Tarif çağı
Entelektüel Kararsızlık
Sloven filozof ve kültür eleştirmeni Slavoj Žižek’in yakın zamanda yaptığı şahane ve dahiyane tespitinden haberiniz var mı? Bakın ne diyor:
“İğrenç bir barbarlığa doğru sürükleniyoruz. Üçüncü dalga bir akıl hastalığı dalgası olacak.”
Evvela söylemekten geri kalmayayım, iğrenç bir barbarlığa doğru sürüklendik çoktan. Şimdi barbarlığın ve bencilliğin tehlikeli sularında, ufukta batan akşam güneşine dönmüş gövdelerimizle, görüş istikametimizde bir inip bir kalkarak bize yaklaşan dalgaların hangisinin bizi alabora edeceğini düşünüp duruyoruz. İçinde bulunduğumuz durumu tarif etmekten başka ne geliyor elimizden? Anlaşılıyor ki, her meseleyi iyice tahlil edip, eğer gerekiyorsa çaresini bulma arzusu insanlık için çoktan geride kaldı artık. Artık yalnızca tarif çağındayız. Pasifize edilmiş zihinlere yalnızca düşüncenin kafi geleceğini vehmeden gizli bir tuzak mı bu? Üstelik dünya gündemine bakarsak diplomasi dahi işlemekten acizken…
Bakın yeri geldiğinde NATO’ya desteğini esirgemeyen (bkz: https://www.wsws.org/en/articles/2023/08/26/c3b8-a26.html) Žižek’in bile kimi çevrelerin hayret ve hayranlıktan parmaklarını ısırarak baktığı “entelektüel kararsızlığında” bile yalnızca tarif var. Ötesi mi? Kimse içinde bulunduğumuz kördüğüme el atmak istemiyor. Çözüm yolları ise meçhul ve muallak… En parlak addedilen zihinler bile entelektüel kararsızlığın ve müzmin bir hedefsizliğin pençesinde. Madem konumuzla alakalı, Žižek’in de ezelden beri düşünce mefhumunun içerisindeki kopukluk ve çelişkileri ontoloji ve epistemolojinin çağdaş kuramlarıyla yorumlaması, bahsettiğim entelektüel kararsızlık ve tarif meselesine de güzel bir örnek.
Gelenek ve Tarih
Ben mi takip edemiyorum, yoksa hakikaten böyle mi bilmiyorum ama özellikle Gelenek ve Tarih üzerine çıkan yayınlarda bir kuraklık baş gösterdi. Bir dönem art arda yayınlanan gelenekçi ekole ait kıyıda köşede kalmış eserlerden, tarih felsefesine uzanan kült eserlere yetişmeye çalışmaktan başımız dönerdi adeta. Şimdi içinde bulunduğumuz tarif çağına bir nebze de olsa pratik çözümler öneren yeni yayınların çıkmaması, çıkanların da hep aynı şeyler üzerine başka cümlelerle yazılmış şeyler olması üzücü. Belki de bu, tarif çağının yalnızca eski tahlillere rağbetinden dolayıdır.
Felsefeye gelirsek…
Şimdilerde aramızın pek de iyi olmadığı eski bir arkadaşımla, geçen kış mevsiminin karlı bir Bursa akşamında daima müdavimi olduğumuz o rustik döşemeli kafede oturduğumuzu hatırlıyorum. Önümüzde sıra sıra kitaplar. Bir ara sohbetimiz nedendir bilinmez yarıda kesiliyor, uzun bir sessizlik kafenin salonundaki sarı ışıklardan aldığı ağırlıkla ortamıza çöküyor. Ben başımı buğulu camlar ardından bir mağaranın içindeki dev kristaller gibi zar zor seçilen lacivert Gökdere manzarasına çevirdiğimde arkadaşım da önündeki kitaplardan bir tanesini alıyor eline. Sohbetimizin ateşi de o kitaptan yeniden harlanıyor sonra. Arkadaşım önceki sohbetlerimizde bahsettiği gibi çağdaşımız olan filozof Quentin Meillassoux’u büyük bir iştahla anlatmaya başlıyor. Mantıklı şeyler söylüyor ve kendi tasarladığı çalışmalardan bahsediyor.
Sonraları aramız bozuluyor ve biraz o arkadaşımı yâd etmek, biraz da meraktan Meillassoux’un Türkçeye çevrilmiş eserlerini okuyorum. Akılcı ve teferruatlı bir Alain Badiou’nun düşüncesini tariften başka bir şey bulamıyorum. Dünyada, üzerine iyice düşünülmesi gereken bir tarife; ülkemizde ise tarih disiplininin bir parçası haline gelen felsefe için üzülüyorum şimdilerde.
Gelenek, tarih, felsefe dedik… Aklıma gelmişken ekleyeyim: Kültürün turistik ve folklorik bir hezeyana; sanatın ise kendi kendisini yutarak yalnızca “post-modern sanat”ı tarife dönüştüğünü kim görmezden gelebilir?
Nihayet…
Farkındayım, dünyanın esas durumunu sathî birkaç çizgiyle sunmaya çalıştım, ama yetmedi… Çünkü meselenin iç yüzünün daha vahim olduğu gerçeğini hepimiz gayet iyi biliyor ve tarif ediyoruz. Ama…
Size felaket tellallığına hevesli görünmek istemem ama Žižek’in “iğrenç bir barbarlığa sürükleniyoruz” dediği yerden çok daha ilerideyiz şimdi. Dünyaya baktığımızda bu barbarlığın ve akılları bir lastik gibi kopma noktasına dek gerecek vakaların normalleştirildiğini de ne yazık ki atlamamak gerekiyor. Artık hududunu zorlayan bir dünyada tariften başka bir şey yok.
Tarif çağını eski bir tarifle yeniden anlatayım:
“Nihil novum sub sole”
Yani güneşin altında yeni bir şey yok.