Buhran vesikası-2: Toplum
Asırlardır tekerrür eden ve tekerrürüne rastgelen zamanlarda dimağların narin zarlarını yırtacak kadar zorlayan buhranların en garibini yaşıyoruz… “Adam sen de!” demeyin. Bu yazımla ilintili önceki yazıma nokta koymadan evvel tek cümle ile girizgâhına yeltenmiştim, hatırlarsınız… İzsiz, isimsiz bir buhran, her gün çalkalanarak aramızdan süzülüp, bir sonraki güne kendisini taşıyor. Fakat izsizliğinden, isimsizliğinden yoksa bizzat bizim umursamazlığımızdan mıdır nedir bilinmez, bu çalkantının, bu, tek bir hamle ile yekpare mermerden sütunları çatlatacak kadar kuvvetli buhranın dönüp de şöyle bir yüzüne bakmıyoruz. Aşina olmanın avuntusu mudur bu? Kim bilir?
İhtiyara; “zamane”nin üstüne çekilmiş, ardını mahrem tanımadan ortaya seren şeffaf örtü, gence ise; geçmişin ağır, tozlu, kalın perdesi olan ve her ferdin böyle peşin hükümlerle sıradan bir mevzu haline getirdiği bu buhranın asıl çizgilerini tespit edip, onu bir mesele olarak ortaya koymak, bu aşinalıkla mümkün değildir. Nitekim aşinalığımız bu buhrana karşı bizi temkinsiz kılmış, onun her cephesiyle bize yabancı olduğunu bir türlü anlamamışızdır. Buhran, bizi böyle savunmasız yakalamıştır işte. Netice mi? Fark etmediğimiz belki de umursamadığımız ama her geçen gün şiddetini arttıran kaos… Nizam içindeki kaos değil üstelik, her teferruatıyla, tam tekmil bir kaos!
Bu buhranı fark etmiyoruz, onu umursamıyoruz diye bir nebze de ondan korunmuyor muyuz? Asla! Maddeye ve manaya ince ince nüfuz eden nice belalar vardır. Nüfuz ederken, o incecik, o müphem tesiri umursanmaz bu belaların… Bir kere nüfuz ettiyse bela, nüfuz ettiği maddenin yahut mananın acı akıbeti ise hepimize malumdur. Yıpranma, bozulma, maraz, ölüm…
“Bu buhranı nasıl fark edelim de, onun ruhumuza, sesimize, fikrimize, kelimemize, şehrimize, evimize sıçrayan illetine bir deva bulalım?” diyecek olursanız… Bir gün, iki yanından ışıklı vitrinlerin aktığı caddelerden karanlık sokaklara dalan efkarlı ve tedirgin gölgelere, ulu orta ekmek kavgalarına, kahkahalara, ağlamalara, dualara, çocuğunu kucaklayamayan annelere, mahcup babalara, gençlere, fert fert birer yalnızlık abidesi olan insanlara, kendimize, en çok kendimize bakalım! Bu buhran çizgi çizgi kendisini ortaya serecektir…
Bir görelim, fark edelim… Bu buhranın devası, onu görmek, fark etmek, tanımaktır belki de.