tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Muhammed Işık

Gerçek Tarih Yayın Koordinatörü

TUSAŞ Saldırısı, Yeni Jeopolitik Gerçeklikler ve Ortak Mücadele İmkânı

25.10.2024
A+
A-

Türkiye, tarihinin her döneminde bir köprü rolü üstlenmiş, Doğu ve Batı’nın, İslam dünyası ile Avrupa’nın temas noktası olmuştur. Bu konum, Türkiye’yi hem stratejik avantajlar sunan bir ülke haline getirirken hem de çok sayıda tehlike ve saldırının hedefi yapmaktadır. TUSAŞ’a yapılan son terör saldırısı, Türkiye’nin savunma sanayindeki bağımsızlık yolculuğunu engelleme amacı taşıyan stratejik bir hamle olarak öne çıkıyor. Saldırının arka planında ise, yalnızca Türkiye’ye yönelik değil, aynı zamanda İslam dünyasındaki Türk, Kürt ve Arap halklarının birliği ve kardeşliğine karşı bir tehdit bulunmaktadır.

Orta Doğu’nun köklü tarihine baktığımızda, Türklerin, Kürtlerin ve Arapların zor zamanlarda İslam çatısı altında bir araya gelerek güçlerini birleştirdiklerine defalarca tanık olduk. Üç millet arasında kardeşlik bağı bulunmakta ve bu bağ, bölgedeki çıkar odakları tarafından sürekli bir tehdit olarak görülmektedir. Batı’nın radikal örgütleri finanse etme yoluna gitmesi, İslam’ın birleştirici rolünü zayıflatmayı ve kardeş halkları birbirine düşman kılmayı amaçlayan stratejik bir hamledir. Ancak ne yazık ki medya okuryazarlığı gibi vaka okuryazarlığı da sınırlı olan bir toplum yapısında, bu tür hamlelerin ardındaki asıl amaçları göremediğimizde, saldırganların istediği şekilde olayları yorumlayıp düşmana bilmeden hizmet edebiliyoruz.

Batı’nın Ayrıştırma Politikası: Radikal Örgütlerin Rolü

Batı, Ortadoğu’da uzun yıllardır ayrıştırıcı bir politika izlemekte ve bu politikanın bir aracı olarak radikal terör örgütlerini desteklemektedir. Bölge halklarının arasına nifak tohumları ekerek, İslam’ın kardeşlik ve dayanışma ilkelerini zayıflatmayı amaçlayan bu strateji, ne yazık ki pek çok kez başarılı olmuş, halklar arasındaki güveni ve barışı tehdit etmiştir. Bölgedeki Türk, Kürt ve Arap toplumları, tarih boyunca birlikte yaşamış, benzer acılar çekmiş ve ortak değerler geliştirmişken; Batı’nın müdahaleleri bu uyumu bozma potansiyeline sahiptir. Türk-Kürt ilişkileri ise bu anlamda özellikle dikkat çekicidir. Kürtler, yüzyıllardır Türklerle aynı devlet çatısı altında, ortak tarih ve kültür bağlarıyla iç içe yaşamış ve bu süreçte devlete bağlılıklarını korumayı başarmışlardır. Ancak bölgeyi istikrarsızlaştırmak amacıyla desteklenen PKK gibi terör örgütleri, Kürt halkını temsil etme iddiasıyla öne çıksa da, gerçekte Kürtlerin taleplerini değil, dış güçlerin çıkarlarını savunmaktadır.

Bu ayrıştırıcı politika, halkları birbirinden uzaklaştırmanın ötesinde, Ortadoğu’daki milletler arası kardeşliği de baltalamaktadır. Kürtler ve Türkler arasındaki tarihî dostluk, geçmişten bugüne taşınan bağlar üzerine kuruludur. PKK gibi örgütlerin ortaya koyduğu temsil iddiası ise bu bağları sarsmak bir yana, Kürt halkının devlete olan sadakatini yansıtan tarihî kökenleri göz ardı etmektedir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde Kürtlerin Ermeni ve Rum ayrılıkçı hareketleri karşısındaki duruşu, devlete duydukları bağlılıkla öne çıkmış, dış destekli isyanlara karışmamayı tercih etmişlerdir. Bu bağlılık, Kürt toplumunun kültürel ve dini değerlerinde, Türkiye’nin diğer halklarıyla ortak bir dil ve anlayış geliştirmiş olmasından ileri gelmektedir.

Bu bağlamda, radikal örgütlerin etkisi ve Batı’nın ayrıştırıcı müdahalelerine rağmen, Türk, Kürt ve Arap halklarının birlikteliği korunmalı; aralarındaki kardeşlik duygusu bu tehlikeler karşısında daha da güçlendirilmelidir. Bölgedeki farklı milletler, Batı’nın ulus-devlet kavramını derinleştirerek uyguladığı böl ve yönet politikasına karşı, ortak bir gelecek inşa etme arzusuyla birleşmelidir. Bu bir arada yaşama isteği, dış müdahalelere rağmen bölgedeki huzur ve barışın en önemli teminatı olarak kalmalıdır.

Kürtler, tarih boyunca Türklerle ortak bir yaşam sürmüş, benzer kültürel kodları ve dini değerleri paylaşmışken, bu bağın korunması, gelecekteki huzur ve güven ortamının devamlılığı açısından büyük önem taşımaktadır. PKK gibi yapıların, Kürt halkı adına söz söyleme iddiası karşısında Kürtler, birlik içinde ve devlete olan bağlılıklarını koruyarak, terörün karşısında durmalıdır.

Enerji Jeopolitiği ve Yeni Küresel Dinamikler

Türkiye’nin enerji sektörü, hem küresel enerji dönüşümünün etkisiyle hem de fosil yakıt maliyetlerindeki artış ve yenilenebilir enerji finansmanlarının artışıyla önemli bir değişim sürecine girmiş durumda. Enerjisa’nın sağladığı 350 milyon dolarlık finansman, bu dönüşümün somut bir örneği olarak dikkat çekerken, Türkiye’nin enerji bağımsızlığı yönündeki kararlılığını da gösteriyor. Fosil yakıt fiyatlarındaki dalgalanmalardan ve dışa bağımlılığın ekonomik yükünden kaçınmak isteyen Türkiye, yenilenebilir enerji ve yerli kaynak yatırımlarını arttırarak enerji jeopolitiğinde yeni bir rol üstlenme potansiyeline sahip. Ancak bu bağımsızlık adımları, Batı’nın bölgedeki çıkarlarıyla doğrudan çelişebilir; zira enerji kaynaklarına olan hâkimiyet, yalnızca ekonomik değil, stratejik bir etkiye de sahip.

Bu çerçevede, enerji bakımından zengin olan Musul ve Kerkük gibi tarihî merkezler üzerindeki tartışmalar yeniden gündeme gelebilir. Geçmişten beri Türkiye ile bölgesel ve küresel aktörler arasında çekişme konusu olan bu bölgelerin kontrolü, Türkiye’nin enerji stratejisine yönelik yeni bir perspektif sunuyor. Türkiye’nin Musul ve Kerkük gibi enerji merkezleri üzerindeki tarihî bağları, mevcut konjonktürde enerji güvenliği ve bağımsızlık stratejisiyle birleştiğinde, bölgesel ve küresel düzeyde farklı yansımalar oluşturabilir.

Bu tür bir kontrol ihtimalinin Türkiye’nin enerji stratejisini nasıl şekillendireceği ve güvenlik politikalarını nasıl etkileyeceği, Batı’yla olan ilişkileri de yeniden düzenleyebilir. Türkiye’nin enerji bağımsızlığı yolundaki adımları, Batı’nın bölgedeki enerji stratejileri ile çelişse de, Türkiye’nin yenilenebilir enerji kapasitesini geliştirmesi ve enerji güvenliğini sağlama hedefi, bu tartışmalarda daha özerk ve güçlü bir duruş sergilemesine olanak tanıyabilir.

Enerji sektöründeki bu dönüşüm, Türkiye’nin yalnızca enerji bağımsızlığını değil, aynı zamanda bölgesel güvenlik politikasını da yeniden şekillendirmesi gerektiğine işaret ediyor. Musul ve Kerkük gibi enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelerde Türkiye’nin etkin bir pozisyona sahip olması, bölgenin dengelerini de etkileme potansiyeline sahip. Bu nedenle Türkiye’nin enerji bağımsızlığı hedefi doğrultusunda atacağı adımlar, yalnızca ekonomik değil, stratejik olarak da yeni bir dönemin habercisi olabilir.

İdlib ve Kuzey Suriye Üzerindeki Yeni Yapılanmalar

İdlib’de süregelen anlaşmazlıklar, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile radikal grupların yeniden saf tutmalarına ve Suriye’nin karmaşık iç dengelerinin bir kez daha değişmesine yol açmış durumda. Rusya’nın bölgede radikal gruplara yönelik artan bombardımanları, bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirirken, Türkiye’nin desteklediği muhalif gruplar ve Rusya’nın desteklediği rejim güçleri arasındaki gerginlikler İdlib’deki gerilimi tırmandırıyor. Aynı zamanda, Kuzey Suriye’de, Kuzey Irak benzeri bir özerk Kürt yapısı oluşturulması hedefleniyor; bu durum, bölgesel istikrar açısından kritik bir noktaya işaret ediyor. Özellikle Kürt grupların Türkiye yanlısı ve PKK yanlısı olarak ayrışması, bölgedeki dengeleri daha da karmaşık hale getirirken, Türkiye’nin güvenlik ve çıkarlarına doğrudan etki edecek bir yapı ortaya koyuyor.

Türkiye, bu özerk yapının kendi bölgesel çıkarları doğrultusunda şekillendirilmesi için diplomatik çabalarını sürdürmektedir. Türkiye, bölgedeki istikrarı sağlama ve sınır güvenliğini koruma amacıyla, olası bir Kürt özerk yapısının PKK ve diğer ayrılıkçı unsurlardan arındırılmasına çalışıyor. Bu çerçevede, Suriye’nin geleceğinde Esed rejiminin kalıcı olması karşılığında, Rusya’nın bu yapıya ikna edilmesi için diplomatik adımlar atılmakta. Rusya’nın bu konuda ikna edilmesi, Türkiye için oldukça önemli, çünkü Esed rejimiyle iş birliği yapılarak PKK’nın Suriye kolunun etkisinin azaltılması ve Türkiye’ye tehdit oluşturabilecek yapılanmaların engellenmesi sağlanabilir.

Kürt grupların, Suriye’nin bölgesel ve dini dinamiklerine aykırı bir şekilde ayrışmaya sürüklenmesi ise, yalnızca Türkiye için değil, tüm bölge açısından istikrarı tehdit eden ciddi bir risk oluşturuyor. Türkiye yanlısı Kürt gruplar ile PKK yanlısı Kürt gruplar arasındaki ayrışma, bölgedeki Kürt toplumu içinde derin çatlaklar oluşturabilir ve çatışmaları daha da artırabilir. Öte yandan, bölgede oluşacak herhangi bir yeni yapının, yalnızca siyasi değil, bölgesel dinamiklere uygun bir istikrarı sağlaması da şart.

Türkiye’nin Kuzey Suriye Planı ve Anayasa Tartışmaları

Türkiye’nin üniter devlet yapısı, gerek iç gerek dış politikada herhangi bir federal yapıyı kabul etmeyen güçlü bir ilke olarak yerini korurken, bu yapı Suriye ve Irak’taki gelişmelerin gölgesinde kalıcı barış ve bölgesel istikrar hedefleriyle yeniden gözden geçirilmeye ihtiyaç duyuyor. Türkiye’nin, özellikle Kuzey Irak ve muhtemel bir “Kuzey Suriye” yapısı gibi özerk Kürt oluşumlarına yaklaşımı, bölgedeki Kürt nüfusla sürdürülebilir barış ortamının sağlanması bağlamında dikkat çekici hale gelmiştir.

Bahçeli’nin açıklamaları, Türkiye’nin, sınırları dışında yeni oluşumlar ortaya çıktıkça hem iç hem de bölgesel güvenliğe dayalı politikalarını düzenlemeye yöneldiğini gösteriyor. Türkiye’nin Kuzey Irak’ta etkin bir Kürt yapılanmasına müdahil olmadan iş birliğine dayalı ilişkiler kurması gibi, Kuzey Suriye’de de benzer bir düzen arayışı içinde olması, ancak bu düzenin anayasada yapılacak bazı değişikliklere dayanması, bölgede kalıcı bir Türk-Kürt barışını hedefleyen adımlara işaret ediyor. Ancak bu tür anayasal değişikliklerin, Türkiye’nin yapısını nasıl etkileyebileceği ve özellikle ABD ile Rusya’nın Türkiye’nin bu tutumuna vereceği yanıt, ciddi bir belirsizlik oluşturuyor.

Anayasada yapılacak olası düzenlemeler, Türkiye’nin üniter yapısını muhafaza ederken sınırları dışında Kürt nüfusla ilişkilerde yumuşama sağlamayı ve bölgedeki ayrılıkçı hareketleri dengeleyecek bir politika oluşturmaya yönelik olabilir. Böyle bir politika, ABD’nin Kuzey Suriye’de bir Kürt oluşumu oluşturma planlarını yakından ilgilendirirken, Rusya’nın da Suriye’deki stratejik hamlelerine göre tutum almasına yol açabilir. Bahçeli’nin söylemleri, Türkiye’nin yalnızca sınır ötesindeki Kürt varlığıyla değil, Türkiye içindeki Kürt vatandaşlarıyla da bütünleşmeyi ve onları temsil eden herhangi bir ayrılıkçı unsura karşı durarak toplumsal barışa katkı sağlamayı amaçlayan bir perspektifi benimsediği izlenimini vermektedir.

Kardeş Halkların Birlikte Ayakta Kalması İçin Göstermemiz Gereken Kararlılık

TUSAŞ’a gerçekleştirilen terör saldırısı, Türkiye’nin savunma sanayisinde bağımsız bir güç haline gelmesini hedefleyen stratejik bir hamlenin parçası olarak değerlendirilebilir. Bu tür saldırılar, Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararlılığı ile savunma sanayisinde bağımsızlık hedefinin engellenmesine yönelik dış müdahalenin bir göstergesi niteliğindedir. Türkiye’nin bölgesel güç olma yolundaki azmi, bu tür girişimlerle sarsılamayacak bir irade göstermektedir. Savunma sanayisindeki yerli üretim artışı, Türkiye’nin dışa bağımlılığını azaltma yönündeki çabalarının bir sonucudur ve bu süreç, aynı zamanda uluslararası arenada ülkenin stratejik bağımsızlığını güçlendirmektedir.

Batı’nın Türkiye’yi bölme ve kardeş halkları birbirine düşürme çabaları, bu süreçte dikkat çekici bir şekilde sürmektedir. Türk, Kürt ve Arap halkları arasındaki kardeşlik bağı, bu baskılara rağmen güçlü bir şekilde devam etmelidir. Bu bağlamda, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamaları, Türk ve Kürt toplumları arasında bir diyalog ortamı oluşturma yönünde önemli bir fırsat sunmaktadır. Abdullah Öcalan’a bağlılığı bulunan Kürtlerin, bu kardeşlik bağının içine çekilmesi, ülke içindeki barış ve huzurun sağlanmasında kritik bir adım olabilir. Her kriz ortamı, yeni fırsatları da beraberinde getirmektedir; dolayısıyla bu durumu doğru değerlendirmek ve uygun adımlar atmak gerekmektedir. “Üzüm mü yiyeceğiz, bağcıyı mı döveceğiz?” sorusu, burada doğru stratejiyi belirlemenin önemini vurguluyor.

PKK’nın Kürtleri temsil etmediği gerçeği, Türk-Kürt kardeşliğini hedef alan her türlü yapıya karşı Türkiye’nin direnç göstermesi gerektiğinin altını çizmektedir. Bu noktada, Türkiye’nin kararlılığı, bölge halkları arasındaki dayanışmayı koruyacak ve emperyalist güçlerin oyunlarını bozma amacını taşıyacaktır. İslam çatısı altında birleşerek bölgesel güç dengesinde kendi geleceğini inşa etmek, bu mücadelenin temelini oluşturmaktadır. Türkiye, bölgedeki tüm halkların bir arada yaşama iradesini güçlendirerek, hem ulusal güvenliğini sağlama hem de uluslararası arenada saygın bir güç olma hedefine ulaşacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.