Manifesto
Dünya yarandığı günden beri savaştı; kimi daha çok toprak için, kimi hayatta kalmaktan yana, kimi din uğrunda, kimi soy yolunda, kimi azgınlığından, kimi namusunu korumak için, kimi benlik için, kimi hile ile, kimi gaddarlıktan, kimi şerefiyle, kimi onuruyla savaştı… Ne insan dünyaya sığdı, ne dünya koynunu ona huzurlu kıldı. Ölümün kaçınılmaz, hakkın ölümsüz olduğuna, kıyamet gününe inanan insan, öldürmekten hiç vazgeçmedi. Kudret ve vazifeye gücü yetmedi vicdanın; basmadı tartısı dünyanın. O dünyanın mizanı kadar dert olmadı insana bu dünyanın haysiyetle gururu.
Gemisini insan kanında yürüten iblis, manifestosunda işgali, tecavüzü, zorbalığı listeledi. Dünyayı ince ince dokudu ulu Allah, zeka verip yarattığı insan onu mahvetmek için elinden gelenin bin katını yaptı. Koynuna merhamet, hoşgörü, insaf serpti yarattığının; yerinde kin, nefret, hasım yeşerdi. Kuşların yuvası bombalandı bu ölümlü dünyada, çocukların gülüşü kurşunlandı. Bir ana yavrusuna siper oldu diye öldü, bir yavru yurdu teslim düşmesin diye…
Bir oğul anasının namusu uğrunda canından geçti, bir asker coğrafyada gösteremediği bir yerde anlam veremediği korkunç hırs uğrunda toprağa düştü. Bir evlat, hayatı vakitsiz sarardı, bir ana yaşarken kaderi ömürlük karardı.
Cihan bir deniz, ülkeler gemi, kaptanı iblis; manifestosu kan ve gözyaşı. Liman tutuşmuş, karadaki fener limanı belirlemek için değil yangını körüklemek için yanıyor. Bu nasıl bir gemiyse batan tarafında çocuklar can havliyle çırpınırken bir tarafında azgın insanlar pişkince gülüyor. Mermiler delik deşik etmiş ufukları, kaptan kan damlayan gözlerle baktığı manzaranın seyrinden bahtiyardır. Bir tarafta çiçekler ağlıyor sahillerde, bir taraf lalezârdır. Ağaçlar sararmış zamansız bir yanda, bir yanda güllük gülistandır. Bir tarafta güller açılmış bahar hevesli, bir tarafta gülleler sayrışıyor ölüm nefesli. Bir yerde şairler yağmura şiir yazıyor, bir yerde insanlığın üstüne kurşun yağıyor. Çağlıyor çeşmeler bir yerde göz yaşı tekin, bir yerde akıyor göz yaşları çeşmeler gibi…
Bir tiyatronun sahnesi, bir kitabın sayfası, bir film senaryosu; hepsi hayal ürünü. Oysa hayalden daha ötedir beşeriyetin seyri. İblisin kolunu ne ilim yıkabildi, ne çağlar, ne de teknoloji. Herkes edevat besler iken koynunun en güzel yerini ona teslim etmiş hür iradesiyle. Kuran’ın faziletiyle, İncil’in zarafeti çarpışmış, ortaya nur topu gibi nifak tohumları saçılmış. Dünya iki hikmetin kölesidir; içlerindeki hikmetin değil, onları ellerinde tutan insan kılıklı şeytanların kölesi… Biri dostça yaşayalım diyerek düşmanlığı simgeliyor, biri barışı beslerken savaşı tetikliyor. Yoksa ulu kudret de mi çaresiz insan azgınlığı önünde? Madem su zerresine ol deyince oldurup insan yarattı, onun kanını su gibi akıtan iblise neden bu kadar fırsat verdi? Zekasını yararlanıp ürettiği korkunç füzeleri körpecik yavruların başlarına yağdırmak için kullanma izni, kuvveti verdi. Belki O’da pişmandır yarattıkları için…
Hani üç günlük dünyada kalp kırmaya dahi değmezdi, neden insanı insana kırdıran kibir filizinin köklerinin bu asırdan o asra dayanmasına müsaade etti? Şahlara, hakanlara, evliyalara kalmayan dünya için bu kadar kan dökmeye değer mi? Değer mi ki, er geç geceyi gündüze ilikleyen ince çizgiyi bir dağın başında bulut gibi seyredeceksek. Değer mi, çaylar bu kadar güzel akarken, denizler bu kadar coşkun dalgalanırken, gökyüzü bu kadar eşsiz enginliğe göğüs açarken onları kana boyamaya. Değer mi, çocukların gülüşünü soldurmaya, analara saç yoldurmaya. Değer mi, inancın en seçkinini kirletmeye. Biri kinini kussun diye binlerin kan kusması yetmedi mi? Hani en çok tabliğatı olan barış terimidir adalet.
Görüldü mü şimdiye kadar dünyada? Sesini duyan, elinden tutan oldu mu? Ülkeler, çeşit çeşit nedenlerden girer kargaşa içine; taraflar ya sınır anlaşmazlığı olur ortak fikre varamaz diye savaşır, ya inanç kavgasıdır, ya aç gözlükten, vahşilikten, ya da gerçek kimliğinin hakk kavgasındadır. Haksız yere istilaya, tecavüze, soykırıma uğramaya karşı direnmenin verdiği hukuk gereği savaşılmadığı sürece savaşın her türlüsü cinayettir, bağışlanmazdır. Ulus devletçiliğine hor baktılar; temelinde kan var dediler. Neyin temelinde kan yok ki? Gökten inmişlere inansın diye milletlerin kanı sel gibi akıtılmadı mı? “Kardeşçe yaşamak mümkündür” diyerek kandırıp kemikleri dağ gibi üst üste yığmadılar mı?..
Ay, süzer nurunu gecenin bağrına inceden inceye, gün doğar, can sağar şafaktan bahçeye, çiçeğe. Rengarenk boyanır kuytular, yıkanır buluttan al elvan gökkuşağı. Kar yağar, bürüner el alem ağ beyaz örpeye. Yaz gelir, gülümser tabiat dip köşe. Sonbahar olunca, toprağa düşerken boylanır yapraklar son defa Güneş’e… Bunları ne güzel derledi Yaradan değil mi? Ardından ne yazık insanı yarattı. Ve sonra göğsünde şeytana yer açtı.
Bozuldu dünyanın dengesi. Oysa ne güzel, ne eşsiz bir yerdi bu dünya; hepsi insan içindi. Ahiretin cennetine inanan insan, bu güzel cenneti cehenneme çevirdi. Beşeriyetin manifestosunu anlattı bir beyitle Ömer Hayyam. Düşünmekle çıkamaz içinden ne kadar çırpınsa da çaresizdir insan…
Yaradan dünyayı ne için yarattı?
Sonra dağıtmaya niye el attı?
Eğer iyidirse mahvı ne lazım?
Kötüyse ne için günaha battı?..