İnsan, şehir ve medeniyet
İnsanın kendisini gerçekleştirmesi için gerekli olan bir mekâna ve zamana olan ihtiyaç tarihsel seyri içinde kendisini dayatmaktadır. İnsan, salt kendisi olarak varlık sahasına çıkması, kendi yalnızlığı içinde kaybolmasını da içerecektir. Bu yüzden insan, kendisini gerçekleştirme mekânı olarak şehir ve zaman olarak da medeniyeti işaret etmek insana işarettir.
Şehir, insanın kendisini var kıldığı, gerçekleştirdiği ve başkaları ile birlikte var olmayı öğrendiği bir zemini işaretler. Şehir, bir kültür ve inanç bağı üzerinden insanların insanlar ile ve diğer varlık türleri ile birlikte var olmanın şartlarını olgunlaştırdığı bir mekândır. Şehir, inanç, kültür ve yaşamın kendisini bir bütün içinde anlamlı bir birlikteliğe yönlendirir. Zaman, şehrin insanının kendisini eğitirken ve olgunlaştırırken neyle karşılaştığında nasıl bir cevap üretmesi gerektiğini gösteren, ileten ve öğreten olarak inanç ve kültürü içermektedir. Bu temel yaklaşım bize insanın bir şehirde ve bir medeniyet içinde varlık kazandığı zaman kendi olgunluğunu da imlediğidir.
Medeniyet, insanın zırhıdır. Onun korunağıdır. Kendi mevcudiyetini sağlama alırken, kendi şahsiyetini inşa edeceği bir zaman dilimini de içermektedir. Medeniyet ise kendisini dayandırdığı inanca taalluk eder. Medeniyeti farklılaştıran ise dayandığı inançtır. Bir şehir dayandığı inancın taalluk ettiği yaşamı içselleştirdiği kadar medeni olur.
İnsanın dayandığı tanım ise medeniyeti inşa eden dünya görüşü ile birebir ilişkili bir durumdur. Dolayısıyla dünya görüşleri medeniyetin kurucu ruhunu işaret ederler. O zaman medeniyet tasviri, tanımı ise bu dünya görüşünün yaşama ve insana yönelik ileri sürdüğü tezlere dayanır.
Medeniyet tarihi tartışmalarına dikkat kesildiğimizde birden fazla medeniyet tanımı buluruz. Ruhçu medeniyet, Maddi Medeniyet ve ikili gerçekliği kabul eden Kitabi/vahyi dinler…
Madde ve ruh içinde sığışmış bir inanç kümesinin temsil ettiği medeniyetleri ise yunan ve benzeri kültürler ile Hint, Çin ve İran gibi medeniyetlere gönderme yapılır. İslam ise ilk peygamberden son peygambere kadar kendini sürekli yenilerek varlık sahasında kalan nübüvvet merkezli bir inanç ve amel medeniyetidir. Biz buna ‘İman Medeniyeti’ de diyebiliriz.
DEVAMI GERÇEK TARİH DERGİSİ MART 2022 SAYISINDA