Sezai Karakoç Bey’in dirilişi

Hemen hemen son 20 yılımı Yüce Diriliş Partisi İstanbul İl Teşkilatı YK üyesi olarak üstadın yanında az çok geçirmem nedeniyle, yanında bulunduğum süreçlere dair bazı malumatları paylaşmak istiyorum.
Üstat genellikle aynı takımı giyerdi.
Ara sıra giydiği bir gömleğin biraz yırtılmış ve o kısmını kendi el dikişi ile tutturmuştu.
Gömleği yüksünmeden giyerdi.
Lüks gibi tutkuları olmayan kanaat ehli bir yaşam sürerdi, ikram etmeyi çok severdi, bizim konuşmamızı bizden daha fazla önemser, fikirlerimizi bizden daha iyi dinlerdi.
Beraber yemek yediğimiz zamanlarda da ekmeği yemekte kendi eli ile sofrada bölerdi.
Üstat için büyük küçük, okumuş okumamış fark etmezdi. Dünya malına ise tamahı yoktu. Akif gibi devletin verdiği para ödülünü almamış, ihtiyaç sahiplerine veriniz demişti. Zenginliği ve lüksü önemsemezdi. Sade bir hayat yaşardı. İsrafı yoktu, bayat ekmek ile yemek yediğimiz, gazete kağıtları üzerinde iftar açtığımız günlerde oldu.
Kesinlikle, o konuşmadan, meclisinde söze başlamazdık. Mona Rosa şiirini bir ara cesaret edip sorduk (m) sadece şiir dedi. Üstadımız Müslümanların fert fert İslam ile yeniden buluşmasını diriliş ile tanımlardı.
“İslam’ın esasen insanın dirilişi olduğunu, diriliş şuuruna kavuşan ferdin İslami şuuruna ereceğini dile getirir, İslami hareketi diriliş hareketi,” olarak tanımlardı.
İslam milleti ile her zaman dertlenir ve de parçalı olan İslam ülkelerinin birliğinin nasıl olurda birleşir derdinde olan bir diriliş eriydi. Millet, ümmet ve devlet üstadımın dilinde tekrardan yeniden tanımlanarak asıl hüviyetini bulmuştu. Tane tane konuşur, lafı uzun tutmaz kısa cümleler ile bize bir kitabın özetini sunardı. Cümlelerinde sır, hikmet ve hakikati, dirilişin hakikatini sunardı bize. Arkadaşlar “diriliş önce ruhta başlayacak,” diye konuşmaya başlar, insanda “İslam’ın dirilişinin ruhu; ruhun dirilişinin de insanlığın dirilişini,” sağlayacağını söyler ve bu hesaplaşmaya insanı çağırırdı.
Ruhun dirilişinin de inanmakla başladığını, inanmanın teslimiyet içerdiğini ve Allah’a inanıyorum diyen insanın içinde devamlı imanın büyüdüğünü söylerdi. Konuşurken bizleri bir anda İslam coğrafyasına götürür Bağdat’ı, Kahire’yi, Mekke’yi, İstanbul’u ve Semerkant’ı birbirinden ayırt etmezdi. Hepsi birbirinin kardeşi derdi, hepsi bizim şehrimiz derdi, Müslüman pasaportsuz İslam şehirlerine gitmeli, İstanbul’dan Diyarbakır’a nasıl gidilecekse, Mekke’ye, Bağdat’a da öyle gidilecek günlerin ufkunu bize her daim çizerdi.
Bir sohbetinde ‘Ortadoğu’ ismini Batı’lı sömürgecilerin koyduğunu ve İslam coğrafyasının zihinlerimizde coğrafi olarak ayrışmasında önemli bir parçası olduğunu ifade etmişti.
“İnsanda dirilişin öldükten sonra değil yaşarken olması gerektiğini,” ifade ederdi.
Her ferdin İslam ile diriliş bilincine ulaşacağını Kuran’ın, Mesnevi’nin diriliş hareketi olduğunu, bu çağda da İslam hareketini diriliş ile tanımladığını çok kereler ifade ederdi.
“İslam’ın Dirilişi” adlı eserinde Müslümanı tanımlarken, “Müslüman, İslam’ı öyle sağ ve diri, canlı yaşamalı ki, seni öldürmek için gelen sende dirilsin,” diyerek diriliş nesline seslenirdi.
Her daim ümit vardı üstadımda.
Bayrağı taşıyacak diriliş neslinin heyecanı ile yaşardı, yaşından dem vurur öleceğini hatırlatır ve bizlere hitap ederek diriliş sancağı sizin ellerinizde derdi.
Diriliş üstada göre “hakikat” ve bu dünyada niçin yaşadığımızın tek bir cevabıydı. Dirilişin yeniden inanmak, yeniden düşünmek, yeniden doğarak İslam mayası ile yoğrulmak olduğunu söylerdi.
Yine bir seferinde kaygıları arasında, sadece şair ve şiirleri ile bilinmesi olduğunu ifade etmişti.
Kendi ifadesi ile “Bin yıllık ömrüm olsa, ömrüm boyunca konuşma ve yazma nasibimde varsa, hep Müslümanların birleşmesinden, bir araya gelip şuurlu birliklerini oluşturmalarından bahsedeceğim, bıkmadan bahsedeceğim. Bundan daha büyük bir dava bilmiyorum.” diyen üstadımız, tüm hayat faaliyetinin İslam’ın bir savunması olduğunu temenni ile ifade ederdi. Hakikatin Kur’an olduğunu, düşüncelerin, sistemlerin, doktrinlerin değişeceğini, değişmeyen tek şeyin hakikat olduğunu ifade ederdi. Hakikat medeniyeti, İslam medeniyeti idi. Üstadımız bizlere hayatı ile de örnek bir yaşantı sergilemişti. Tohum ağaç ve meyve, dere, ırmak göl ve okyanusa açılma misali neden Yüce Diriliş Partisi’ni kurduğunu bize uzun uzun anlatırdı.
Şiirle başlayan sürecini, kitap, dergi, yayınevi, gazete ile devam ettirmiş, aydın ve mütefekkir bir düşünce adamı olarak parti ile diriliş hareketini taçlandırmış TV kuramamanın kaygısını yüreğinde taşımıştı. Bir yandan mücadeleci hayatı olan diğer yandan ise hayattan kopmayan, günlük ve sıradan bir ömür süren yalın Anadolu insanıydı.
Üstadın sade bir hayatı oldu. Mahalle mescidinde saf tutar, partideyken de namaz vakti geçmeden namaz kılmak için bizlerden zarifçe izin ister. Masasının yan tarafına bıraktığı seccadesini kendisi sererdi, ekmeğini kendisi alırdı, kimseye yük olmazdı. İkram etmeyi çok severdi. Kurduğu ve diriliş hareketi emaneti olarak gerideki insanlara bıraktığı Yüce Diriliş Partisi’nin parti disiplinine de son derece önem verirdi.
Pek çok siyasetçi kendisi ile görüşmek istediğinde gayet mütevazi olarak parti yönetim onayına sunardı.
Üstat parti kuruluşunu önemser, “Müslümanlar olarak önemsenmenin” parti kurarak güçlenmelerinden geçtiğini ifade ederdi. Diriliş hareketinin aksiyon yönü olarak partiyi işaret ederdi. Bir defasında da parti hakkında “aydınlanma hareketini başlattık ama aydın arkadaşlar gelemedi” demişti. Gelen herkesi ise kabul ederdi, kimseye de kırgın değildi.
En son genel kongrelerimizden birini eski ve yıkık bir tuğla fabrikasında Ankara’da gerçekleştirmiştik.
Allah rahmet eylesin İnşaAllah.
Av. Mahmut Doğan/Yüce Diriliş Partisi İstanbul İl Teşkilatı Yönetim Kurulu Üyesi.