tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Taha Niyazi Karaca, Gertrude Bell’i anlattı

Taha Niyazi Karaca, Gertrude Bell’i anlattı
12.07.2021
A+
A-

Büyük ilgi gören “Sınırları Çizen Kadın İngiliz Casus Gertrude Bell, Büyük Oyun İngiltere Başkanı Gladstone’un Osmanlı’yı Yıkma Planı ve Tarihçi Geçmişi Kurgulamak: Kuram-Tasarım-İnşa” kitaplarının yazarı Prof. Dr. Taha Niyazi Karaca dibace.net’ten Muaz Ergü’nün sorularını yanıtladı.

Genelde toplumların siyasi, sosyolojik, kültürel, ekonomik farklılıklarını belirtmek için “Açık Toplum” “Kapalı Toplum” gibi kavramsallaştırmalar kullanılmaktadır. Bu kavramları açıklar mısınız?

Tarih boyunca farklı toplumlar, kültürler karşı karşıya geldiklerinde yaşanan güç mücadelelerine bağlı olarak ya dışa açık ya da dışa kapalı olmayı tercih ettiler. Açık toplum, dünyayı ve diğer kültürleri merak eden, onların yaşam şekillerini, dillerini bilen ve elde ettiği bilgi ile yine onları kontrol etmeyi başarabilen toplumdur. Kapalı toplum ise kendisini dış dünyaya kapatan, yalnızca kendi iç dinamiklerine odaklanan hatta daha çok iç çatışmalar yaşayan toplumdur. Osmanlı İmparatorluğu açısından değerlendirildiğinde kuruluş ve yükselme yöneticilerin ve toplumun dışa açık olduğu, diğer kültürlerle irtibat kurmaktan kaçınmadığı ve hatta ittifaklar yaptığı dönemlerdir. Ancak duraklama ve gerilemede yöneticilerin ve toplumun içe kapanmaya başladığı gözlenir. 19. yüzyılda da neredeyse dünyadan soyutlanmış, kendi iç sorunlarıyla uğraşmaktan dünyadaki gelişmeleri takip edememiştir. Kapalı toplumların temel motivasyonu karşıt olarak görülen toplum ve kültürden korunma isteğidir. İdeoloji ile birleştiği zaman daha katı formlarının ortaya çıktığı görülmektedir.

Batılı ülkelerin dışa açık toplum yapısına kavuşmaları coğrafi keşiflerle hız kazandı. Hükmetmek ve hâkim olmak için bilgiye ihtiyaç duyan Batılı ülkeler çok erken tarihlerden itibaren filoloji ve kültürel çalışmaları içeren enstitüler kurdular. Oryantalizmin ortaya çıkması, doğu toplumlarının en ince noktasına kadar tanınmasına duyulan ihtiyaçtan kaynaklandı. Edward Said’in tanımlamasıyla da emperyalizmin keşif kolu oldu. Bu açıdan bakıldığında dünyayı kontrol etme kabiliyetine sahip olanların açık toplumlar olduğunu tespit etmek mümkündür.

Bell’in yaşadığı dönem İngiltere’siyle O dönem Osmanlı’yı karşılaştırın desek neler söylersiniz?

19. yüzyılda her iki imparatorluğun benzer bir yönünü ortaya koymak mümkün değildir. Çünkü her iki imparatorluk sanki bir tahterevallinin iki tarafında konum almış gibidir. Biri yükselişe geçen ve güç kazanan diğeri ise inişe geçen ve güç kaybeden konumdadır. Her ikisi de imparatorluk olmasına karşın yönetim anlayışları ve toplum yapıları tamamen farklıdır.

Siyasal açıdan değerlendirilirse İngiltere bir imparatorluktur ancak siyasal güç siyasi partiler ve parlamentodadır. Cromwell Devrimi’nden sonra kraliyetin otoritesi sınırlandırılarak parlamentonun yetkileri kuvvetlendirilmiştir. Bu, bürokrasinin kurumsallaşmasını sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda bürokratik dönüşüm ancak Tanzimat ile başlamış, yüzyılın sonuna kadar sancılı bir şekilde devam etmiştir.

Eğitim açısından değerlendirildiğinde İngiltere’de 13. yüzyılda kurulan Oxford ve Cambridge bilimsel bilgi üretiminde dünyanın en önde gelen üniversiteleri içerisinde yer almıştır. Kadınlara eğitim konusunda da yine öncü ülkelerden biri İngiltere olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise ihtiyaçları karşılayan eğitim dönüşümü için çaba sarf edilmiştir. Batılı eğitim konusunda en büyük atılımı ve çabayı Sultan II. Abdülhamid gerçekleştirmiştir. Ancak eğitimde istenildiği oranda başarı sağlanamamış, iki başlı eğitim iki farklı ideolojik tutumu ortaya çıkarmış, mektepli medreseli çatışması Cumhuriyet’e kadar devam etmiştir.

İki ülke arasındaki en büyük fark sanayi üretimindedir. 18. yüzyılda sanayi devrimini gerçekleştiren İngiltere, 19. yüzyılda dünya sanayi üretiminde öncü ülke durumundadır. 1851 Dünya Fuarı’nda İngiltere 100.000 sanayi ürünü sergiledi. Osmanlı İmparatorluğu da bu fuara, tarım, maden ve halı-kilim gibi bazı yerel ürünlerle katıldı. Fuara katılan Osmanlı temsilcilerinin daha sonra kaleme aldıkları hatıraları, fuarda gördüklerinden ne derecede etkilendiklerini, benzer ürünleri niçin üretemediklerini sorguladıklarını ortaya koyar.

İstihbarat açısından değerlendirildiğinde de çok belirgin farklar ortaya çıkar. İngiltere’de istihbarat teşkilatı Kraliçe I. Elizabeth döneminde 16. yüzyılda kurumsallaşmaya başlamıştır. Kuruluş ve yükselme dönemlerinde sahip olduğu istihbarat kabiliyetini kaybeden Osmanlı İmparatorluğu maalesef bu alanda kurumsallaşma sağlayamamıştır. Her ne kadar Sultan II. Abdülhamid’in “istihbarat teşkilatından” bahsedilirse de, o kurumsal anlamda bir istihbarat teşkilatı değil, kişilerin birbirlerini jurnallemeleri esasına dayalı uygulamadır. II. Meşrutiyet’ten sonra kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’nın ise tam anlamıyla bir kurumsal yapıya kavuştuğunu söylemek mümkün değildir. 20. yüzyıla gelindiğinde İngiltere’nin 400 yıla varan bir istihbarat kurumsallaşmasına sahip olduğu, Osmanlı İmparatorluğu’nun da istihbaratını henüz yeni yapılandırmaya çalıştığı göz önünde bulundurulmalıdır.

Sizin de kitabınızda da ifade ettiğiniz gibi Gertrude Bell’in çok başarılı, parlak bir hayatı var. Dağcı, gezgin, yazar, arkeolog… Peki, o zamanlar bizim kadınlarımız ne âlemdeydi? Bizde kadına bakış nasıldı?

Aslında İngiltere kadın hakları konusunda bazı açılardan çelişkilidir. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınların miras hakkı varken İngiltere’de bulunmaz. Üniversiteye gitme hakları olsa da kamusal alanlarda çalışma hakları yoktur. Kadınların İngiltere’de siyasal alanda yer bulabilmeleri çok zor oldu. Emmeline Pankhurst liderliğindeki “oy hakkı” hareketinin uzun süren mücadelelerinden sonra ancak seçme ve seçilme konusunda sınırlı da olsa bazı haklar elde edildi. Bunların dışında değerlendirildiğinde Doğulu ülkelere göre Batılı kadınlar toplumsal hayatın içinde daha rahatlıkla yer aldılar. Doğu ve Batı’da kadınların seyahat etme veya hane dışındaki eylemlerinde kocasının iznini alması gerekirdi. Bu kural Batılı toplumlarda 19. yüzyılda ortadan kalktı. Osmanlı İmparatorluğu ve diğer Doğulu toplumlarda bu uygulama devam etti. Kadının hane dışındaki yaşamı kocasının iznine tabi olduğu için doğal olarak bir sınırlılık da ortaya çıktı. Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kız çocuklarının eğitilmeleri, öğretmen olabilmeleri konusunda radikal denilebilecek adımlar atıldı. Kız çocuklarının eğitimi bütün imparatorluk topraklarında yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Ancak bu uygulama büyük bir tepki de doğurdu. Özellikle Arapların yaşadığı coğrafyada kız çocuklarının okula gönderilmesi devlet karşıtı hareketlerin temel dayanaklarından biri haline geldi. Şerif Hüseyin’in Osmanlı İmparatorluğu’na karşı başlattığı ayaklanma sırasında yayınladığı bildiride “kız çocuklarının okula gönderilmesi” İslam karşıtı bir hareket olarak değerlendirilerek, devlet uygulamalarının İslam dışına çıktığı yorumu yapıldı. Osmanlı toplumunda kadının konumunun ve haklarının çok geniş olan imparatorluk coğrafyasının doğusu ve batısında farklı geliştiğini söylemek mümkündür.

SÖYLEŞİNİN TAMAMI İÇİN:

“Gertrude Bell, Bütün Ortadoğu’yu Neredeyse Karış Karış Bilen Kadın”

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.