İbn-i Haldun deyimiyle Coğrafya Kader’dir…

Türkiye olarak coğrafi özelliğimiz itibariyle hep beklenen ama düşünüldüğünde bu derece ağır olacağı hayal edilmeyen bir yıkım ve felaket…
Yıkılan binalar ve fiziki çöküşten ziyade yaşanılan can kayıplarımız ve matem hali, Millet olarak duygularımızı daha ağır hale getiriyor…
Bütün alışılmış ve kabullenilmiş, her zaman yaşadığımız hayat düzenimizi değiştiren bir felaketin yıktığı yaralı yürekler…
Dargınlığın, küsmenin, kızgınlığın ne kadar anlamsız duygular olduğunu, hayatın hepimiz için çok kısa bir yaşantıdan ibaret, hayallerden ayrı bir gerçeklik olduğunu anlamak…
Ama tarihte bu tür zorlukları yaşamış bir toplum olarak eylemlere hızlı geçişimiz, sosyal reflekslerimiz ve moral motivasyonumuz halen güçlü, sağlıklı ve iş görür durumdalar çok şükür…
Toplumumuzun gösterdiği sosyal ve psikolojik karşı koyuş ve güç birlikteliği neredeyse depremle aynı zamanda ortaya çıktı ve birey olmanın ötesinde doğal ve doğaçlama iş gören bir örgüt gibi karşılaştığı her badireyle baş etme çabasına girişti. Millet olarak pes etmeyen, kendisini zavallı göstermeyi istemeyen, yaşananlar için her daim sabır gösteren ve her şeye rağmen güçlü duran, elinden geleni hemen yapmak için çırpınan bir toplum…
DAYANIŞMA…
Toplum, bağlılığının eş anlamıdır ve dayanışma topluluğun bütünleşme derecesine göre değişir. Birlik ruhu, içtenlikle işbirliği yapılması ve topluluğu meydana getirenler arasındaki çatışmaların önceden görülerek çözülmesidir.
Tesânüd… Sözlükte “dayanmak, yaslanmak” anlamındaki sened kökünden türeyen kelimenin “dayanmak, yaslanmak”, “her topluluğun kendi sancağı altında toplanması” şeklinde iki farklı mânaya gelen anlamı vardır. Modern Arapçada “tekâfül” olarak kullanılan terim, toplumu oluşturan bireylerin birbirleriyle dayanışma ve yardımlaşma içinde olmasını, birbirine güç ve destek sağlamasını ifade eden ahlâk terimi şeklinde kullanılmaktadır.
İbn-i Haldun tarafından da, dayanışma anlayışının temelinde bütün çalışmalarının özünü oluşturan asabiyet kavramı yer alır. Bir topluluk, cemaat veya toplumun bireyleri arasında yardımlaşma ve dayanışmayı sağlayan, direnme ve atılım yapabilmeyi mümkün kılan sosyal bağlılık duygusu “asabiyet” olarak tanımlanır.
Dayanışma kavramı, topluluk halinde yaşayan bireylerin, grupların ve kurumların etkileşimli bir şekilde olmasını ve iş birliği içerisinde hareket etmesini ifade eden bir kavramdır. Toplumsal dayanışma kavramını temellendiren E. Durkheim, mekanik ve organik dayanışma ayrımını ortaya koymuştur. Nüfusun az olduğu geleneksel, kapalı toplumlarda iş bölümünün sınırlı olmasından kaynaklı olarak, herkesin herkesi tamamladığı basit bir iş bölümüne dayalı mekanik dayanışmanın esas olduğunu belirtmiştir. Modern toplumlarda yaşanan sanayileşme sürecine bağlı olarak kentlerde artan nüfus yoğunluğu, farklılaşma ve fabrikaya dayalı üretim biçimi, mesleki ve teknik iş bölümü ve uzmanlaşmayı zorunlu kılmıştır. Modernleşen toplumlarla birlikte kolektiflik yerini bireyselliğe bırakırken, ortak mülkiyetin yerini özel mülkiyet almıştır. Artık toplumcu sorumluluk yerine bireysel haklar ve özgürlükler, birliktelikler yerine sınıf ve statü farklılıkları geçmeye başlamıştır.
Bir diğer deyişle modernleşen toplumlarla birlikte, toplumsal ilişkilerin bütünleşmiş bir düzeyde işlemesi için, işlerin değişik organlar tarafından gerçekleşmesine bağlı olan bir dayanışma biçimi öne çıkmıştır. Ancak toplumsal yaşamın kökenlerine bakıldığında batı toplumlarındaki dünyevileşmeye dayalı yaşam biçimi bizim toplumumuzun inanç dinamikleriyle kıyaslandığında elbette ki farklıdır. Bu anlamda sosyolojik manada birlikte olmanın gerekleri olarak ortaya çıkan toplumsal dayanışma, felaket zamanlarında toplumsal birliktelikleri farklı alana taşımaktadır.
DEPREM VE AFET..
AFAD, 2013 yılından başlamak üzere ortaya çıkabilecek felaketler konusunda toplumu bilinçlendirmek ve Türk toplumunda “felaketlere duyarlı bir yaşam kültürü” ortaya çıkarmak için “Afete Hazırlanan Türkiye” kampanyasını başlatmıştır. Kahramanmaraş Depreminin ülkenin ekonomik faaliyetlerinin, sanayileşmenin ve kentleşmenin yoğun olduğu illerde gerçekleşmesi ve yol açtığı can-mal kayıpları, deprem gerçekliği üzerinde daha önemle durulmasını gerektirmektedir. Nitekim bu deprem sonrası toplum, aktif gönüllü sivil toplum kuruluşlarını ve kamu kuruluşlarının ismini; AFAD, Kızılay, TTK, BEŞİR, İHH, TÜGVA, AKUT, İDDEF, Sadakataşı, Ensar ve diğerlerini fazlasıyla duymaya başlamıştır.
Hazırlıklı olmak anlamında 12 Kasım 2022’de tüm Türkiye’de deprem hazırlık tatbikatı yapılmıştır ancak ne kadar hazırlıklı olduğumuz tatbikatların toplumsal gerçeklik ile kabullenilişini gözler önüne sermektedir. Özellikle deprem öncesi, deprem anı ve deprem sonrasında alınabilecek önlemlerle ilgili insanların daha çok bilinçlendirilmesine ihtiyaç vardır. Zira deprem Türkiye’nin karşı konulamaz bir gerçeğidir. Bu bağlamda bundan sonrası için de doğal afetlerle ilgili verilen eğitimlerin teorik bilgiden ziyade daha çok beceriye yönelik olması ve topluma doğru mesajlar vermesi gerekmektedir. Öte yandan, yerel toplumun doğal yıkımlara ilişkin eğitim düzeyi ve duyarlılığı arttıkça, doğal yıkımların zararlarını azaltmaya yönelik davranışlar geliştirdikleri gözlemlenecektir. Bu anlamda Kahramanmaraş merkezli depremde yıkıntılar ve enkazlar altından canların çıkarılmasını ve sevinçleri mutlulukla karşılayan insanların halleri gözlerimiz önünden hiç gitmiyor. Ama bu coğrafyanın bireyleri olarak sağlam binaların yapılmasının gerekliliği unutulmamalıdır.
İSLAM İNANCININ ESASLARI…
İslam’ın muhtaç olana karşı yardımlaşmayı öne çıkaran inanç esasları, iyilik yapmak ve hayırda yarışmak, Allah yolunda harcamak ve toplumda kimsesiz, fakir ve düşkün haldeki insanlara yardım elini uzatmaktır. Kur’an-ı Kerim’in en çok üzerinde durduğu ve teşvik ettiği hususlar olarak öne çıkmaktadır. Birçok ayet ve hadis, insanlar açısından kalıcı olanın, bu tür dayanışma ve yardımlaşmalar olduğunu bildirmektedir.
Bir kişinin ihtiyacını belirtmesi üzerine Resûlullah’ın yanındakilere dönerek, “Ona yardımcı olursanız ecrinizi alırsınız; Allah dilediği şeyi peygamberinin diliyle söyleterek gerçekleştirir” dediği bildirilir. Hadis mecmualarında ana babaya saygı, sıla-i rahim, yetimleri, yoksulları, kimsesizleri himaye, komşu hakları, sadaka, infak ve ihsan, birlik ve kardeşlik, ziyaret, hediyeleşme, dostlara yemek yedirme ve misafirperverlik gibi konulara dair hadisler aynı zamanda yardımlaşma ve dayanışmayı içerir. Ayrıca hadislerden birinde, “Müminler birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve himaye etmekte bir organı hasta olduğunda diğerleri de acı çekip uykusuz kalan bir bedenin organları gibidir” buyurulmuştur.
İnsan kendi kendine yetemeyen aciz bir varlıktır ve İslâm âlimleri insanın sosyal varlık oluşunu dayanışmaya olan ihtiyacının zorunlu bir sonucu olarak görmüşlerdir. Bu hususu felsefî açıdan ele alan ilk Müslüman düşünürlerden Fârâbî, insanın kendi varlığını sürdürebilmesi ve insanî özelliği için gerekli olan şartları elde edebilmesinin, toplumsal birlikteliklerin ve dayanışma içinde yaşanmasına bağlı olduğunu kabul eder. Yeryüzünde toplumların meydana gelmesinin temelinde bu zorunluluğun yer aldığı belirtilir ve Fârâbî, bu açıdan toplumsal dayanışmayı hadiste ifade edildiği üzere bir bedenin organları arasındaki ilişkiye benzetir.
İmkân sahibi olanların muhtaç olanlara yapacakları her türlü yardımı “toplumsal dayanışma” kapsamında değerlendirebiliriz. İnananlar paylaştıkları inanç bağlamında ortak bir tasavvur oluşturarak hayata bu çerçeveden bakma eğilimini taşımaktadır. Eşyaya ve tabiata aynı (en azından aynı kaynaktan beslenen) anlamı yükleyen insanlar bu inanç birlikteliğini somutlaştırarak toplumsal bir birlik oluşturmakta, bu birlik devamını sağlamak için zorunlu olarak toplumsal dayanışmayı ortaya çıkarmaktadır. Her din veya inanç sistemi, mensuplarına yardımlaşma ve dayanışmayı tavsiye etmekte, oluşan birliği büyütmek (en azından muhafaza etmek) için inananlar arasında kuvvetli bir dayanışma tesis etmeye çalışmaktadır. Bu anlamda inançlara ait tecrübenin pratik ifadesi olan ibadetler de toplumsal dayanışmanın sağlanmasında pekiştirici bir etkiye sahiptir. Pek çok öğreti yardımlaşma ve dayanışmaya yönelik faaliyetleri, dini pratiklerin bir parçası olarak görmektedir.
Son olarak…
Millet olarak vahdet ruhuyla, birlik ve beraberlik içinde bu zor zamanlarımızı da aşacağız İnşaAllah. Zor durumdaki depremzedelere gönül kapılarını, yüreklerini ve evlerini açan insanlarımızın, muhtaçlara yardımcı olmanın manevi karşılığını görmeleri duasıyla…
Ömer DÖNMEZ
Karabük Üniversitesi Finans ve Katılım Bankacılığı Doktora Öğrencisi