Emevilerin yeniden dirildiği topraklar: Müslüman İspanya
Emeviler 7.yüzyılda bütün Kuzey Afrika’yı ele geçirmiş, 8.yüzyıl başlarında da Akdeniz’in çıkış kapısı Cebelitarık Boğazı’nın Avrupa yakasına, bugünkü adıyla İber Yarımadası’na, bizim bildiğimiz adıyla Endülüs’e efsane komutan Tarık Bin Ziyad liderliğinde 711 yılında ilk fetihlerini gerçekleştirmişlerdir. Bugün olduğu gibi o dönemde kozmopolit bir yapıya sahip olan İber Yarımadası 750 yılına kadar başkenti Şam olan Emevi Devleti’nin yolladığı valiler tarafından yönetilir.
Adını Tarık Bin Ziyad’dan alan ve “Tarık’ın dağı” anlamına gelen Cebelitarık, Akdeniz’i Atlas Okyanusu’na kavuşturan bir boğaz olmasının yanı sıra Emevilerden günümüze özerk yapısını da korumaktadır. 1462’de İspanyollara geçen Cebelitarık, 1502 yılında resmi İspanyol toprağı olurken 1704 yılında İngiltere-Hollanda donanma kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir. İspanya 1713 yılında yapılan anlaşmayla Cebelitarık’ı İngilizlere vermek zorunda kalır. Konumu itibariyle Cebelitarık Boğazı insanlık tarihi boyunca daima kıymetli olmuştur. 1830 yılında İngilizlerin sömürgesi ilan edilen Cebelitarık yakın tarihlerde İspanya ve İngiltere arasında krizlerin çıkmasına da neden olmuştur. 2002 yılında Fas ile İspanya Cebelitarık adına karşı karşıya gelmiştir. 2006 yılından bu yana İngiltere’ye bağlı özerk bir yapıya sahip olan Cebelitarık 300 yıldır İngilizler ve İspanyollar arasında paylaşılamamaktadır. Ayrıca yerli halk topraklarını, ne İspanya’nın alabileceği ne de İngiltere’nin verebileceği bir “ülke” olarak nitelemektedir. İdarisi yapısı karmaşık olan Cebelitarık’ı Birleşmiş Milletler (BM) “koloni” statüsünde görmektedir. Buna göre Cebelitarık, yani BM’ye göre “kendi kendini yönetemeyen” bir topluluktur. Diğer yandan Emevilerden bu yana bölgede değişen bir şey yoktur aslında.
Emevi Komutanı Tarık 711 yılının Nisan ayında yarımadaya ayak bastığında bölge bugün olduğu gibi renkli bir demografik yapıya sahipti ve topluluklar birbirleriyle de geçinemiyordu. Bölgenin idaresi Vizigotların elindeydi ve bundan da yerli halkın çoğu hoşnut değildi özellikle de Yahudiler. Bölge azınlıkta olan Vizigotlar tarafından yönetilmekteydi. Bu tablo bugünde değişmiş değildir. İngilizler bölgede azınlıktır ama yönetimde söz sahibidir. Tarık’ın fethi sonrası çok sayıda Berberi ve Araplar bölgeye aileleriyle birlikte göç etmeye başladılar. Endülüs 1492 yılında yıkılana kadar Kuzey Afrika ve Suriye’den göçler devam ederken beraberinde ilim ve kültür de taşınmaktaydı.
İslâm tarihi ile Müslüman ülkelerin kültür tarihinde uzmanlaşmış, Fatih Sultan Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman, Harun Reşid, Moğollar ve Memlükler hakkında eserlerde kaleme aldığını bildiğimiz Fransız gazeteci (d.1909-ö.2002) Andrê Clot bölgenin yani Cebelitarık ile Endülüs’ün tarihini “Müslüman İspanya” başlıklı kitabında anlatmaya girişmiştir. Tercümesini Güllü Yıldız’ın yaptığı, 2021’in Mart ayında Timaş Tarih yayınlarından meraklısına ulaşan Andrê Clot’un “Müslüman İspanya” başlıklı kitabında bölgenin Müslüman halini farklı açıdan okumaktayız. Söz konusu eser okunduğunda yukarıda da zikrettiğimiz üzere bölgenin idari yapısı hakkındaki sorunların ve anlaşmaların hâlâ devam ettiğini kolayca anlayabiliyoruz. “Müslüman İspanya” kitabında Müslümanlar üzerinden birçok bilginin Batı’ya nasıl aktarıldığı yer alırken, Arapçadan Latinceye yapılan tercümelerde yer almaktadır:
“Arapçadan Latinceye tercümelerin 12.yıldaki parlak döneminden önce, bilhassa Katalonya’nın aracılığıyla, Batı Avrupalı ve Arap dünyası entelektüelleri arasında sınırlı öneme sahip –en azından, söz gelimi kalıntıların araştırılmasına yönelik- bazı bağlantılar kurulmuştu. Arap kültürünün kaynağına gitmek için Pireneleri aşan bu kişilerden en bilinen figür, II. Sylvester adıyla Papa olacak (999-1003) Rahip Gerbert’tir. Katalonya’daki üstleri tarafından matematik ve astronomi eğitimi için gönderilmişti. Şüphesiz menkıbevi bir rivayete göre Kurtuba’ya da giderek burada Arapların yanında simya ve ‘yasak ilimleri’ öğrenmiş, ‘ustasının kızının baştan çıkarmış ve kitaplarını çalmıştı.” Çok daha kesin olan ise Gerbert’in Araplarla bağlantıları sayesinde matematik ve astronomi alanında, Batı Avrupa’da sahip olunmayan bilgileri getirdiğidir. Arap rakamlarını kullanarak yeni bir sayaç yaptı. Şüphesiz Gerbert Batı Avrupa’da bu isme layık ilk matematikçiydi. Onun ve zamanındaki diğer bazı entelektüellerin sayesinde matematik ve astronomi bilgisi Müslüman İspanya’dan Avrupa’ya yayılmaya başladı. Usturlapla aynı zamanda (1025 yılında Liêge’de bir tane vardı), güneşin yüksekliğini tespit etmeye yarayan kadran, güneş kadranları ve inşa edilme tarzları, su saatleri vs. tanınmaya başlandı (s.207).”
Endülüslülerin Rönesans’ın tetikleyicisi olduğunu bir kez daha gözler önüne seren kitapta Müslümanların zorla İslamiyet’i yaymadıkları da vurgulanmış:
“İspanyollar Hristiyan, Yahudi, müvelled topluluklar ile yerli olmayıp Araplardan önce Yarımada’ya yerleşmiş gayrimüslimlerden oluşuyordu. Kalabalıklardı ve çoğunlukla iyi örgütlenmişlerdi. Genel olarak fazla karışıklık çıkarmadılar. Toplumda doğuştan Müslüman olanlardan daha önemli bir yere sahiplerdi. Pek çoğu İspanyol köklerini (İberyalı ve Gotlu) unutacak kadar kimliklerini kaybetmişlerdi. Toplumla kaynaştılar ve Müslümanların hayat tarzlarını olduğu gibi benimsediler.
Arap fetihlerinin ilk dönemleri Müslümanların şehir yağmaladığı, yakıp yıktığı, yerli halktan zenginlere ve direnenlere eziyet ettiği bir anarşi dönemidir. Sonra neredeyse her şey düzene oturdu. Müslümanlar, en azından başlangıçta, cemaatlere özgü kanunlara ve hâkimlere izin verdiler. Hristiyanlara uygulanan yönetim görece yumuşaktı. Sayıları çok olan çiftçiler, eskiden olduğu gibi ürünlerinin beşte dördünü toprak sahibine vermek zorundaydı. Vizigotlar zamanında bunu devlet topluyordu. Müslümanların idaresi altında ise ürünü, toprağı paylaşan toprak sahipleri topluyordu (s.46).”
Abbasilerin 750 yılında hâkimiyetlerine son verdiği Emeviler kısa sürede Endülüs topraklarında yeniden vücut bulmuştur. Halife soyundan gelen Abdurrahman İspanya’da asırlarca sürecek olan İslam hâkimiyetinin temelini atmıştır. Türlü badireler atlatarak Bağdat’tan Fas’a ulaşan Abdurrahman yarımadada bulunan Emevilere yolladığı mektupta oraya gelip liderleri olmak istediğini ve Emevi Devleti’ni sürdürmek istediğini bildirir. Yarımadadakilerin hepsi kabul etmese de bir kısmı bu öneriyi kabul eder ve Abdurrahman bölgeye ulaşır. Başlangıçta her şey kolay olmaz ama Abdurrahman amacına ulaşır.
Müslümanların birbirleriyle olan savaşların ve sürtüşmelerinde anlatıldığı kitapta Emevilerin nasıl burada nasıl vücut bulduğu da şöyle anlatılmaktadır:
“Hanedanın, kovulduğu ülkeden bu kadar uzaktaki topraklarda hızlıca yeniden kuruluşu hakkında düşünen Arap tarih felsefecileri, bunu öncelikle monarşi geleneğinin Suriyeli askerler nezdinde devam etmesiyle açıklar. Bu askerler Endülüs’e birkaç yıl önce gelmişlerdi ve meşru Dımaşk halifelerinin soyundan gelen birini hiç tereddüt etmeden hükümdar olarak kabul ettiler. Ancak hükümdarlarının da güçlü bir devlet adamı ve savaş komutanı olduğunun da altını çizmek gerekir. İşte bütün bu özellikler Abdurrahman’ın tutunmasını sağladı. Düşmanlarının sayısı fazlaydı; ancak bu cesur adamlar muhtemel bir gücün cazibesiyle, emirin sahip olduğu –o çok değişken- sınırların da ötesinde uzanmak için durmadan çabalıyorlardı (s.39).”