Akif, İstiklal Marşı’nı yazarken düşman Polatlı sırtlarındaydı
İstiklal Marşı’nın 100.yılı vesilesiyle, geçtiğimiz yıl 12 Mart günü, gazeteci Mehmet Aydın’ın hazırlayıp sunduğu ve TV DEN ekranlarında yayınlanan programa canlı yayınla konuk olmuştum. Milli Şairimizi yâd edip İstiklal Marşı’nın nasıl yazıldığına dair sohbet ederken, Akif’in Ankara’da Taceddin’de dizeleri kaleme alırken nasıl bir düşünce içerisinde olduğuna da değinmeye çalışmıştık.
Söz konusu TV programı bütün olarak doğaçlamaydı.
Akif ve İstiklal Marşı ile alakalı internette sorgulama yaparken sözünü ettiğim bir yıl önceki TV programı önüme düştü. Neler söylemişiz diye şöyle incelerken aklıma çok bilindik şu deyimde geldi: “Söz uçar, yazı kalır.”
Bu cümle beni birkaç yere birden götürdü.
Birincisi, Akif’e verilen sözler uçmuştu fakat yazdığı İstiklal Marşı hâlâ diri ve günceldi. Diğeri ise bu deyim hâlâ geçerli mi acaba, özellikle de bilgi akışında?
Günümüzde insanlar interneti metin okumaktan ziyade daha çok video izlemek için kullanmakta ve bunu neredeyse hepimiz biliyoruz. O halde “söz”ü görsel olarak da değerlendirirsek deyimin kısmen geçerli olmadığını kabul etmek mümkün diyebiliriz. Fakat beşeri münasebetlerde deyimin hâlâ geçerli olduğunu kesin olarak söylemek mümkündür.
TV programına dönecek olursak.
Akif ve İstiklal Marşı hakkındaki sözlerimi İstiklal’in 101.Yılı vesilesiyle sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sürçülisan ettiysek affola:
“Yetim ve dul kalmış kadınların hayrına kurulan bir cemiyete yardım yapıyor. Bizim irşat heyeti Anadolu’ya gittiklerinde şunu görüyorlar. Bu milletin bir istiklal şiirine, marşına ihtiyacı var. Bu heyet geliyor, Garp Cephesi komutanı İsmet Paşa’ya durumu izah ediyorlar. Diyorlar ki, bizim bir marşa ihtiyacımız var. Bu Osmanlı’da sıkıntıydı. Balkanların, Avrupalıların bu ulus devletlerinin marşları oluşmuştu, bizim Osmanlı’nın marşı yoktu. İrşat heyeti de Anadolu’yu gezince, bunun eksik olduğunu görüyor. Askerin ve milletin morali düşük. Bunların vatanseverlik duygularını kabartmak adına bir marşa ihtiyaç olduğunu İsmet Paşa’ya iletiyorlar. Bir şiir yarışması açalım ve ödül verelim diyor. Konu Akif’e getiriliyor. Meclis, İstiklal Marşı yarışması açtı, senin de katılman gerekiyor diyor, çevresindeki yakın dostları. Akif bunu kabul etmiyor. Yani ben ödül için şiir yazmam diyor. Ödül için şiir yazdı dedirtmem mealinde sözler sarf ediyor. Yarışmaya katılmak istemiyor. Aslında yarışmaya katılmama gerekçesi, yarışmada ödülün olması. Akif’i en çok rahatsız eden de bu ödülün olmasıydı. Daha sonra Hasan Basri ve Hamdullah Suphi Tanrıöver devreye giriyor.”
MUSTAFA KEMAL ARACI OLUNMASINI İSTİYOR
“Mustafa Kemal de onlardan aracı olmasını istiyor. Arkadaşı kendisi adına meclise söz verince Mustafa Kemal’e, bu ödülü almam diyor. Akif başlıyor şiiri yazmaya, tam şiir birkaç gün sürerken, geceli gündüzlü bir şekilde yazıyor. O an dışarıyla olan irtibatını koparıyor. Hatta bir ara da duvara yazıyor. Tam şiirin sonlarına doğru, Yunan ordusu Polatlı sırtlarına dayanıyor. İstiklal Marşı’nda da görürsünüz, Akif şunu söylüyor, ‘Benim iman dolu serhaddim var’ işte bunu yazıya döktüğü sıralarda düşman Polatlı sırtlarındadır. Nihayetinde şiiri bitirir ve Hamdullah Suphi Tanrıöver şiiri okur. Şiiri beğenir, sanırım üç defa ayakta alkışlar. Akif Meclisi sessizce terk ederek gider. Ödülle ilgili de şöyle bir formül buluyorlar. Ankara’da da o zamanlar bir cemiyet kuruluyor. Yetim ve dul kalmış insanlar için bir cemiyet oluşturuluyor. Akif paranın oraya tebliğ edilmesini istiyor. Paraya da hiç elini sürmüyor.”
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ SAHİP ÇIKIYOR
“Akif buradan Mısır’a hicret ediyor. Burada işsiz ve güçsüz kalıyor. Akif aslında profesördür. Veteriner Hekim, Gazeteci ve Çevirmendir. Dergi 1925’te kapatıldıktan sonra geçim derdine düşüyor. Bunu sağlamak içinde Mısır’a çalışmaya gidiyor. Mısır’da öğretmenlik yapıyor. Yaklaşık 10-11 yıl kaldıktan sonra, Türkiye’ye dönüyor. Akif ölümüne kadar devamlı izlenmiştir. Akif ölene kadar devlet tarafından izlenmiştir. Ailesi de izlenmiştir yakın tarihe kadar. İstanbul’a gelince sanırım öleceğini hissetmiş. Geldikten kısa bir süre sora kendisi vefat ediyor. Mısır Apartmanı’nda hastalıktan dolayı vefat ediyor. Ölümünü gazetelerde küçük şekilde veriyorlar. Biraz Peyami Safa üstüne düşüyor. İşte üniversite öğrencilerinin sayesinde defini yapılıyor. Akif’in naaşı ortada bırakılıyor. Üniversite öğrencileri gelip cenazeye sahip çıkıyorlar. Onun kabrini yaptırmak içinde bir risale, kitapçık, broşür gibi bir şey yapıyorlar, onu satarak parasıyla da Akif’in kabrini yaptırıyorlar. Yani yokluk içinde gidiyor kendisi.”