tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Arıcan: Bireyselleşmenin tarihsel ve felsefi kökleri Batı düşüncesine dayanıyor

Arıcan: Bireyselleşmenin tarihsel ve felsefi kökleri Batı düşüncesine dayanıyor
19.06.2023
A+
A-

Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Genel Başkanı ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ) Rektörü Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan, kendisiyle yapılan söyleşide içinde bulunduğumuz çağın öne çıkardığı bireyselleşmeyi tanımladı. Diyanet dergisinden Emin Gürdamur’un sorularını yanıtlayan Arıcan, bireyselleşmenin tarihsel ve felsefi köklerinin Batı düşüncesine dayandığını ifade etti.

Diyanet dergisinin Haziran 2023 tarihli sayısında “İslam’ın ideal bireyi, nefsini Müslümanlaştırmış kâmil insandır” başlığıyla söyleşi yayınlanın söyleşinin bir bölümünü Gerçek Tarih okurlarıyla paylaşıyoruz:

(E.G.) Eleştirel aklın egemen olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu çağın öne çıkardığı bireyselleşmeyi genel anlamıyla nasıl tanımlayabiliriz? Bireyselleşmenin kökleri tarihsel olarak hangi düşüncelere dayanır?

Bireyselleşmenin tarihsel ve felsefi kökleri Batı düşüncesine dayanıyor. Bireyselleşmeyi Platon’dan, Aristo’dan itibaren başlatabiliriz. Fakat asıl kırılma XV. yüzyılda yaşandı. O zaman varlık anlayışında değişim başlıyor. Ontoloji tersyüz oluyor, bütüncül anlayış, düaliteye dönüyor. Özellikle Descartes ve Descartes sonrası Kartezyen felsefe ile varlık anlayışında bir bölünme başlıyor. Bütüncül, monist, biricik olan varlık anlayışı düalizme indirgeniyor ve aşkın olan tasavvur, mekanik ya da fenomenal düzeye indirgeniyor. Bunu Descartes’ın ruh beden düalizmi içinde görüyoruz. Artık mekanik evren tasavvuru ve bireye dair parçalanmış düalist bir anlayışın ortaya çıktığını görüyoruz modern felsefeyle. Diyebiliriz ki bireyselleşmenin kökleri XV-XVI. yüzyıla dayandırılabilir. Sonra sanayileşme, Rönesans, aydınlanma anlayışlarıyla Kant’a kadar geliyor. Kant’ın, aydınlanmanın manifestosu sayılan “aklını kullan” anlayışı, bireyselleşmenin zirve noktası.

Batı anlayışında bireyselleşme, özelleşme, özne olma hâli… Aslında öznenin bir bilinci var ancak bu bilinç iradi mi, ahlaki sorumlulukları var mı? Bunlar bireyselleşmenin kendi içindeki çıkmazları. Hegel bunu fark etti;

Kant’ın özne felsefesine ve özne tanımına itiraz ediyor. Evet, özne ya da birey bilinç sahibi ama Hegel buna öz bilinç sahibi olmayı yani iradeyi ekliyor. Çünkü öz bilinç olmazsa sorumluluk, yükümlülük olmayacak ve öznenin özgürlüğü subjektif bir özgürlük olacaktır. Hiçbir yaptırımı olmayan kendi eğilimlerinin yani nefsinin istediklerini yapma anlamına gelecektir ki bu sonunda bir anarşizme ya da bir teröre doğru evrilecek bir durumdur. Dolayısıyla Hegel, Kant’ın bu anlayışına itiraz eder.

Bu anlamdaki bireyi ve bireyselleşmeyi Hegel de eleştirmiştir. Hegel, Kant’ın öznenin sadece bilinç sahibi olması gerektiği anlayışını yeterli bulmaz, öz bilinç sahibi olması gerektiğini söyler. Öz bilinç yoksa öznenin özgürlüğü ilk olarak boş bir formalizm doğuracaktır. İkinci olarak özne ve sahip olduğu o özgürlük, ahlak dışı ilkeleri, etik olmayan durumları meşru kılacaktır. Üçüncü olarak da özne; birey, bireyselleşme nihayetinde sözleşme, yasa gibi olguları da devre dışı bırakacaktır.

Tabii bu noktada şunu ifade etmemiz gerekir ki Hegel’in de birey ve bireysellik tanımında eksiklik vardır. Çünkü öz bilinci olsa da bu birey yine aşkın olanla bağını koparmıştır. Yani Descartes’ta kırılmaya uğrayan bütüncül evren anlayışı da aslında bireyin aşkın olanla, müteâl olanla bağı da kopmuştur. Dolayısıyla Hegel’in anlayışının da ciddi olarak eleştirilmesi gerektirmektedir. Öznenin sorumluluklar yüklenmesi gerekmektedir. Tüm bunlardan sonra belki bireyselliği şöyle tanımlayabiliriz: Bireysellik, kişinin varoluşunu sadece kendisi için öncelemesidir. Tabii bu, her birey için söz konusu olduğunda bireylerin birbirine yabancı olduğu bir bireysellikler dünyası doğacaktır. Dolayısıyla Batı’da XVI. yüzyılda ve aydınlanmayla zirveye ulaşan bireysellik, en sonunda egoizme, narsisizme ve solipsizme de kapı aralamaktadır. Bunların her birinin kendine göre bir tanımı ve açmazı var. Narsisizm, kendi benine tapmaya varan bir kibir ve enaniyet içeriyor. Solipsizmi de benmerkezciliği çok ileri noktaya götüren bir tutum olarak görebiliriz.

(E.G.) Tarihî süreç içinde bireyselleşmenin bir tür dokunulmazlık kazandığını, zamanın ruhunun da bunu modern bir duyarlılık olarak koruduğunu görüyoruz. Batı’da Aydınlanma deneyimleriyle ilişkilendirilen bireyselleşmenin İslam medeniyetindeki karşılığı nedir? Müslümanların bireysellikle ilişkisi hangi ahlaki kodlara dayanır?

İslam düşüncesinde bireysellik değil şahsiyet sahibi olmak önemlidir. Şahıs duyguları, düşünceleri olmakla beraber akıl ve kalp varlığıdır. Kalp, gönül şehrinin sultanıdır, hükümdardır, akıl onun veziridir. Bu ikisinin uyumuyla irade, kararlı tercihler oluşur. Kur’ani perspektifte kişi olmak, şerefli bir varlık olmaktır. İnsan eşref-i mahlûktur. Sadece soyut bir özne değildir. Yeryüzüne “halifetullah” olarak inmiş bir varlıktır. Tüm varlık ona emanet edilmiştir ve yeryüzünü mamur etme sorumluluğu vardır. Peygamberler bunu en güzel şekilde temsil eder. Varlık gerekçeleri, sorumluluğu üzerlerine alarak yeryüzünü mamur etmektir. İslam düşüncesinde şahıs; ontolojik, epistemolojik ve aksiyolojik boyutları, koordinatları olan bir varlıktır. Diğer şahsiyetlerle ilişkilidir; evreni, tabiatı ve tabiattaki tüm mahlûkatı kendisi gibi canlı, hukuku olan varlıklar olarak görür. Onlar Yüce Yaratıcı’nın yaratmasına muhatap olmuştur. İster organik ister inorganik tüm varlıklar mukaddestir. İslam düşüncesindeki şahıs, aşkın olanla her an iletişimdedir. En kalabalık ortamda dahi zihin ve kalp Hakk ile iletişim hâlinde olabilir. Buna, “halk içinde Hakk’la beraber olmak” diyoruz. Bu aynı zamanda epistemolojik bir bilinç ve şuur hâlidir. Sürekli O’ndan da yeni bilgiler öğrenir. Bununla beraber diğer şahıslara selam vermek, onların hâlini hatırını sormak gibi bir ahlaki yükümlülüğü var.

Buna İslam şahsiyeti, Müslüman şahsiyeti diyoruz. Müslüman şahsiyet, ahlaki yükümlülüklerle hareket eder. Tolstoy’un İnsan Ne ile Yaşar adlı kitabında anlatıldığı gibi insan sevgiyle, merhametle yaşayan varlıktır. Orada çok güzel bir bölüm var: “İnsan anasız babasız yaşayabilir ama Allah inancı olmaksızın yaşayamaz.” İslam düşüncesindeki birey böyle bir bilinç sahibi şahıstır, kişidir.

Gercektarih.com.tr

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.