Buhara tarihini soluksuz okumak için
Türklerin kadim yurtlarından Buhara’yı meraklıları birçok kaynaktan okumuş olabilir. Okuyanlar bilir, bölge tarihini ya başka başlıklar altında ve detaylarından öğrenirken bir de “trajedi” şeklinde anlatılanlardan Buhara’yı anlamaya çalışırız, bunun böyle olmasında elbette Buhara’nın kadim bir İslâm yurdu olması da etkilidir.
Kıymetli Türkistan çalışmalarıyla bildiğimiz Murat Özkan’ın yakın zamanda Selenge yayınlarının bilgi serisinden çıkan “Buhara Hanlığı (1500-1920)” başlıklı çalışması Mâverâünnehir’i yani Nehrin Ötesi’ni yeniden anlamamıza önemli katkılar sunmaktadır. Yazar çalışmasına her ne kadar Büyük İskender ile başlasa ve devamında Arap fetihlerinden söz etse de kaleminden dökülenler okuyucuyu yormamakla beraber yalın ve anlaşılır olması da dikkat çekmektedir. Murat Özkan akademisyen olmasına rağmen, üslubunda bunu görmek pek mümkün değildir. Fakat diğer çalışmaları gibi bunun da akademik disiplinle hazırlandığını özellikle belirtelim.
Yazarın en büyük özelliğinin Rusça bilmesi ve bunu da çalışmalarına başarılı şekilde aktardığına da vurgu yapmak istiyorum. Hâlâ günümüzde akademik çevrede pek ilgi görmeyen Rusça sayesinde, bölgedeki Türk-İslam geçmişini daha derinlemesine öğrenebiliriz. İşte bu derinliklerden birine inen Murat Özkan “Buhara Hanlığı (1500-1920)” isimli çalışmasıyla soluksuz Buhara tarihini okumamıza imkân vermektedir.
Bölgedeki Moğol hâkimiyetinin de anlatıldığı çalışmada Mâverâünnehir’i yazar şöyle tarif etmektedir:
“Türklerin, Avrupa’ya kadar uzanan tarihî göç yollarının en önemli güzergâhlarından biri, Mâverâünnehir’dir. Günümüzde Özbekistan, batı Kırgızistan, kuzeybatı Türkmenistan, batı Tacikistan ve güney Kazakistan gibi ülkelerin kesiştiği noktada yer alan Mâverâünnehir, Tanrı Dağları’nın güney doğusunda, Amu Derya (Ceyhun) ve Sır Derya (Seyhun) nehirleri arasında yer alır. Türkler, Hindikuş ve Pamir Dağları’nın zirvelerinden gelen Amu Derya (Ceyhun) Nehri’ne “Ögüz”, kaynağını Tanrı Dağları’ndan alan Sır Derya (Seyhun) Nehri’ne ise “Yinçüğüz” derler. Mâverâünnehir coğrafyası asırlardır bu iki nehrin bozkıra getirdiği bereketle hayata tutunur (s.15).”
Bölgede hâkimiyet süren birçok topluluğa ev sahipliği yapan ve yaklaşık iki bin yıllık geçmişi ile Türkistan’a özgü mimari yapısıyla Buhara farklı isimlerle de anılmaktadır. Araplar güçlü duvarlara sahip olmasından dolayı Buhara’yı “Medinetü’s-Sufriye” yani “Bakır Şehir” diye adlandırırken geçmişte şehir şöyledir:
“Şehrin Doğu ve Batı Asya arasındaki ticaret yollarının kesiştiği bir noktada ve Orta Doğu, Hindistan ve Çin’i birbirine bağlayan büyük İpek Yolu üzerinde bulunmasından dolayı şehrin nüfusunun büyük bir kısmını tüccarlar oluşturur. Bu yüzden Buhara’ya “Medinetü’t Tüccâr” yani “Tâcirler Şehri” de denir. Yine “Fâhire”, Orta Çağ Çin kaynaklarında geçen “Numijkat” ve yerel halkın kullandığı “Bumiskat” da Buhara şehrinin bilinen diğer isimlerine örnek olarak verilebilir (s.18).”
Özbek adının tarihi geçmişi de çalışmada zikredilmiştir. 1313-1340 yılları arasında Altın Orda Devleti’nin başında bulunan Özbek Han’dan gelen “Özbek” kelimesi bugün bir ulusu tarif etmektedir. Buhara uzunca bir süre Moğol soylu yani Cengiz Han’ın soyundan gelenler tarafından yönetilmiştir. Özbek Han’ın ölümü ve varisleri olmayışı yönetimde söz sahibi olma sırasını Şibanî Hanedanlığına devreder:
“Özbek Han’dan sonra Batı Sibirya bölgelerine yönelen Özbekler, bu bölgede dağınık hâlde bulunan kabileleri egemenlikleri altına almaya başardı. Bu başarılı faaliyetlerinden aldıkları güçle Şibanîler, Türkistan içlerine seferler düzenlemeye başladılar (s.28).”
19.yüzyılda Rusların bölgeyi nasıl işgal ettiği, İngilizlerin planlarının anlatıldığı ve Buhara’nın sonunu da hazırladı diyebileceğimiz Han’ın faaliyetleri de kitapta yer bulmaktadır.
Buhara’nın Moğollardan sonra ikinci büyük yıkımı yaşadığı Kızılordu işgalinin de detaylandırıldığı çalışmada, Osmanlı Devleti’nin bölgede istikrarın oluşturulması için elinden geleni yaptığı da anlatıldığı çalışmayı soluksuz okuyacağınıza emin olabilirsiniz.
Yaklaşık dört asrın sığdırılmaya çalışıldığı bu eserin müellifi Murat Özkan’ı da ayrıca tebrik etmek gerekiyor.