Rasim Özdenören’in gözüyle “Liberal İslam” anlayışı
Rasim Özdenören; kültür, sanat ve düşünce dünyamıza fikirleri ile ve kaleme aldığı eserlerle yoldaki işaretleri bize gösteren bir mütefekkir, yazar ve yedi güzel adamdan biriydi Özdenören, demokrasi, liberalizm, kapitalizm gibi terimleri Türkiye ve İslami yapı içerisindeki yerinin ne olduğunu çok geniş anlamları ile bahseder. Bu kavramların işin esasına bakıldığında yanlış olarak kullanıldığını, bu ideolojilerin hangi sisteme göre savunulursa savunulsun pratikte bir karşılığının olmadığını ve her şeyden önce yeni dünya düzeninde dünya insanlık ailesine hiçbir şekilde yol gösterici bir unsur olamayacağını, uyarıcı ve tüm toplumlara hatırlatıcı bir şekilde eserlerini kaleme alan, kıymeti tartışılmaz ve yeri kolay kolay doldurulamaz önemli bir değerimizdi.
Ruhu şad olsun, Özdenören’in liberalizmle ilgili görüşlerinden önce bu kavram üzerinde biraz sörf yapmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
Liberalizmin kelime manası bireyin özgür olmasını ve ekonomik güçler arasında özgür yarışmayı, devletin bireyler, sınıflar ve uluslararasındaki ekonomik ilişkilere karışmamasını isteyen siyasal ve ekonomik öğreti.
Felsefi yapısı herkese vicdan, inanç, düşünce özgürlüğü tanınmasının gerekli olduğunu savunan, özgür düşünceye bağlı dünya görüşü.
Liberalizm, kökleri daha önceye dayansa da 19. yüzyılda güçlü bir siyasal alternatif haline gelmiştir (Heywood, 2011: 41). “Birey, özgürlük, akıl, adalet, hoşgörü ve farklılık” ekseninde söylemini şekillendiren liberalizm tarihsel süreç içerisinde, farklı şekillerde yorumlanabilmiştir. Bu noktada klasik liberalizm ve modern liberalizm ayrımı yapılmaktadır. Bencil bireyler toplamından oluşan atomistik bir toplum anlayışından ”yola çıkan klasik liberaller”, birey üzerine herhangi bir baskıyı reddederek “negatif özgürlük” anlayışını esas almışlardır.
Klasik liberaller, devlete “gece bekçisi” metaforuyla tasvir edilen, minimal düzeyde bir rol biçmiş, devletin rolünü dış saldırılara karşı koymak, içerde düzeni sağlamak, “sözleşmelere uyulması için zor kullanmakla” sınırlandırmış, devlete bırakılmış “zorlama alanı” dışındaki alanı sivil toplumun “özgürlük alanı” olarak kabul etmişlerdir (Heywood, 2011: 61). Klasik liberaller ile modern liberaller, “bireysel özgürlük, çeşitlilik ve çoğulculuk, anayasacılık ve hukukun üstünlüğü” noktasında birleşir. Her ikisi ekonomik işleyişte serbest piyasa ekonomisinin esas alınması varsayımında da birleşir. Ancak modern liberaller piyasa boyutunu daha az vurgular, devletin “sosyal ve/veya sivil görevlerini” daha fazla öne çıkarır (Erdoğan, 2005: 27). Denebilir ki iki yaklaşım arasındaki ayırt edici nokta devlet ve piyasaya yaklaşımdır.
Modern liberaller, devlete “daha geniş (kısmen yeniden dağıtımcı) bir rol biçmeleri” itibariyle klasik liberallerden ayrılır (Erdoğan, 2005: 27). Klasik liberaller, iktisadi alanı tümüyle devletten arındıran bir anlayışa sahiptir. “Laissez-faire” (bırakınız yapsınlar” anlayışında ifadesini bulan bu iktisadi anlayış 1929 ekonomik buhranı ardından sorgulanmaya başlanmıştır. Ancak 1970’lerde ivmelenen ve1980’lerde ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher’ın politikalarında ifadesini bulan Neo-liberalizm ile yeniden hayat bulmuştur (Heywood, 2011: 66).
Fırsat eşitliğini tümüyle piyasanın işleyişine bırakan klasik liberallerin aksine, modern liberaller, “negatif özgürlük” yerine “pozitif özgürlük” anlayışını benimsemiş, piyasanın bireylere eşit fırsatlar sunamaması karşısında, fırsat eşitliğini sağlamak üzere, devletin sosyal ve iktisadi alanda müdahil olması gerektiğini kabul etmişlerdir (Heywood, 2011: 72).
Liberalizm içindeki bir diğer tasnif “kapsayıcı liberalizm ve siyasi liberalizm” ayrımıdır. Kapsayıcı liberalizm, “liberal değerler”in “siyasal ilke ve kurumların” ötesine taşınmasını, bu değerlerin aynı zamanda “birey ve toplum hayatına hâkim olması gerektiğini savunur. Siyasi liberalizm ise, birey ve toplumu kuşatan bu tarz kapsayıcı bir ahlaki idealle değil, “asgari bir ahlaki içerikle” hareket eder; liberal değerleri, birey ve topluma hâkim kılma arayışından genellikle uzak durur. Liberalizmi esas olarak siyasal ilke ve kurumlar üzerinden ele alır (Erdoğan, 2005: 25). “Klasik liberallerin hepsi”, siyasi liberalizm kategorisine dâhilken, modern liberaller arasında siyasi liberalizmin de kapsayıcı liberalizmin de savunucuları vardır (Erdoğan, 2005: 27).
Liberalizmin piyasa boyutu ile siyasal özgürlükler boyutuna yaklaşımdaki seçici tutumlar bulunmaktadır. Birçok zaman serbest piyasa anlayışı benimsenmek suretiyle liberalizmin ekonomik boyutu kabul edilirken, siyasal özgürlükler boyutu göz ardı edilebilmektedir. İnsel’in “Türk siyasal düşününde, güçlü bir iktisadi liberalizm geleneği bulunmasına karşın, buna denk düşen bir siyasal liberalizm geleneği oluşmadı” tespiti (İnsel, 2005: 42-43) söz konusu durumu vurgular.
Rasim Özdenören, serbest piyasa sistemine açık destek verdiği gözlenmektedir. Serbest piyasaya yaklaşım taktiksel bir meseleden ziyade, “ilkesel” bazda ele alınmaktadır. Serbest piyasa ile özgürlük arasında doğrusal bir ilişki kurulmaktadır. Zira ekonomiye hükmetmek, devleti güçlendiren bir unsur olarak görülmektedir. Devletçi ekonomi, devlete atfedilen “ceberrutluğun” besleyici bir öğesi sayılmaktadır. Ekonominin devletin elinden çıkmasına kritik bir rol biçilmektedir. Bunu daha açık bir şekilde ifade edecek olursak Rasim Özdenören aynı minvalde, serbest piyasa ile özgürlüğü ilişkilendirmekte, devletin ekonomik fonksiyonuyla yasakçılık arasında bağ kurmaktadır.
Ayrıca “Serbest piyasa işleyişini bozdukları” ve “Kaynak tahsisini olumsuz yönde etkiledikleri” gerekçeleriyle KİT’lerin özelleştirilmesini savunan Özdenören, “Özelleştirme ile yasakçı devletin getirdiği kısıtlamaların ortadan kaldırılabileceğini düşünüyorum” ifadesiyle konuya dair duruşunu net şekilde ortaya koymaktadır (Özdenören, 1993b: 16). Esasen İslami perspektiften bakanların serbest piyasaya ilişkin pozitif yaklaşımları şaşırtıcı değildir. Zaman zaman İslam’ın sosyalizan yorumlarına rastlansa da “İslam’ın liberalizmin kurucu unsurlarından biri olan serbest piyasa ekonomisiyle bağdaşır” pozisyonu (Erdoğan, 2005b:448) yaygın bir kabuldür. İslami cenahın liberal değerlere yönelik eleştirileri, İslami iktisat anlayışının iktisadi liberalizmle paralellik arzeden yorumlarını engellememiştir (Yılmaz, 2005). “Yirminci yüzyılın son çeyreğinde” İslamcı iktisadi söylem ile iktisadi liberalizm arasındaki yakınlık daha da görünür bir hal aldığı görülür. Bu dönem, İslamcı hareketin yanı sıra, gerek dünyada gerek Turgut Özal’la özdeşleşen politikalar bağlamında Türkiye’de neo-liberal söylem ve politikaların güçlendiği bir dönemdir. Neo-liberalizm, piyasayı “ahlaki ve pratik olarak her türden siyasi denetimin üzerinde gören”anlayışıyla, piyasaya ilişkin bazı sınırları kabul eden Adam Smith’i de geride bırakmıştır (Heywood, 2011: 68). Sovyetler Birliği’nin dağılması, “Neoliberal” söylemi zirveye taşımıştır. Bu durum, neredeyse asgari müşterek halini almış iktisadi söylemi, İslam’ın öngördüğü çerçevenin serbest piyasayla uyum arz eden boyutunun yanı sıra, dünyadaki dönüşümün etkileri üzerinden de okumak gerekmektedir. Neo-liberal söylemin öncü düşünürlerinden Friedrich Hayek (1899–1992) ve Milton Friedman’ın (1912-2006) özgürlük ve piyasa arasında kurdukları bağ birçok düşünürle aynı eğilimi gösterir. Friedman’ın “demokrasi, ancak kapitalizmde var olabilir” (Köker,1987: 69-70), Hayek’in devletin iktisadi süreçlere müdahalesini “bireysel özgürlük için en ciddi tehdit” (Heywood, 2011: 68) sayan yaklaşımlarının ruhu birçok İslami düşünürün geneline sinmiş olduğunu görüyoruz. 1980’li yıllarda dünyada ve Türkiye’de gözlenen neo-liberal dalga ve hemen devamında sosyalist blokun dağılmış olmasını, birçok düşünürün yaklaşımını şekillendiren faktörler arasında saymak mümkün görünmektedir. gerek geleneksel gerek yenilikçi söyleme alan açanlar arasında, çerçevesi belirlenmiş bir İslami devlet modelinin varlığı hususunda güçlü tereddütler mevcuttur. Rasim Özdenören’in İslam’ın “apriori bir devlet modeli” bulunmadığı yönündeki tespiti bulunmaktadır. (Özdenören, 1993a: 18), (A priori, genelde deneyle kanıtlanamayacak olgular için kullanılır. Dinsel konular ile ölüm ve hayatın başlangıcı, tanrının varlığı, evrenin yapısı gibi metafiziksel savlardır. Fakat Rasim Özdenören’in burada felsefi manasını direkt olarak kullandığını görürüz felsefi olarak da A posteriori, “sonradan gelen bilgi” anlamında kullanılır ve deneyimle, algılarla edinilen bilgiyi ifade eder. Kant’tan bu yana bilgi felsefesindeki temel kavramlardan biride budur. Buradan hareketle İslami devlete ilişkin belirli bir kalıbın bulunmaması, farklı kaynaklardan beslenme ve yeni koşul ve ihtiyaçlar zemininde bir inşaya zemin sunan bir olanak olmakla beraber, Kuran’ın önerdiği “ilahi hayatın”, siyasal planda nasıl gerçekleştirileceği hususunda “sessiz” kaldığı, “ayrıntılı bir siyaset programından kesinlikle yoksun” olduğu başka çalışmalarda da dile getirilmiş ve bu durum yeni açılımlara olanak sağlayan bir unsur olarak değerlendirilmiştir (Arslan, 2005: 439 vd.). “İslami’ denebilecek bir siyaset teorisinin ve bir sosyo-politik kurumsal modelin varlığı(nı) son derece şüpheli” bulan Mustafa Erdoğan, bunu liberalizm yönündeki açılım için bir olanak olarak değerlendirmiştir (Erdoğan, 2005b: 446 vd).
Buradan yapısal modellemeye geçtiğimizde İslami devlet modeli için “aktüel ihtiyaçlar ve aktüel gerçekler” ışığında bir çerçeve çizilebileceğini ifade eden Rasim Özdenören, genel halk oyunu da bu kapsamda değerlendirerek, İslami devlette “genel seçimin vaki olup olmayacağı, olacaksa nasıl bir sistemin benimsenebileceği o zamanın şartları belirleyecektir” sonucuna varmaktadır. Genel oy hakkını tartışmalı bir zemine çeken Özdenören, sürdürülen tartışmalarda “çoğulculuk ve katılımcılık konusunda ifrata” gidildiğini savunmakta, bunu “demokrasi söyleminin fazlaca etkisi altında kalmakla” ilişkilendirmekte olduğunu görmekteyiz (Özdenören, 1993a: 18). Özdenören, İslam ile bağdaşmayabilecek neticeler doğuracağı ihtimalinden kaygılandığı için, genel oy’a tereddütle yaklaşmaktadır. Bu her surette İslami değerleri garanti edecek bir arayışın ifadesidir. Özdenören böylece, bazı düşünürlerin devleti İslami değerlerin doğrudan aracı kılan söylemini, daha ılımlı ve dolaylı şekilde ifade etmektedir. Özdenören’de örneklenen yaklaşımın devlet ve halka biçtiği rol liberal paradigmayla uzlaşmaz bir karşıtlık içerisindedir, kısaca liberalizmin içerisindeki bir İslam/İslamcılık eğilimini değil, İslamcılık içerisindeki görece liberal bir eğilimi savunmakla beraber felsefi olarak liberal temellerden yola çıkmamakta, bununla birlikte İslamcılığın içerisindeki daha otoriter eğilimlere karşı görece daha esnek bir İslamcılık anlayışı öne çıkmaktadır. Deyim yerindeyse, İslami içtihadı daha özgürlükçü bir çizgide yürütme arayışı kendini hissettirmektedir.
Özdenören yazılarında, günümüzde hâlen tartışılmakta olan iki önemli soruyu ele almaktadır. Bunlardan birincisi, “Müslüman liberal olur mu?” sorusu, ikincisi ise “Müslümanlar Türkiye’de Kemalist baskıdan kurtulmak için liberalizmi benimsemeli midir?” sorusudur. Özdenören’in bu iki soruya da cevabı olumsuzdur. Liberalizmin sekülarizmi varsaydığını iddia eden Özdenören, liberal hayat tarzı ve zihniyetinin İslam’la telif edilemeyeceğini savunmaktadır. İkinci soruyla ilgili olarak Özdenören, liberalizmin Müslümanlara pratikte bir alan açacağını kabul etmekle birlikte, bu tarz bir yaklaşımın Müslümanlar tarafından benimsenmemesi gerektiğini ifade eder. Çünkü Özdenören’e göre İslam için araçların da amaçlar kadar meşru olması gerekmektedir. Hz. Peygamber meşru amaçlar için meşru olmayan araçları kullanmamıştır. Bu sebeple, “İslam’ın liberalizm gibi bir ara dönem ortamı”nın aracılığına ihtiyacı olduğunu savunmak, Özdenören’e göre İslami açıdan doğru değildir (Özdenören, 1993c: 120).
Sonuç olarak Rasim Özdenören’in doğrudan liberalizmi ele alan yazılarında ortaya koyduğu görüşler Müslümanlar arasında liberalizmin etkisini kırmaya yönelik bir çaba olarak gözükmektedir.
Yazının başında bahsedilen Türkiye’nin 1990’lardaki siyasal bağlamı açısından bakıldığında, bazı düşünürlerin savunduğu çizgi liberallerle iş birliğine hazır bir siyasal mesajı ihtiva ederken, Özdenören’in çizgisi Türkiye’de İslamcı kamuoyunu liberalizmi benimsemekten ve liberallerle ittifaklardan uzak tutmaya çalıştığı ortadadır.
Vesselam.
Dr. (phd) MURAT ONARAN
Gerçek Tarih dergisi Ekim 2022 sayısında yayınlanmıştır.