İnançer: Müslümanlar bugün tefekkür etmiyor, taklit ediyor
(Gerçek Tarih) – 4 Eylül 2022 tarihinde sabaha karşı hakk’a yürüyen yazar, avukat ve mutasavvıf Ömer Tuğrul İnançer 2017 yılında “Müslümanlığı seccadeye hapsettik. Müslümanlar bugün tefekkür etmiyor, taklit ediyor. Mühendis, doktor, avukat, kimyager yetiştirmekle bu cehalet bitmez” demişti.
“Müslümanlığı seccadeye hapsettik” başlığıyla Gerçek Hayat dergisi adına İnançer ile söyleşi gerçekleştiren Ayça Örer: Müslümanların en kıymetli vakitleri, üç ayların gelişiyle beraber, bu dönemin hususiyetini, bu aylarda yapılması gerekenleri yazar Ömer Tuğrul İnançer’le konuştuk. İnançer, “Üç aylar muhteremdir” deyip ekliyor, “Bugün bu ümmetin en çok muhtaç olduğu şey ferdi kaza namazı kılmak yerine, Resulullah (sav)’ı öğrenmektir. Bizim başımıza ne geliyorsa, Efendimiz Hazretlerini tanımamaktan geliyor. Tespih çekmek bizi, Onu tanımak ümmeti kurtarır.”
Üç ayların ilki Recep teşrif etti. Bu zamanların diğer zamanlardan farkı, hususiyeti nedir? Neden diğer zamanlarla eşit kabul etmiyoruz?
“Allahümme barik lena fi recebe ve şa’ban ve belliğna ramazan” buyurmuş Resulullah (sav). Yani, “Ey Allah’ım, Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve Ramazan’a ulaştır.” Biz de bu konuya Efendimiz Hazretleri’nin bu duasıyla başlayalım. Eşitlik denilen şey çok yanlış anlaşılıyor. Hiç kimse kimseye eşit değildir. Allah bir yarattığını bir daha yaratmaz. Gökten düşen yağmur taneleri bile birbirinin aynı değildir. Nasıl herkes eşit olur? Haklardan istifade etmekte herkes eşittir, kullanmakta değildir. Ayrıca nedense, özellikle Fransız İhtilali’nden sonra bir yanlış anlamayla hep haklar konuşulur olmuştur. “O zamana kadar çok hak yeniyordu da ondan sonra haklarını almaya başladı insan” diye safsatalar var. Hâlâ hak yeniyor. Haksızlık bitmez. Cennetin dünyada aranması ne kadar abesse, bu nevi işlerin dünya hayatında olacağını kabul etmemek de öyledir. Çünkü hak ve batıl Hz. Âdem’le başlar. Hz. Âdem’in bir oğlu Şiit aleyhisselam peygamber, bir oğlu katil, bir oğlu da maktuldür. Onun için haksızlık her zaman olacaktır, biz haksızlık yapmamaya çalışacağız. Herkes hakkını arıyor, görevini arayan yok. Görev kaytarma, hak menfaat kavramı haline gelmiş. Kavram karmaşası zamanların ve mekânların eşitliğine de indirgenmiş. Zamanlar, mekânlar, insanlar hepsi tektir. Hepsinin değeri de ayrı ayrıdır. Ne yazık ki toplumumuz bir çocuk konuşmaya başlar başlamaz sorar, “anneni mi babanı mı daha çok seviyorsun” diye. O sualle çocuğun kafasında yanlış olarak “Birbirine tercih edilebilir sevgiler olması lazım gelir” fikri uyanır. “Allah’ı mı çok seviyorsun, vatanını mı çok seviyorsun?” derler. Hâlbuki her değişik kimliğimiz sevginin de başka türlü tezahürünü gerektirir. Ben anamı babamı evlatlıkla, Rabbimi kullukla, Peygamberimi ümmetlikle, insanları âdemoğlu olmakla, dindaşlarımı kardeş olmakla, karımı erkekliğimle, çocuklarımı babalığımla, torunlarımı dedeliğimle severim. Aynı kefeye konmaz ki. Bu yanlışlıkların sorduğunuz meseleyle ilgili tarafı da “Allah’ın bütün vakitleri eşittir” meselesi. Asla ve kat’a eşit değildir. Her gün birbirinin aynıysa, niye Salı günü Cuma namazı kılmıyoruz? Demek ki aynı değil. Camiyle meyhane aynı terazide midir? Her şey farklıdır. O farklılığın, o zenginliğin içinde birliği bulabilmektir marifet. Birlik yani tevhit eşitlik falan değildir. Kaç milyar insan varsa, parmak izi hepsinde ayrıdır. Hakları kullanmada değil haklardan istifade etmede insanlar eşittir. Irkına, dinine, cinsiyetine göre eşittir.
Bu zamanların farklılığını nasıl anlatırsınız?
Hz. Peygamber’in üç aylar hakkında buyurduğu dua şöyledir, “Recep Allah’ın ayıdır, Şaban benim ayımdır, Ramazan ümmetin ayıdır”. Ayrıca Allah kitabında “Ben semavatı ve arzı yarattığım zamandan beri, benim indimde ay on ikidir, bunların dördü muhteremdir” der. Biz haram kelimesini yasak manasında algılıyoruz. Mescit-i Haram yasak mıdır? Muhterem mescittir. Peki, ayların haramı nedir? Haram aylar, muhterem aylar manasındadır. Harem de aynı kökten gelir. Harem denince insanlar sadece yatak odasını düşünüyor, harem muhteremliği olan, herkese açık olmayan demektir. Bu aylarda kavga edilmez, savaş yapılmaz. Sadece tecavüz varsa defedilir. Gâvur haramı-helali veya muhteremi bilmez, saldırırsa, ona karşı konulur. Ayrıca Kuran-ı Kerim’in mübarek gecelerde nazil olduğu Duhan Suresi’nin ilk ayetlerinde vardır. Kadir Suresi, müstakil olarak vardır. Bir de geceler meselesi vardır. Kandil günü olmuyor bizde değil mi? Kandil gecesi oluyor. Kadir günü yoktur, Kadir gecesi vardır. Kuran-ı Kerim’de “Leyletü’l Kadr” denir. Gecelerin de ayrı bir özelliği olduğunu bilmemiz gerekir. Allah “Geceyi size örtü olarak, gündüzü maişet kazanma zamanı olarak yarattım” der. Dolayısıyla yaradılış tarzına uygun yani fıtri yaşamak kâinatın ahengiyle hem ahenk olmak demektir. Mutluluk da odur. Ters yaşadın mı ne yaparsan yap mutlu olamazsın.
NAFİLELER BİZİ ÇUKURDAN ÇIKARIR
Üç aylar dışında başka özel geceler de var değil mi?
Allah bazı özel geceler söylüyor. Recep ayının ilk Cuma gecesi, Regaip Kandili diye kutladığımız bir zamandır. “Kutlamalar belli bir maddi hadisenin yıl dönümünde yapılır” diye algıladığımız için bunu bir maddi gerekçeye bağlamak için “Efendimiz Hazretleri’nin rahm-i mâdere intikal ettiği gece” demişiz. Asırlardır bu yanlışlık sürmüş. En muteber kitaplarda bile var. Basit bir hesap yapmak lazım. Efendimizin doğum günü belli, 12 Rebiyülevvel. Oradan geri 280 gün say, Recep’e mi denk gelir? Efendimiz 8 aylık mı doğdu? Allah’ın başka günü yok muydu Habibini 12 Rebiülevvel’de dünyaya gönderdi, yine o gün ahirete doğdu? Medine’ye girişi de 12 Rebiülevvel’dir. Tesadüf diyenin ağzına biber sürerim. Demek ki bir hikmeti, bir özelliği var. Bir büyüğümüz, “Veladet gecesi Kadir gecesinden önemlidir” buyurur. Sen ayeti sadece Kuran-ı Kerim sayfalarında noktayla sınırlanmış cümleler mi sanıyorsun? Asırlardır güneş 6 Nisan’da aynı noktadan doğuyor. Bu ayet değil mi? Kuran-ı Kerim Efendimizin ağzından çıkan kelimeler değil mi? İşte 12 Rebiülevvel’in böyle olması çok enteresan. Ayrıca Efendimiz’in hem dünyaya hem ahirete teşrifleri pazartesi. Medine’ye girişi Cuma ama hicretin emniyetli bir noktada bitmesi Pazartesi. Ayrıca 27 rakamının da galiba bir önemi var. Kadir gecesi, Ramazan’ın 27. gecesi. Hicret, Safer ayının 27. gecesinde başladı. Efendimiz’in namaza çıkamayacak kadar derecede hastalığının ilk tezahürü 27 Safer’dir. Bunlar tamamen belli tarihler. Miraç hadisesi de 27 Recep’tedir. Dünyada hiçbir şey tesadüf değildir. Hepsi tertibi ilahidir. Allah’ın ayı olan Recep’e, eski kullanımda Şehrullâh veya Recebü’l ferd denir. O ayın birinci cuması özel bir gün. Rağbetin çoğulu Regaip’tir, Allah o geceye itibar etmiş. Biz de Allah’ın halifesi olarak o geceye rağbet ederiz. İnsan Allah’ın halifesidir, çok yüce bir mahlûktur. İnsandan kasıt da bir kişidir, o ayrı bir mesele. İnsan Efendimiz’dir, diğer insanlar ona ne kadar yakın olurlarsa o kadar insanlık derecesine yükselirler.
Bugünlere nasıl hazırlanılır?
Şuhûr-u selâse (üç aylar), yeni bir icat değildir. Efendimiz Hazretleri Ramazan’dan sonra en çok Recep ve Şaban’da, sonra Muharrem’de oruç tutmuştur. Bir de ayın başında ve sonunda oruç tutar. Bu çok önemli bir incelik. Efendimiz Hazretleri’ne sadece ahirette cennet kazandırıcı olarak bakarsak çok noksan bakmış oluruz. Nice gizli gibi gözüken olayda tefekkür sahipleri için ibret vardır. Ayın çok yüksek bir çekim gücü olduğunu medcezirden biliyoruz. Allah’ın bildiği miktarda su yükseliyor ve alçalıyor. Bu en çok dolunayda oluyor. Kişinin vücudunun yüzde 70’i su değil mi? Demek ki sende de dolunay bir tesir yapıyor. Bu tesiri Efendimiz oruçla ayarlar. Keza ay çekildiği zamanlarda da oruç tutmayı tavsiye ediyor. Bizde nafile üç ayları tutma âdeti vardır. Nafileyi günlük hayatta “boş” manasıyla kullanıyoruz. Nafile faydalı demektir. Çoğulu nevâfil. Herkese umumi olarak emredilen, 5 vakit namaz, yılda bir oruç, nisâb sahibiyseniz zekât ve hac Müslüman’a yükseklik kazandırmaz. Çukur olmaktan kurtarır. Zemin yapar. Zeminin üstü de nafilelerle olur. Nafileyi de tapınma ritüelleriyle sınırlandırmak ayrı bir akılsızlıktır. Bunun kısaca adı “ahlak-ı Muhammediyedir”. Ne yazık ki günümüzde o mükellefiyeti yerine getirenler az olduğu için evliya zannediliyor. Ahlak sahibi olunacak. O ahlakın içinde ibadeti farzlarla sınırlı saymamak da var. Efendimiz nafile oruçlarını çoğalttığı için biz de çoğaltıyoruz. Bir de ahalimizin aylara verdiği pratik isimler vardır. Rebiülevvel büyük mevlit, Rebiülahir küçük mevlit, Cemaziyelevvel büyük tövbe, Cemaziyelahir küçük tövbe diye geçer. Cemaziyelevvel’le Cemaziyelahir’de Efendimiz tövbesini çoğaltmıştır. Cemaziyelevvel ve Cemaziyelahir aylarında irfanlı imamlar tövbeyle ilgili ayetleri okur. Tövbe temizlenmektir. Ayna tozlandığında, çamura bulandığında net göstermez. İlahi nurlar her an gelir, bu yansımayı kabul edebilmek için kalplerin pasını, kirini, çamurunu silmek gerekir. Onu da tövbe siler. Ayna ne yapar aslında? Kendine gösterileni yansıtır. Aynada biz neyi görürüz? Yansımamızı. Kendimizi değil, insan kendini göremez. Her insanın kalbi ilahi nurlara aynadır. O nurlar aynaya vurunca, o aynadan da başka insanlara vurur. “Yüzünden nur akıyor” derler. İşte Recep ayında Cenabı Hakk’ın rahmeti ve lütfu çoğalacağından, onu algılamak ve başkalarına da vermek için kalbimizin tozunu pisini alıyoruz tövbeyle. Biz yanlış ve eksik konuşmayı adet edinmişiz. Müslümanlar, tövbe etmezler, tövbe istiğfar ederler. Biz hiçbir şeyi O’nun yardımı olmadan yapamayız. İstiğfar O’na sığınmak, tövbe yapmama iradesini göstermek. Abdest aldıktan sonra kurulanırken, Sûre-i Kadir’i okumak sünnettir. Sûre-i Kadir’de “O gece melekler ve ruh, rablerinin izniyle her bir iş için iner dururlar” der. Fecir doğana kadar nurlar, melekler hep gelir. “Ey Rabbim, ben şimdi abdest aldım, bana feyzin gelsin” diyedir Sûre-i Kadir okumak.
Yani üç ayların hazırlığı iki ay önceden başlıyor, Ramazan’a da üç aylardaki mübarek günler, kandillerle hazırlanıyoruz.
Böylelikle temizlenip, Receb-i Şerif’te özel olarak ilahi feyzlere kendimizi hazırlıyoruz. Tabii bunları hep Efendimiz’den öğreniyoruz. Recep ayında iki özel gece var. Mirac-ı nebi ve Regaib. Efendimizin Şaban’la ilgili hadisi de sabit, “Nısf-ı Şaban’a dikkat edin” diyor. Ayrıca başka hadislerde de “Duaların müstecap olduğu gece Nısf-ı Şabandır” deniyor. Kandil meselesi de yanlış ve eksik bilinen bir meseledir. Ne yazık ki biz her meseleyi günümüzün şartlarına göre değerlendiriyoruz. Sultan İkinci Selim, Sultan Üçüncü Murat Han dönemlerinde, İstanbul’da ne kadar ışık var? Hiç yok. Fakat Sümbül Efendi Dergâhı Şeyhi Necmeddin Efendi Hazretleri -aslen bugün Sırbistan hududunda kalan bir kasabadandır- çok büyük bir âlim, çok büyük bir Peygamber aşığı. O zaman aydınlanma kandille oluyor. Sümbül Efendi dergâhını, Efendimiz’in doğduğu gece çatısından zeminine kadar kandillerle süsler. 3. Murat Han bunu görünce, o da çok Resulullah (sav) âşığı bir zattır, sadece Rebiyüevvel’de değil, mübarek gecelerde de şerefelerin kandillerle donatılmasını emreder. O dönemin çocukları, selâtin camilerdeki kandilleri seyretmek için tutturur. Kafalarında çocukluktan kalma, mübarek gecenin kandille aydınlatılmış gece olduğu fikri yerleşir. Çünkü o dönem için bu hiç alışık olunmayan bir gece aydınlığı. Büyüyünce de adına kandil derler. Bidat diyen anlayışsızlar var. Efendimiz hiç otomobile binmemiş, binmeyelim mi? Peki binekle bir yere gitmiş mi? Sen niye atı, eşeği, katırı düşünüyorsun? Resulullah (sav) bir yerden bir yere gitmiş mi gitmemiş mi? Efendimiz zamanında önce hurma kütüğü yakılarak Mescid-i Nebevi aydınlatılıyordu, sonra kandil kullanıldı. “Hurma kütüğü yakarak aydınlanmak sünnettir” demenin manası var mı? Aydınlanmak sünnettir. Kandil geceleri aynı zamanda ümmet-i Muhammed için bir sürur ayı olan Ramazan’ın hazırlayıcısı. Kandil geldi mi, Ramazan’ın kokusu geldi diyoruz. Hâsılı, bu mübarek vakitler diğer vakitlerden ayrıdır. Hadisle de sabittir.
Günümüzde bu konuda tartışmalar sıklıkla gündeme geliyor…
Bilgi hiçbir insanın tamamen ihata edebileceği bir şey değildir. Zamanımızda “Ben filanca âlimim, hepsini ben bilirim” diyen adamlar var. Ahalinin itibar ettiklerini sıfırlayıp, kendilerini yüksek görüyorlar. “Bu ahali her şeyi yanlış yapıyor, doğrusunu ben biliyorum” diyorlar. İcmâyı ümmet diye bir kurum var. İslami bir hüküm ortaya konulduğu zaman dört delilden birine dayanması lazımdır. Zemini Kur’ân-ı Kerim’dir; üstü, Hadis-i Nebevi’dir. İçinin süsü ulemanın içtihadıdır. İstifade etmek de ahalinin işidir. Yani demokrasi dedikleri mesele, İslam’ın özünde vardır. İcmây-ı ümmetin dayanağı ne? Bugün demokrasi dedikleri şey. İcmây-ı ümmet mübarek geceler için var mı? Allah’ın bildiği sayıda ümmet-i Muhammed’den fertler bu gecelere özel ehemmiyet vermiş mi? Şeyhülislamlar, kazaskerler, müftüler bilmiyor, şimdikiler biliyor. Miraciyye diye bir eser formu var hem de çok büyük bir eser var. Regaibiyye de var ama günümüze kalmamış. Ramazan orucunu mesela kendini Müslüman zanneden bir grup her sene şubat ayında tutuyor. Allah şubat ayı dememiş ki, Ramazan demiş. Bu geceler asırlardan beri ümmet tarafından kutlanmış, kutsanmış, tebrikleştirilmiş, yanlış bir tabir olarak ihya edilmiş. “İhya etmek” çok yanlış tabirdir. O geceleri biz ihya edemeyiz, o geceler bizi ihya eder. O gece bir farklılık ekleyerek bir şey daha yapmak lazım.
ANNESİNİN ADINI BİLMEYEN MÜSLÜMANLARIZ
Nasıl bir farklılık katılabilir?
Hoca efendiler, kaza namazınız varsa kılın, dua edin derler. Ben bu sözlerin her zaman tekrar edilmesinin doğru olmadığı fikrindeyim. Bugün bu ümmetin en çok muhtaç olduğu şey ferdi kaza namazı kılmak yerine, Resulullah (sav)’ı öğrenmektir. Kazası olan kazasının kılsın elbette, ayrı mesele. Bizim başımıza ne geliyorsa, Efendimiz Hazretleri’ni tanımamaktan geliyor. Hiç tanımıyoruz. Ahzâb Suresi’ndeki hükme göre, Peygamber’in zevceleri Müslümanların anneleridir. Bu yazıyı okuyanlar kendilerine sorsunlar, annelerinin isimlerini biliyorlar mı? Biz annesinin adını bile bilmeyen Müslümanlarız. Dinimizi seccadeye ve cami duvarlarına hapsetmişiz. İbadet ritüelleriyle yetinilemez. Efendimiz’i tanımamız lazım. Her zaman okunabilir ama bu günlerde Efendimiz hakkında bir şeyler okumak, karşılıklı konuşmak, bir kişinin O’nu anlatmasını dinlemek zikrullah gibidir. Tespih çekmek seni, Resulullah (sav)’ı zikretmek ümmeti kurtarır. Hicretle ilgili sloganlaşmış bir laf var, “Hz. Ali’yi yatağına yatırdı, kendisine sahiplerine teslim edilmesi için bazı emanetler teslim etti” deniyor. Hiç düşünüyor muyuz o emanetler kimindi? Hepsi müşriklerindi. Yani müşrik malını mülkünü senedini Muhammed Mustafa’ya emanet ediyor ama dinine inanmıyor. O günkü müşrikler bugünkü müşriklerden akıllı. Biliyorlar ki o emindir. Şimdiki Müslümanlar birbirinden emin mi? Hâlbuki Efendimiz’in Müslüman tariflerinden biri de elinden, dilinden emin olunmaktır. Öyle miyiz? İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Biz mümin miyiz? Biraz zor. Çünkü birbirimizi sevmiyoruz. Cihat yaptığını zannedenlerin hepsinin cihadı Müslümanlarla. O kadar gücünüz yetiyorsa İsrail’i basın, kaldırın oradan. Birleşmiş Milletler kararıyla kurulmuş olduğu sınırlara getirin yeter. “Allahu Ekber” diyor, Müslüman’a bomba atıyor. O yüzden biz yeterince Müslüman değiliz. Onların o hale gelmesine sebebiyet verenler, onların yaptığı bütün fiillere ortaktır. Önüne gelen mehdi. Kaç tane mehdi var? Fetullah mehdi, Adnan Oktar mehdi, Yaşar Nuri mehdi, İskender Evrenosoğlu mehdi. Bunlara da inananlar var. Biz eğer doğru dürüst dini bilgi alsaydık, kolay kolay bu mehdi bozuntuları bizi kandıramazlardı. Bana 15 Temmuz’u kim yaptı diye sordular, “Bu milleti bu kadar cahil bırakanlar yaptı” dedim. Bu milleti bu kadar cahil bırakanlar, bu memlekette 18 sene ezan okutmayanlar yaptı. Biraz bilgi sahibi olanlar, bu nevi kandırmalara maruz kalabilirler mi? Laf kalabalığını vecize, hamakatı, ahmaklığı keramet, ışığı nur zannettiler. Nur ışık değildir, nur başka bir şeydir. Onun için biz nur içinde yatsın deriz, bunu bilmeyenler ‘ışıklar içinde yatsın’ diye alkış tutar. Kandıranlar kabahatli ondan hiç şüphe yok. Kananların da aynı derecede kabahatli olduğuna inanıyorum.
Bu ayların sıradanlaşmaması için neler yapmak icap eder?
Üç ayların merasimi yapılmazsa biter. Her kurum merasimiyle yaşar. Niye 2500 senedir ordumuz var bizim? Ritüellerle yaşıyor. O ritüelleri kaldır, asker olmaz. Cuma namazı merasimdir. Eski merasimlerini anlatsam cumaların. Onun kalıntıları Tunus’taki Zeytuniye Camii’ndedir. Müezzinler ikili sıra olur. Salavatla hatip efendi odadan çıkar. Elinde sopayla bir adam önden yürür. O şekilde minbere gelir. Üç aylarda başka şeyler yapmak da birer merasimdir. Konuyu diri tutmak ve yaşatmak içindir. Bunların ihmal edilmemesi gerekir. Çoğumuz Efendimiz Hazretleri’nin bütün bayram namazlarını Mescid-i Nebi’de kılmadığını bilmeyiz. Bayram namazı öncesinde Medine’nin muhtelif meydanlarına haber gönderir. Hazreti Bilal sabahları oraları derler toparlar. Efendimiz sabah namazından sonra o meydana gider. Bundan kalan bir hatıra olarak, bayram namazında daha çok insanla bayramlaşmak için camiye giderken gittiğimiz yoldan geri dönmezdik. Ben Efendimizin Mescid-i Nebi’de bayram namazı kıldırmadığını, dedemden böyle öğrendim. Bugün Efendimizle ilgili bilgileri edinmeli, sonra kendimizi bu hale nasıl adapte edeceğimizi bulmalıyız. Müslümanlar bugün tefekkür etmiyor, taklit ediyor. Mühendis, doktor, avukat, kimyager yetiştirmekle bu cehalet bitmez.
İnsan Hazreti Peygamber’i nasıl tanır?
Bana “Hangi kitabı okuyalım” diye soruyorlar. Hangi kitabı okuyarak yüzme öğrenebilirsin? Suya atlaman gerekir. Yani, fiilde bulunacaksın. Fiille öğrenilir iş, bilgi biriktirmekle öğrenilmez. Bildiğini yaparak öğrenirsin. Bilmediğinizi de verirler. Her bildiğini yapıyor musun? Hayır. Her yanlış bildiğinden kaçıyor musun? Hayır. Ne işe yarıyor peki? Allah ahirette bize “Ne biliyorsun” diye sormayacak. “Ne hissettin, ne düşündün, ne bildin” demeyecek. “Ne yaptın?” diye soracak. Zerre kadar hayır veya zerre kadar şer sorulacak. “Benim doğru şeyleri yapmam için doğru şeyleri bilmem lazım” diyorlar. Hayır, öyle değil. Sen bildiğini yap ama yap. Mutlaka doğrusunu öğrenirsin. Resulullah (sav) “Siz bildiğinizle amel edin, Allah sizi ilme vâris kılar” buyurur. İlmin sahibi kim? Allah. Vâris kimden olur? Ölene en yakın olan olur. Allah önce Kendine yaklaştırır. Sonra da bilgiye vâris kılar. Çünkü bunu hak için yapıyorsun. “Allah’tan ittika edin” sözünü “Allah’tan korkun” diye çevirirlerse hakkımı helal etmem. İttika ve takva “Allah’tan korkmak” demek değildir. Rızasını kaybetmekten korkmaktır. Allah korkunç mu ki korkayım? Allah’ı severim ben. Seversen sığınırsın, korkarsan kaçarsın. “Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz” diyorlar. Allah’ı sevmeyince kuldan utanmazsın. Allah’tan ittika edenler için, onun rızasını kaybetmekten korkanlar için Allah bilmediklerini öğretir. Demek ki biz bilmediklerimizi yapacağız.
Yani, bilginin kaynağı önce fiili gerçekleştirmek…
Resulullah (sav)’ı sevsen gereğini yerine getirirsin. Seviyorum demeyi bir adet ve miras olarak almışsın. Nötrsün hâlbuki. Hangi fiilin ona uyuyor? Hiçbiri. Allah namaz kılın demiş. Ben sana söylüyorum. Sen ona söylüyorsun. Hiçbirimiz namaz kılmıyoruz. Dedikodu değil mi bu? Dünyaya bir şey olmak için gönderildin. Bu tefekkür etmekle olur. Allah kitabında müminin özelliklerini sayarken, “tefekkür ederler” diyor. Yapıyor muyuz? Demek ki Allah’ın tarif ettiği mümin tarifine bile girmiyoruz. Ahitlerine ve sözlerine riayet ederler diyor. Tutuyor muyuz? Çok basit bir konser, bir tiyatro, 8.00’de başlayacak. Başlamıyor. Ahde riayetsizlik. Söz tutmanın ehemmiyetini ortadan kaldırıyor. Biz “Emanetlere riayet et” deyince “Cüzdanımı al sakla” diye algılıyoruz. Birçok laf var bize emanet edilen. Bunu sağa sola satıyoruz. Buna da enformasyon deniliyor. Dedikodu yapmayın deyince muhataplarımın yüzde 95’inden “Ama biz olanı söylüyoruz” cevabını almışımdır. Olanı söylemek zaten dedikodu. Olmayanı söylemek iftira. Allah’ın tarif ettiği mümin vasıflarına dâhil olamıyoruz. Söze riayetsizlik, emanete riayetsizlik ve tefekkür etmemek yeter. Kıyam, rükû, sücut… Yapıyoruz onları. İslam makul bir dindir. Aklidir naklidir diye lüzumsuz laflar olur. Akıldan doğmamış manasına akli değildir ama akla aykırı da değildir. Ona da “makul” denir. Elbette ki, menkuldür, yani nakledilmiştir. Resulullah (sav) ne buyurduysa, ona eyvallah. Ona eyvallah diyenlere Müslüman derler, eyvallah demeyene Müslüman demezler. Bu, ahalinin itibar ettiği mübarek zamanlar, vardır. Yok diyenler için yoktur. Şefaat meselesi de böyledir. Şefaati Peygamberi var mıdır? Var diyenler için vardır, yok diyenler için yoktur. “Ya varsa?” diye tereddütlü olanlar da o tereddütlerini gidermelidir. Zan ve iman bir araya gelmez.
gercektarih.com.tr