynı zamanda toplumların kültürel ve tarihsel kimliklerini de yansıtır.
Türk milletinin geçmişine baktığımızda, tarih boyunca kullanılan farklı takvimlerin sadece birer zaman ölçüm aracı değil, aynı zamanda medeniyetlerle kurulan bağların ve inanç dünyasının birer aynası olduğunu görürüz.
Bu yazıda, Türklerin tarih boyunca kullandıkları takvimlere ve bu takvimlerin arkasında yatan derin anlamlara bir yolculuk yapacağız.
Göklerin Şiiri: 12 Hayvanlı Türk Takvimi
Türk milletinin tarih sahnesine çıkışında gökyüzü her zaman kutsal bir ilham kaynağı olmuştur. 12 hayvanlı Türk takvimi, bu köklü bağın en çarpıcı örneklerinden biridir. Hayvan isimleriyle anılan yıllardan oluşan bu takvimde, zaman adeta canlı bir varlık gibi düşünülmüş ve yıl döngüleri hayvan figürleriyle sembolize edilmiştir.
Bir yıl, her biri otuzar gün olan 12 aydan oluşur ve bu döngü, “devir” ya da “müçel” olarak adlandırılır. Yıllar, sıçgan (sıçan), ud (öküz), yılan ve pars gibi hayvanlarla ifade edilirken, her çağ kendi adını taşıyan bir kimliğe bürünür. Orhun Abideleri’nde geçen ifadeler, bu takvimin ne kadar köklü bir geçmişe sahip olduğunu ve Türklerin zamanı nasıl kutsal bir miras gibi ele aldığını açıkça gösterir.
Hicretin Gölgeleri: Hicri Takvim
İslamiyet’in kabulüyle birlikte Türkler, inançlarına uygun bir zaman düzenine geçiş yapmış ve hicri takvimi benimsemiştir. Ay’ın hareketlerine dayanan bu takvim, 622 yılında Hz. Muhammed’in hicretiyle başlayan bir yolculuğun izini taşır. Her ay, dini bir ritmin taşıyıcısı olmuş, Ramazan ayının derin anlamı ya da Muharrem ayında yaşanan Kerbela olayının matem dolu günleri, bu takvime ruhunu vermiştir.
Melikşah’ın Yıldızları: Celâli Takvimi
Büyük Selçuklu Sultanı Celâleddin Melikşah’ın emriyle Ömer Hayyam ve diğer bilginler tarafından hazırlanan Celâli takvimi, adeta bir astronomi harikasıdır. Güneş yılına dayalı bu takvimde, her biri 30 günden oluşan 12 aya ek olarak, yıl sonuna 5 gün ilave edilmiştir. Bu takvimin başlangıcı, doğanın yeniden canlandığı Nevruz gününe denk getirilmiştir.
Celâli takviminin doğruluğu o kadar kesindir ki, 5000 yılda yalnızca bir günlük hata payı bulunur. Bu, Türklerin bilimle olan bağlarının bir göstergesidir ve yıldızların dilini çözmedeki ustalıklarını ortaya koyar.
Bir Uyuma Doğru: Rumi Takvim
Osmanlı Devleti döneminde, hicri takvimin mali işler üzerindeki etkisi, yeni bir düzenlemeyi zorunlu kılmıştır. 1677 yılında Başdefterdar Hasan Paşa tarafından geliştirilen Rumi takvim, hicri yıl esas alınarak hazırlanmış ancak Jülyen takvimine dayanan bir güneş yılıyla uyum sağlamıştır.
Bu takvim, devletin gelir-gider dengesi açısından daha işlevsel olmuş, 1 Mart’ta başlayan yılı ve “sıvış yılı” gibi özel uygulamalarıyla Osmanlı bürokrasisine nefes aldırmıştır.
Dünyanın Ritmi: Miladi Takvim
Türkler, batıyla uyum sağlama ihtiyacı hissettiklerinde, miladi takvimi kabul etmişlerdir. 1925 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi takvimi olan bu sistem, güneş yılını esas alır ve 1 Ocak’ı yılbaşı olarak belirler.
Miladi takvim, adını Roma İmparatoru Jül Sezar’dan alan Jülyen takviminin geliştirilmiş bir versiyonudur. Her dört yılda bir artık yıl uygulamasıyla zamanın ritmini tutturur ve küreselleşen dünyanın bir parçası olarak insanları ortak bir düzen içerisinde buluşturur.
Zamanın Akışında Türkler
Türklerin kullandığı takvimler, sadece tarihin akışını düzenlemekle kalmamış, aynı zamanda birer kültür taşıyıcısı olmuştur. Her bir takvim, gökyüzünün hikâyelerini, inançların derinliklerini ve toplumların ihtiyaçlarını yansıtan bir ayna gibidir.
Bugün miladi takvimle zamanın akışını takip ederken bile, geçmişte kullanılan takvimlerin Türk kültürüne kattığı zenginliği unutmak mümkün değildir. Türkler, yıldızlara bakarak başlayan bu yolculukta, zamanı sadece ölçmekle kalmamış, onu bir yaşam felsefesine dönüştürmüştür.