tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Surnâme’yi anlatan İskender Pala: Tarih kimliğin bir parçası

Surnâme’yi anlatan İskender Pala: Tarih kimliğin bir parçası
26.11.2022
A+
A-

(Gerçek Tarih) – İskender Pala, “Surnâme” adlı romanında Osmanlı macerasını hikâye ediyor. Devlet içindeki iktidar oyunlarından masum aşk sarmallarına uzanan kurgu, bir saray düğünü çevresinde gelişiyor. Hem düğünün ve devletin ihtişamı hem de iktidar çekişmelerinin acımasızlığını ve kurnazlığını aynı akış içinde gösteren Pala ile romanı üzerine Hürriyet’ten Eray Ak “Tarih ve zaman değişir ama insan aynı kalır” başlıklı söyleşi gerçekleştirdi.

Edebiyatımızda tarihsel roman yazımına kattıklarınız yadsınamaz. Peki, tarih nasıl anlatım olanakları sunuyor size ve kaleminize?

Tarih kimliğin bir parçası. Her insan kendi özel veya genel tarihini merak ediyor aslında. Bu bakımdan herkesin tarihi veya tarihini bilmesi bir tür tamamlanma, kemal derecesi. Bir öğretmenin, branşı ne olursa olsun önce Türkçe öğretmeni olması gibi bir mecburiyet bu. Ne var ki modern zamanlar tarih dediğimiz genel alanı tıpkı Türkçe ve edebiyat gibi bir eğitim disiplinine sıkıştırmış ve yalnızca ilgilisine hasretmiş. Bir romanın tarihten ilham alması veya tarihi hadiseleri konu alması biraz da insandaki bu genel ihtiyaca karşılık geliyor. Tarih koridorlarına girildiğinde bir yazar için okuyucusunun ilgisini ve dikkatini çekebileceği pek çok şey vardır.

“Tarihi edebiyatla anlatmalıyız” demişsiniz bir söyleşinizde. Neden? Tarih şuurunu şekillendirebilmek için mi, yoksa kaleminizde önemli bir yer tutan ‘öğreticilik’ niteliğinin bir yansıması olarak mı?

Bana insanlar “İskender Hoca!” diyorlar. Bütün yazdıklarımda hocalık vasfımın bulunmasına titizlikle riayet ediyorum. Bir roman eğlen-ce için okunur ve eğlence kültürünün asıl kısmını teşkil eder. Bunu sağlayan şey roman okuyucusunun zihnine yansıyan kazanımlardır. Bu yüzden ben sanatın sanat için olduğunu inkâr etmemekle birlikte sanatın toplum için yapılanına mütemayilim. Hocalık vasfım bunu gerektiriyor belki de. Hoşça vakit geçirmek için bir romanı eline alan bir okuyucunun sonuçta bir şeyler de öğrenmesi sizce de yararlı değil midir?

Yeni romanınız ‘Surnâme’ de gücünü tarihten alan bir hikâye. Surname aslında bir edebi tür bizde. ‘Şenlikler hakkında ya-zılan metinlerin genel adı’ diyebiliriz kısaca. Fakat sizin romanınızda okurlarınızı davet ettiğiniz şenlik biraz farklı…

Surname kelimesini günümüze ‘düğün risalesi, düğün kitabı’ diye çevirebiliriz. Atalarımız yapılan bazı düğünler için bu tür manzum veya mensur kitap ve risaleler yazmışlar. Özellikle iki düğün -biri 1582, diğeri 1720- çok öne çıkmış ve kitaplarıyla birlikte şiirleri yazılmış, besteleri yapılmış, minyatürleri çizilmiş… Bir surnameyi okuduğunuzda şenlikli ve keyifli bir roman için kurgu haricindeki her türlü malzemeyi ve arka planı bulabilirsiniz. Tuval, fon, renkler ve hatta eskiz bile hazırdır. Yazara yalnızca doğru renkler ve güzel bir perspektifle boyamak kalır.

Polisiyeden devlet işlerine, aşktan mekaniğe kadar geniş bir alana yayılıyor romanın dünyası. Biliyoruz ki her romanınızda kendi bilgi dağarcığınıza da yeni uzmanlık alanları ekliyorsunuz. ‘Surnâme’de ne üzerine çalıştınız?

‘Surnâme’yi yazarken öncelikle saatler üzerine geniş araştırmalar yaptım. Saatin tarihi, üretimi, mekaniği üzerine bir hayli okudum. El-bette yazdıklarımı ustalarına da okuttum. Osmanlı teşrifat ve yöne-tim sistemi üzerine araştırmalar yaptım. Büyük devletlerin protokol, bürokrasi ve hiyerarşi kuralları da teferruatlıdır; Osmanlı’nınki daha da teferruatlı, adeta dantel gibi işlenmiş. Hem öğrenirken hem de yazarken gıpta ediyor, kaybettiğiniz o ihtişama hayıflanıyorsunuz.

Saatler dünyası peki?..

Romanı okurken siz de gördünüz ki benim bahsettiğim saatler salon saatleri. Bu tür saatler bize ilk önce Sultan II. Bayezid zamanında geliyor. Lakin o vakitler şimdiki gibi dakika ve saniye taksimatları henüz gelişmediği için namaz vakitlerini yanlış gösteriyor ve zamanı yanıltıyor. Bu yüzden ulema bu saatlere itibar etmiyor. Yine de Sultan Bayezid kendisine hediye getirilen saati muvakkithaneye gönderiyor, “Ecnebiler yaptıysa biz neden yapmayalım!” mantığıyla saatin incelenmesini ve yerli imalatına başlanılmasını emrediyor. O vakitler Osmanlı’da bu saati söküp yeniden yapabilecek teknik adam mevcut değil. Bir kişi görevlendirip Çağatay Hanlığı’na gönderiyor. Orada Ali Şir Nevai ve çevresindeki birkaç âlim kafa kafaya verip saati defalarca söküp topluyorlar. Hatta saati geliştirmek üzere fikirler üretiyorlar. Götürdüğü saati iade etmek ve sultana durumu rapor etmek için saraya vardığında sultanın değiştiğini, Bayezid’in yerine Sultan Selim’in geçtiğini görüyor. Yavuz, saati kabul edip macerayı dinlese de o günlerde uğraştığı devlet gaileleri, iktidar mücadeleleri derken saati saray mahzenindeki kıymetli miras arasına koydurmak-la yetiniyor. Belki de ulemaya danışıp namaz vakitlerinde insanları yanıltacağı fikriyle hareket etti, bilemiyoruz.

İktidar mücadelesi demişken, ‘Surnâme’, Osmanlı dönemindeki bir iktidar mücadelesinin de fotoğrafı gibi. Bu bağlamda karnavalesk bir yapısı bile var romanın. Bu farklı uçları, dünyaları romanda kavramsal anlamda aynı çatı altına sokan nedir?

Hayatın gerçekleri… Yalnızca hayatın gerçekleri… Tarih değişir, zaman değişir ama insan hep aynı kalır.

Kahramanlarınız Nasrettin ve Nusrettin’e değinmemek olmaz. Külhanbeylerinin renkli dünyasına da giriyoruz onlarla; iktidar mücadelesinin tam ortasına ve bimarhaneye de… Renklerle ve zenginliklerle yoğrulmuş karakterler…

Roman kahramanlarımın isimlerini seçerken Şaban, Nasrettin, Nusrettin gibi bugün gençlerin alay konusu gibi andıkları isimlerden seçtim. Bu isimlerin her biri gelenekte çok itibar görmelerine rağmen moderniteyle birlikte hafife alınmaya ve hatta isimler üzerinden bir linç kültürü meydana getirilmiş durumda. Kutsal değerlere savaş halindeki Yeşilçam’ın bir film çekip Şaban adını taşıyan herkesi alay konusu yapan tavrı gibi mesela… O günden sonra pek çokları çocuklarına bu tür isimler vermedi. ‘Surnâme’de, biraz da bu isimlere layık oldukları değerin verildiğini görürsünüz, bir tür ihkakı hak…

Planlı ve üretken bir yazarsınız. Son soruda çalışma masanızda yeni nelerin beklediğini öğrenebilir miyim?

Şimdilik çok erken, henüz okumalarımı yapıyorum. 17. yüzyıla dair bir hikâye var zihnimde. Evliya Çelebi var, Sultan Ahmet Camii var, Girit savunması var… Araştırmalarımı yaparken gönlüm hangisine daha çok ısınacak bilemiyorum. Yalnız şu kadarını söyleyebilirim, eğer ömrüm varsa ve Allah izin verirse yeni romanım için 2.500 saatlik bir mesai beni bekliyor.

gercektarih.com.tr

Yorumlar

  1. sümeyra dedi ki:

    İskender Pala her kitabıyla bir fark ortaya koymaya devam ediyor. Kalemi daim olsun. Kitapları bize rehber olsun.