tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Selimcan Yelseli

Sanat Tarihçi/Yazar

Rasim Özdenören’in “Çözülme” eseri üzerine

25.10.2022
A+
A-

Rasim Özdenören, kaleme aldığı denemelerle, deneme türünde mükemmel eserler vermesinin yanı sıra öykücülüğü ile de Türk öyküsünün mihenk taşlarından biridir. Öykülerinde toplumsal yapıyı, aile hayatını, insanın çaresizliğini ve inancını ele alan Özdenören, edebiyatımıza mühim izler bırakmıştır. Rasim Özdenören’in öyküleri yalın, ölçülü ve toplumsal gerçekliklerle iç içedir. Bu noktada Özdenören’in öykülerinin kimi zaman TV filmi olarak senaryolaştırıldığını da belirtmekte fayda vardır. Özdenören’in öykülerinin, sadece yalın bir dil ile sınırlandırılamayan, hatta onu aşan başarılı ve ince düşünülmüş olay örgüleri taşıdığını görürüz. O, öykülerini hem edebî, hem de hissî olarak güçlü bir temel üzerine kurmuştur.

Cahit Zarifoğlu, Zengin Hayaller Peşinde adlı eserinde yer alan “Yazı ve Plan” adlı denemesinde yazar ve plan arasındaki ilişkiyi sorgularken, Rasim Özdenören’e de danıştığını anlatır. Rasim Özdenören, Zarifoğlu’nun öykü çerçevesinde sorduğu; “Yazarken bir plan yapmaya ne dersin?” sorusuna şu cevabı vermiştir:

Bu aslında çok öznel bir şey. Burada belki ancak kendi deneyimlerimi aktarabilirim size. Bir öyküye başlarken “hiç plan yapmıyorum” diyen birisinin kafasında bile iyi kötü bir plan vardır. Plan sözü kafamızda genellikle mühendisliğe ait bazı çağrışımlar yaptığı için, biz öykü ya da şiir yazarken plan yapmadığımızı sanıyoruz. ……Kuşkusuz bir yazarın planı bu kadar katı ve kesin olamaz. Kafamızda plan belki mimarın kendi planını hazırlamadan önce kafasında beliren bir ilk tasarım biçiminde oluşur.[1]

“Çözülme” eseri Rasim Özdenören’in öykücülüğünde mühim bir yer tutar. Bu eserde Özdenören’in öykü alanında ele aldığı konular ve öykülerinde yer alan karakterlerin özellikleri olgunluğa erişir. “Çözülme” eserindeki öyküler Rasim Özdenören’in hayatından izler taşımaktadır. “Ölünün Odaları” adlı öyküde babası ölen bir adamın çalkantısı, “Şimdi Çok Uzaklarda” öyküsünde Yakup ve eşinin evlerini terk edişleri anlatılır. Eşinin ailesinin evinde yaşamayı onur kırıcı bulan ve kendisini tam anlamıyla özgür hissetmeyen bir adamın hazin öyküsüdür bu. Öykü, tüm düşüncesini özgürlük kavramı üzerine kurmaktadır. “Aile” ve “Çözülme” öyküleri ise yozlaşmanın, toplumsal çözülmenin ele alındığı öykülerdir. “Aile” öyküsünde bir ailenin hayatı mekân üzerinden gayet teferruatlı bir şekilde anlatılır. Büyük bir aile bölünmüş ve dağılıp gitmiştir. Esere ismini veren “Çözülme” öyküsü ise işsiz ve kumarbaz bir oğul, ailenin dağılışını engellemek için gayret eden bir anne, ölmek üzere olan hasta bir baba, baba evine dönen evli bir kız kardeş ve meczup bir diğer kız kardeşten ibaret çaresiz bir ailenin öyküsüdür. Kitaptaki öyküler ile ilgili Rasim Özdenören şunları söylemektedir:

Yıl 1973. Askerdeyim. Çözülme adlı kitabım geldi. Nuri Pakdil basmış. Burada da çok farklı öykülerin prototipleri bulunuyor. Mesela “Ölünün Odaları‟, bu diğer öykülere uygun düşmeyen bir öykü.  Burada çok ayrı kalmıştır. Bunun yeri olsa olsa Hastalar ve Işıklar’daki öykülerin yanı olurdu. Ama yer tutsun diye o öykü de bu kitaba dahil oldu.”[2]

Dolayısıyla, Özdenören’in ifadesiyle de, aslında “Çözülme” eserinde belli bir konu çerçevesinde gelişen tematik öyküler bulunmamaktadır.

Ölünün Odaları

“Ölünün Odaları” öyküsü, ölümün mutlak gerçekliğine karşı süren yaşamın, yapayalnız kalmış bir adamın üzerinde yarattığı ilk tesirin panoramik manzarasıyla başlar. Şehir her zamanki telaşıyla akmaktadır. Öykünün kahramanı İdris, ölümü yakinen müşahede ettiği için hayatın devinimine dışarıdan bir gözle bakmaktadır. Ne yapacağını bilemez. Babasının ölümü, tüm dehşetiyle, hayatın ve gündelik yaşamın ortasında kendisini takip etmektedir. Arkadaşı Üzeyir ile karşılaşır. İkisi de garip bir ruh hali içindedir. Ölüm bu noktada bir yanıyla hayatın içinde, insanların arasında tüm gerçekliğine dolaşırken, onun insanı ansızın kuşatan yalınlığı öykünün kahramanı İdris üzerinde iğreti bir his uyandırır. Çünkü ölümü yakinen müşahede ettiği andan itibaren etrafında çoğalan kayıtsızlık Fransız düşünür ve sosyolog Jean Baudrillard’in “Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm” eserinde de ifade ettiği gibi doğal ölümün, şehirlerin ortasında anlamını yitirmesinden dolayıdır. Baudrillard eserinde şöyle demektedir:

Bu doğal bir ölümdür, çünkü sıradan bir bireysel özne, sıradan bir aile hücresiyle ilintilidir. Çünkü kolektif bir yas ve neşe kaynağı olma özelliğini yitirmiştir. Herkes kendi ölülerini gömmektedir.[3]

Artık ölüm bireyseldir. Öykünün kahramanı İdris babası ile yaşadıkları eve döndüğünde kendisini ölümün çarpıcı yakınlığıyla yüzleşirken bulur. Çünkü yine Baudrillard’ın dediği gibi bize yakın birinin ölümünü düşünemeyiz ve ölüm mutlak bir gerçeklik olduğu için önceden tasarlanamaz.[4] Artık ölmüş olanın hazin hatıraları ve geçmiş zamanın içinden ağır ağır sızıp gelen hayaller vardır. Bu noktada akıllara Necip Fazıl Kısakürek’in “Bir Yalnızlık Gecesinin Vehimleri” adlı öyküsü gelmektedir. O öykünün kahramanı da ölümün çepeçevre, her noktaya tesir ettiği bir evde geçen gecesini anlatır:

O gece hayalimde sağlarla ölülerin, birindeki varlık, ötekindeki yokluk esasları öyle bir birleşmişti ki, ateşi kırk dereceyi geçen bir hastanın vehim dediğimiz ölçüsüz hassasiyetiyle ölüleri dirilerden daha mükemmel ve tam bir fiilin içinde yaşıyor farzettim.[5]

O gece İdris bir rüya görür. Rüyasında kendisinin gönlünden, babasının ise dilinden dökülen şu cümleler sebebiyle, kendisini babasıyla ruhen bir bütünlük içinde hisseder:

Bundan sonra, ateş denizinden geçer. Sonra da nur denizine, sonra su denizine, sonra da kar denizine, soğuk denizine uğrar ve geçerler. Her denizin tûlü bin senelik yoldur.[6]

Artık İdris rüyasında babası ile bir bütün haline gelmiştir ve ölüm, hayat, kader, yol, yolculuk, kaygı çerçevesinde gördüğü bu rüya büsbütün bir kabusa döner. İdris ile babasının, bu rüyanın içinde benliklerinin birbirine karışması noktasında çok ilginç bir tespit bulunmaktadır. Bu tespit belki de psikanalizin söylemek istediği ne varsa tek bir cümlede toplamaktadır. Aclûnî’nin :Keşfü’l Hafa” adlı eserinde de geçen bir hadis-i şerîfe göre “Çocuk babasının sırrıdır.[7]

İdris bu kabustan kapının çalmasıyla uyanır. Gün doğmuştur. Kapıya gelen sütçü İdris’e babasını sorar. İdris babasının öldüğünü söyler. Sütçü üzülür ve alışverişten sonra gider. İdris sütçüden aldığı sütü kaynatıp içerek kahvaltısını yapar. Giyinip dükkanının yolunu tutar. Öykü İdris’in dükkanı açmasıyla son bulur. Artık hayat onun için normale dönmüş ve ölümün o ilk dehşetinden bir nebze sıyrılıp gündelik hayatın akışına adım atmıştır.

Şimdi Çok Uzaklarda

Şimdi Çok Uzaklarda öyküsünde ise kırsal kesimde var olmaya çabalayan bir ailenin babası olan Yakup’un kendi iç hesaplaşması ve eşinin ailesine karşı kendisini ispat etme arzusunun sancıları ile karşılaşırız. Kayınbiraderi ve kayınbabasıyla mücadelesinin yanında, kendisiyle de mücadele eden Yakup, özgürlüğü sorgulamakta ve kendi ailesinin istikbalini bizzat kendisi tayin etmeye uğraşmaktadır. Bunun uğruna kendi kurulu düzenini bile bozmaya göze alan Yakup, kendisinin inandığı ideallerin doğruluğundan gayet emin bir şekilde, kendisinin ve ailesinin geleceğini adım adım hesaplamaktadır. Yalnız bu mücadelesi ve gelecek planlarında oldukça yalnızdır Yakup. Bu yalnızlığını içten içe fark eder ama ideallerinin doğruluğundan gayet emin olduğu için kendi ailesinin istikbalini uğruna bu yalnızlığın da geçici olduğunu bilir ve günü geldiğinde kendi eşinin de, onun en doğru kararı vermiş olduğunu düşünüp, onu takdir edeceğine emin olur. Yakup bu çetin mücadelesinin en etkili hamlesini yolculukta bulur. Ailesiyle birlikte yola çıkacak, yeni bir düzenin tüm gereklerini yola çıkmanın kararlı hamlesinde bulacaktır. Aslında Yakup içten içe yolculuğun kudretine inanmaktadır. Çünkü yolun, üzerinde mesafe kat edildikçe değiştiren ve dönüştüren yanını bilir Yakup. Özgürlük de yola çıkmak ile mümkündür.

Bireysel özgürlük ile ailenin fertleri arasında pay edilen özgürlük kavramını sorgulayan Yakup, kendi ideallerinin ateşiyle, özgürlüğün mutlak bir şekilde ortak  bir his olduğunu düşünmekte ve kendi kurduğu ailesinin istikbalini eşinin ailesinin varlığına bağlayan şartları, bir kahraman edasıyla terk etmenin hürriyetine inanmaktaydı. Bu çelişkili durum, bir yanıyla hayatın ta kendisiydi. Yakup için özgürlük, bedeli ödenen ve sonra amacına ulaşılan bir kavramdan ziyade, ödenen bedelin kıymetiyle ölçülebilecek bir tutkunun ateşiydi. Hiç şüphesiz Yakup, her insan gibi özgürlüğün insan için ehemmiyetinin farkındaydı. Bu yüzden Immanuel Kant’ın da vurguladığı yönüyle, her insanda olduğu gibi Yakup’ta da özgürlük sevgisi doğal ve o kadar güçlüydü ki, bir kere özgürlüğe alıştığında, artık her şeyi onun uğruna feda edebilir, her şeyi göze alabilirdi.[8]

Yakup her şeyi geride bırakmayı göze aldıktan sonra ne olduğunu bilmiyoruz. Öykü Yakup eşini teselli ederken sonra eriyor. Son kısımda Yakup sarsıla sarsıla ağlayan eşini, her şeyin iyi olacağını söyleyip teselli ediyor. Eşinin tavrından ise Yakup’a inanmadığını anlıyoruz. Yakup’un eşi kendi ailesinden ayrılmaya ve yeni bir serüvene atılmaya henüz hazır olmadığını öykü boyunca yansıtıyor bize.  O, bir ailenin mahremiyet ve emniyetinin ancak büyüklerin kanatları altında mümkün olduğunu  düşünüyor. Burada insanlık tarihi kadar eski bir  meselenin izlerini görüyoruz. Kadın kavramı bu öyküde, Yakup’un eşi olarak her daim toprağa ve berekete meyilli fıtratıyla, erkek bilincinin, yani Yakup’un atılgan ve biraz da savurgan fıtratına karşılık, sükûneti ve huzuru temsil ediyor.

Aile

Özdenören “Aile” öyküsünde teferruatlı bir şekilde bir kasabayı ve o kasabadaki bir aileyi konu alır. Bu öykü kasabanın teferruatlı bir betimlemesiyle başlar; zamanın ,mekanın içinde devinip duran insan yazgısının bir timsali olarak aileye ve en nihayetinde ferde ulaşır. Öyküde betimlenen kasaba daha ilk sayfalarda gözümüzde adeta Nuri Bilge Ceylan’ın 1997 yapımı “Kasaba” filmini hatırlatmaktadır. Geçmiş ve gelecek arasında bir hayal gibi salınan düşünceler ile her biri kendi kaderlerine teslimdirler. Her birinin hayatı, zamanında yaşadıkları acılar akşam çöktüğünde kasaba atmosferinin verdiği o yalnızlık hissiyle bir iç hesaplaşma halini alır. Süratten uzak ve zamanı göğsünden bir iç çekiş gibi derin bir soluk misali geçiren bu kasaba, kendi topraklarındaki insanların da göğüslerinden sancılı bir teslimiyet olur ve geçer. Bu kasaba eskidir ve bu kasabada zaman değil, insan eskiyecektir.

Başka bir çerçeveden bakarsak, artık bu kasaba ile bu kasabada yaşayanlar bir bütün haline gelmiştir. Öyküye konu olan aile, bulundukları kasaba ile öyle özdeşleşmiştir ki, biz öykünün bir yerinden sonra bu aile ile kasabayı bir bütün halinde düşünmeye başlarız. Sanki kasaba olmasa aile, aile olmasa kasaba olmayacak gibidir. Mekandan, aileye, aileden ferde uzanan bir yazgının kasveti ve her ferdin çevresine olduğu kadar kendisine yabancılaşması ustaca aktarılmıştır bu öyküde.

Çözülme

Kitaba ismini de veren “Çözülme” öyküsü, kumar müptelası bir oğul, cefakar bir anne, ölmek üzere olan bir baba, evine dönmek zorunda kalan evli bir kız kardeş ve meczup bir diğer kız kardeş arasında gelişir. Bir aile dramını en çarpıcı noktalar ile izleriz bu öyküde. İşsiz ve şansını kumarda deneyen oğul Kerim, yaşadıkları tüm bu olumsuzluklardan babasını sorumlu tutmakta, onunla her daim kendi içinde hesaplaşmaktadır. Bu hesaplaşmalarda küçük yaşta şiddet de gördüğünü öğreniriz Kerim’in. Travmalı bir çocukluk geçirmiş, hayata karşı umudu erken yaşlarda zedelenmiştir. Erken yaşlarda babasının baskısına adeta bir başkaldırı olarak okuldan kaçmaya başlamış, kumara alışmıştır. Kerim’e göre babası ailenin istikbalini hiç düşünmemiş ve bencilce davranmıştır.

Aileyi bir arada tutmaya çalışan cefakar anne ise her şeyden Kerim‟i sorumlu tutmakta ve her fırsatta bunu belli etmektedir. Oysa Kerim bir keresinde babasının annesine iyi biri olamadığını itiraf ettiğini bile duymuştur. Kendi içinde sürdürdüğü hesaplaşmasından, öykünün örgüsü dahilinde suçlu bir duruma düştüğünde vazgeçer Kerim. Babasını, hesaplaşacak kadar kıymetli ve güçlü görmez. Hayata karşı ödediği bedel ve suçlanan taraf olması, onu bir yerde, kendi kaderine teslim ve babasına karşı mağrur kılmıştır.

Freudyen bakış açısına göre bir oğulun babasını öldürmesi düşüncesiyle doğan suçluluk, kıskançlık ve düşmanlık gibi bastırılmış, bilinçaltında devinen duygular aslında toplumun kolektif yapısında devam eder. İşte çözülme de bu noktada tamamlanır. Kerim’in suçlu olduğu an babasıyla hesaplaşmaktan vazgeçmesi, erken yaşlardan beri “öteki” olduğu toplumun içinde her ne kadar olumsuz ve suçlu bir duruma düşmüş de olsa bir rol sahibi olduğu içindir. Nitekim erken yaşlarda alıştığı kumar da, talihe inanmak istediği için defalarca, tıpkı bir nevroz haliyle tekrarladığı bir eylemdir.

Fransız psikanalist Jacques Lacan  “Les Complex Familliaux Dans La Formation de L’individu” adlı metinde aile hakkında suallere cevap vermektedir. Ailenin anne, baba ve çocuklardan ibaret olmasının sayısal bir veriden başka bir şey olmadığını söylemektedir. Lacan ailenin en başta fertlerinin birbirini daimi olarak etkilediği bir kurum olduğundan bahsedereo kan bağını ikinci plana atmaktadır. Aile çocuğun tüm kişisel özelliklerini biçimlendirir. Aile diğerleriyle ilk karşılaşılan yerdir ve ferdin öznelliği ailede gelişir.

Çözülmenin zirveye ulaştığı yer olan kapitalist söylemin doğası, “özgür” yetişecek fert için ideal bir baba kavramını mümkün kılmaz. Öykünün kahramanı Kerim açısından bakarsak, baba kavramına ait olan yasa ve bir yanıyla ferde ait olan arzu bir bütünlük arz etmeyince bir tarafta yasa olmadan arzu, diğer tarafta arzu olmadan yasa kalır. Yasa olmadan arzu sınırsızdır ve ailenin diğer bireyleriyle fert arasına bir mesafe koymaktadır. Arzusu olmayan yasa sadece kaidelerden ibarettir. Baba bir yanıyla yasa ve arzu arasındaki bağı kurandır. Baba figüründeki problem Kerim’de bir arzu nesnesi olarak kumar alışkanlığını ve yasa olarak da “oyun” ve “talih” kavramlarını tetiklemiştir. Çözülme böylece fertten aileye, oradan da topluma ve en sonunda insanlığa ve çağa ulaşmaktadır.

Kaynakça:

Baudrillard, J. (2021). “Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm”, (Çev. Oğuz Adanır). Ankara: Doğu Batı.

Haksal, A.H. (1999). “Rasim Özdenören‟le Öyküsü ve Sanatı Üzerine Bir Konuşma”, Yedi İklim, 107-108.

http//cerenkorulsan.com/2019/08/26/baba-islevi-hakkinda-notlar/

Kant, I. (2020). “Eğitim Üzerine (Ruhun Eğitimi-Ahlaki Eğitim-Pratik Eğitim)” İstanbul: Say.

Kısakürek, N. F. (2005). “Hikayelerim:, İstanbul: Büyük Doğu.

Lacan, J. (2001) “Les Complex Familliaux Dans La Formation de L’individu”, Autre Ecrits, Paris: Le Seuil.

Özdenören,  R. (1998). “Çözülme”, İstanbul: İz.

Yumuşak, F. C. (2012). “Rasim Özdenören ve Öykücülüğü”, Turkish Studies, 7/2,  s. 1281-1299.

Zarifoğlu, C. (2012). “Zengin Hayaller Peşinde”, İstanbul: Beyan.


Dipnotlar:

[1] Zarifoğlu, 2012: 21

[2] Haksal, 1999: 62

[3] Baudrillard, 2021: 314

[4] Baudrillard, 2021: 186

[5] Kısakürek, 2005: 10

[6] Özdenören, 1998: 13

[7] 2/452 (2911)

[8] Kant, 2020: 33.

SELİMCAN YELSELİ

Gerçek Tarih dergisi Ekim 2022 sayısında yayınlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.