İlk hava şehitlerimizin acı yolculuğu: Kahramanlarımız Şam’da yatıyor
Gazeteci ve araştırmacı yazar Mustafa Armağan, kaleme aldığı “İlk hava şehitlerimiz Şam’da yatıyor” başlıklı yazısında Osmanlı’nın gökyüzüne uzanan ilk büyük havacılık serüvenini ve bu yolda verilen şehitleri tarihî belgeler ışığında hatırlattı.
Mustafa Armağan, Türkiye’nin yakın günlerde Gürcistan semalarında yaşadığı uçak kazası nedeniyle gündeme gelen hava şehitliği kavramını geçmişle buluşturarak Osmanlı’nın havacılık idealinin köklerine dikkat çekiyor.
HAVACILIK TARİHİMİZİN BAŞLANGICI: OSMANLI’NIN GÖKLERE UZANAN MACERASI
Armağan’ın aktardığına göre dünya ilk kez 1903 yılında Wright Kardeşler’in uçuşuyla havacılıkla tanıştı. Osmanlı Devleti ise bu gelişmelere seyirci kalmayarak kısa süre içinde kendi adımlarını atmaya başladı. 1909’da Belçikalı Baron de Catters’ın Taksim Meydanı’ndan gerçekleştirdiği uçuş denemesi İstanbul semalarında büyük bir merak uyandırdı.
Osmanlı, hem halk desteği hem devlet kararlılığıyla havacılık çalışmalarını hızlandırdı. Armağan’ın anlattığına göre halktan toplanan bağışlarla Muavenet-i Milliye ve Prens Celaleddin isimli iki uçak satın alındı. Yeşilköy’de ilk uçak tesisleri kurularak eğitimli pilotlar yetiştirilmeye başlandı.
KUDÜS’E UZANAN ZORLU YOLCULUK VE İLK HAVA ŞEHİTLERİ
1914 yılına gelindiğinde Enver Paşa’nın talimatıyla Osmanlı pilotları göklere daha cesur bir hedef için yükseldi: İstanbul’dan Kahire’ye havadan ulaşmak.
Mustafa Armağan’ın aktardığı bilgilerde, 8 Şubat 1914’te Muavenet-i Milliye ile havalanan pilot Mehmed Fethi Bey ve yardımcısı Sadık Bey, Torosları ve Adana’yı geçip Halep ve Şam’da gösteri uçuşları yaptı. Ancak Şam’dan Kudüs’e giderken Taberiye Gölü civarında şiddetli hava akımına yakalanarak Cehennem Vadisi’nin kayalıklarına çarpıp şehit düştüler.
Armağan, iki pilotun cenazesinin on binlerce kişinin katılımıyla Şam’daki Emeviye Camii avlusunda, Selahaddin Eyyubi’nin ayakucuna defnedildiğini hatırlatıyor.
Bu acı kaybın ardından Prens Celaleddin uçağıyla yola çıkan Üsteğmen Nuri Bey ve gözcü İsmail Hakkı Bey de Yafa’da yaşanan kazada suya gömüldü. Nuri Bey şehit olurken İsmail Hakkı Bey ağır yaralı olarak kurtarıldı.
Böylece Türk havacılık tarihinin ilk şehitleri Şam-ı Şerif’in toprağına emanet edildi.
OSMANLI’NIN VAZGEÇMEYEN AZMİ VE KAHİRE’YE ULAŞAN MÜJDE
Armağan’ın yazısına göre Osmanlı pes etmedi ve üçüncü bir uçak satın alınarak yüzbaşılar Salim ve Kemal Bey yeni bir yolculuğa başladı. Edremit’te mecburi iniş sonucu zarar gören uçağın yerine bu kez Edremitliler kendi aralarında para toplayarak yeni bir uçak bağışladı. “Edremit” adı verilen bu uçak Beyrut’a gemiyle taşındıktan sonra havalanarak 1 Mayıs’ta Kudüs’e ulaştı.
9 Mayıs’ta Kahire semalarına varan ekip, Piramitler üzerinde yaptıkları uçuşla büyük heyecan yarattı. Hatta bu tarihi uçuşun kartpostalları bile basıldı.
Bu üç aylık zorlu mücadele, Armağan’ın vurguladığı gibi, Osmanlı havacılığının temellerini atarak Çanakkale’de kritik görevler üstlenecek hava kuvvetlerinin doğuşunu hazırladı.
TAYYARE ŞEHİTLERİ ANITI: BİTMEYEN YOLCULUĞUN SEMBOLÜ
Mustafa Armağan, Fatih’teki top mermisi şeklindeki mermer sütunun bu tarihi serüveni hatırlattığını belirtiyor. Mimar Vedat Tek’in hazırladığı Tayyare Şehitleri Anıtı, 1916’da açıldı. Anıttaki kırık sütun yarım kalan uçuşları, tunç madalyalar ise pilotların Kahire’ye ulaşmaları hâlinde göğüslerine takılacak ödüllerin büyütülmüş hâllerini simgeliyor.
Armağan’ın ifadelerine göre bu anıt bize şunu hatırlatıyor:
“Bugüne kolay gelinmedi, bilin ki yarına da kolay yürünmeyecek.”

Tayyare Şehitleri Anıtı
***
İşte Mustafa Armağan’ın Yeni Akit’te “İlk hava şehitlerimiz Şam’da yatıyor” başlığıyla yayımlanan yazısı:
Salı günü Azerbaycan’dan havalanan askeri kargo uçağımız Gürcistan’da kaza yaptı ve 20 askerimiz hayatını kaybetti. Şehit düşen askerlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyorum.
İstanbul Fatih’te eski kaymakamlık ve belediye binasının karşısında bulunan top mermisi şeklindeki mermer sütun bize neler fısıldar?
Dünyada ilk uçak 1903’ün Aralık ayında havalanmıştır. Amerikalı Wright kardeşlerin açtığı yeni çığıra Osmanlı da ilgisiz kalmayacaktır.
1909’un bir Aralık günü Baron de Catters adlı Belçikalı bir asilzade Taksim meydanından havalanmışsa da uçağı düşmüş ve Pangaltı’da bir evin damına çakılı vaziyette bulunmuştur.
Havacı subaylarımız Almanya, İngiltere ve Fransa’ya eğitime gönderilirken halktan İâne-i Milliye adı altında para toplanıp iki adet uçak satın alınır. Birisi doğrudan yardım kampanyasının adını almıştır (Muavenet-i Milliye), öbürüne ise bağışçı Prens Celaleddin’in adı konulmuştur. Nihayet bugün adı Sefaköy’e dönüşen Sofraköy’de (Millet Bahçesi olarak yeniden düzenlenen eski Yeşilköy/Atatürk Hava Limanı’nın bulunduğu mahalde) ilk uçak tesisleri yükselmeye başlar.
Eylül 1913’e geldiğimizde Fransız Hava Kulübü’nden üç uçağın Osmanlı semalarında kıran kırana yarışına sahne olur İstanbul. 1913 yılında Kahire’ye ulaşan ve İslam âlemine moral pompalamaya yönelik bir teknolojik şova dönüşen bu uçuşlar Osmanlı’nın Balkan harbinden yaralı çıkan gururunu tamire yarar.
Karar verilir: Müslümanların yarışta geri kalmadıkları cümle âleme ispat edilmelidir. Osmanlı göklere tırmanabildiğini göstermek azim ve kararlılığındadır.
Enver Paşa’nın isteği üzerine 8 Şubat 1914’de Yeşilköy’den havalanan Muavenet-i Milliye’nin pilotu Mehmed Fethi, yardımcısı da Sadık Beydir. Arkalarından Nuri Bey’in kullandığı, gözcülüğünü İsmail Hakkı Bey’in yaptığı Prens Celaleddin havalanır.
Fethi Bey uçağıyla Torosları aşmayı başarmış, önce Adana’ya inmiştir, sonra Halep’e. İki hafta boyunca Şam ve Beyrut’ta gösteri uçuşlarına katılan Fethi ve Sadık Beyler 27 Şubat günü Şam’dan Kudüs’e gitmek üzere havalanır.
Kudüs’te toplanmış olan 80 bin kişi Osmanlı kuşunu beklemektedir. Ancak nafile. Zira Muavenet-i Milliye 80 km kadar uçtuktan sonra Taberiye Gölü civarındaki Cehennem Vadisi üzerinden geçerken kuvvetli bir hava akımına kapılmış ve mürettebatı kayalara çarparak şehit olmuştur. Cenazeler 10 bin kişinin katıldığı bir kalabalıkla Şam’da Emeviye Camii’nin avlusundaki Selahaddin Eyyubî’nin ayak ucuna defnedilir ki halen oradadır.
Osmanlı peşini bırakmaz işin. Kahire’ye uçma emri bu defa arkadan gelen uçağa, yani Prens Celaleddin’e verilir. Üsteğmen Nuri ve İsmail Hakkı Beyler 11 Mart günü Yafa’dan havalandıklarında binlerce kişi arkalarından duaya durmuştu. Ne var ki, onlar da aynı akıbetten kurtulamayacaktı. Bu defa uçak daha havalanamadan denize gömülmüş, Nuri Bey şehit olmuş, yoldaşı İsmail Hakkı Bey güç halle kurtarılmıştır.
Yine kalabalık bir cenaze alayı Nuri Bey’i de Selahaddin-i Eyyubî’nin ve havacı arkadaşlarının yanında toprağa verecek, böylece havacılık tarihimizin ilk şehidleri Şam-ı Şerif’in mübarek toprağına emanet edilecektir.
Osmanlı inadı bu, işin peşini bırakmaz.
Üçüncü bir uçak satın alınır. Salim ve Kemal isimli iki yüzbaşı Ertuğrul adlı uçakla yola çıkar. Aksilikler yine yakalarını bırakmaz. Edremit yakınlarında ağaçlı bir bölgeye mecburi iniş yaparlar; uçakları kullanılamaz hale gelmiştir.
İşe bakın ki, bu defa Edremitliler para toplayıp yeni bir uçak satın alır ve hava kuvvetlerimize bağışlar. Beyrut’a gemiyle götürülen Edremit uçağı oradan havalanıp 1 Mayıs’ta Kudüs’e iner. Üç bin kişilik bir cemaatle Mescid-i Aksâ’da kılınan şükür namazı heyecanı zirveye çıkarır.
Ve mutlu son. Salim ve Kemal beyler Mayıs’ın 9’unda Kahire’dedir. Piramitler üzerinden uçan Edremit uçağı o denli büyük bir heyecan dalgasına yol açmıştır ki, kartpostalları çıkarılmış, sonuçta Müslümanların dikkatini havacılığın önemine çekmeyi başarmıştır. Bu başarıyı bir yardım kampanyası taçlandıracaktır.
Kahire’ye ulaşma macerası tam üç ay sürmüş ve ilk büyük hizmetini Çanakkale Savaşı’nda verecek olan hava kuvvetlerimizin temellerini atmıştır.
Artık macerayı ve şehitlerimizi ölümsüzleştirecek bir abide yapmak vacip olmuştur.
Mimar Vedat Tek’in projesiyle Nisan 1914’de temelleri atılan Fatih’in merkezindeki abide 1916’da açılmıştır. Tayyare Şehitleri Anıtı’nın üzerinde yükselen ucu kırık sütun havacılarımızın yarım kalan yolculuklarını simgeler. Tunç madalyalar ise talihleri yaver gitseydi Kahire’de göğüslerine asılacak olan madalyaların büyütülmüş kopyalarıdır.
Fatih’teki bu kırık sütun şunu fısıldar bize:
Bugüne kolay gelinmedi, bilin ki, yarına da kolay yürünmeyecek…
Kaynak: Gercektarih.com.tr