tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Mustafa Armağan ile Rasim Özdenören üzerine söyleşi

Mustafa Armağan ile Rasim Özdenören üzerine söyleşi
29.10.2022
A+
A-

Konuşan: Mehmet Poyraz

Gazeteci ve araştırmacı yazar Mustafa Armağan ile merhum Rasim Özdenören üstadımız hakkında Gerçek Tarih adına söyleşi gerçekleştirdik. Daha çok tarih araştırmalarıyla öne çıkan Armağan, söyleşimizde hatıratından kesitler sunarken Özdenören hakkında tespitlerde bulundu. Özdenören’in en çok hangi şehre yakıştığını da sorduğumuz söyleşi de yayıncı-yazar münasebetlerine değinen Armağan’ın aslında anlatacak çok sözleri olduğunu fark ettik. Merhum üstadımızı bir kez daha rahmetle anarken sizleri de nefis söyleşimizle baş başa bırakıyoruz.


Mustafa Armağan, Rasim Özdenören’in evinde.

Mehmet Poyraz: Merhum Rasim Özdenören üstadımızı ilk nasıl duydunuz, tesadüfen bir metni veya eseri mi denk geldi yoksa birisi mi tavsiye etti?
Mustafa Armağan: İlkin 2005 yılında vefat eden amcam Nihat Armağan’dan duymuş olmalıyım. Çünkü samimi arkadaşıydı. Amcam anlatırken isimleri geçenlerden biri de “Rasim”di. Diğerlerinin “Akif” ve “Nuri” olduğunu iyi hatırlıyorum, yani Mehmet Akif İnan ve Nuri Pakdil. Daha sonraları Mavera dergisi çıkınca onu Bursa’da ilk dağıtanlardan, amcamın gönderdiği dergileri kitabevine bırakanlardan biri oldum. İlk kitaplarından birinin Çarpılmışlar olduğunu hatırlıyorum. Şimdikilere kıyasen gayet basit bir kapağı vardı. Amcamın İstanbul’dan gönderdiği kitapları da birkaç kitapçıya bırakırdım. O sırada dikkatimi çekti kitap. Rasim ağabeyin ilk okuduğum kitaplarından biri oldu. Şiir gibi akıyordu metin. Nokta, virgül, büyük harf filan da kullanmıyordu, metnin onları aşan bir muhtevası olduğuna inaniyordu. Sonrasında beni şuurlanma noktasında en ziyade etkileyen kitabı İki Dünya oldu. Zihnimde ilk kıvılcımları çaktıran kitap daha doğrusu. Tabii Mavera dergisindeki yazılarını da zikretmeliyim. Velhasıl Risale Yayınları’nda yayıncısı olana kadar devam etti bu süreç.


Mensubu olduğu daha doğrusu çizgisinde olduğu Büyük Doğu’da, O’nu, artısıyla eksisiyle tarif edebilmeniz mümkün mü acaba? Söz konusu hareket içerisindeki duruşundan asıl bu soru.
Mutlaka yetiştiği ocak Büyük Doğu’dur. Ben de esasen kendimi o ocağa ait hissederim ama yaşım gereği biraz uzaktan ve haricî olarak. Merhum Rasim ağabey bizzat o ocakta bulunmuş, yazmış, emek vermiş biri. Benim gibi değil. Onun aidiyeti tartışılmaz. Ancak tabii ki zamanla Nuri Pakdil çevresi ve Edebiyat dergisi onları farklı bir mayalanmaya tabi tuttu. Özellikle dil/lisan anlayışlarında Büyük Doğu çizgisinden sapmalar oldu. Öztürkçe kelimeler kullandılar ama bunu araçsal bir hamle olarak düşündüler. Bir ara Sezai Karakoç da bu eğilime kapılmıştı. Üstad Necip Fazıl’ın ağdalı kelimeleriyle yeni nesle ulaşılamıyor diye düşündüler ve sanat eserlerinde (hikâye, şiir, deneme vs.) dahi zaman zaman uydurukça/Öztürkçe kelimeler kullanmakta beis görmediler. Fakat fikriyatta Büyük Doğu çizgisi, sonradan “İslamcı/Müslüman dünya görüşü” denilen espri esasen daima korundu. Hitap araçları değişti sadece.


Kısaca şunu sorsak size: Rasim Özdenören neden kıymetlidir?
Onlar Osman Sarı’nın deyişiyle “önden giden atlılar”dı. Uç beyleriydi. Yazmak savaşmaktı onlar için, kılıç çalmaktı. Hikaye de yazsa, köşe yazısı da, “surda bir gedik açmak”tı asıl gaye. Müslümanca duyarlılık nasıl oluşturulur’un bakir örneklerini veriyorlardı. Ve bunu edebiyat ve dilin imkânlarını kullanarak yaptıkları için, tezlerini slogana indirgemedikleri için o neslin yazdıkları önemli ölçüde yaşadıkları zamanla sınırlı kalmadı. Ötesine taşmayı başardı. Zaten edebiyatın gazeteciliğe göre avantajı da budur. Geçicinin içerisindeki kalıcıyı aramak, roket fırlatılsa bile rampanın bir sonraki atış için muhafaza edilmesi gibi başlarını suyun üzerinde tutabildi.
Rasim ağabey bu çetin terkibi tutturabildiği için yeni nesillere de seslenmeyi sürdürecek. Edebiyatçı, fikir adamı, kalem erbabı olarak Rasim Özdenören eserleriyle yaşamaya devam edecek elbette. Ancak Rasim ağabeyin bir “efendiliği” vardır ki, o da bir nevi eseri sayılırdı. Bazen yer altından çıkarılan kadim tapınaklarda filan bozulmayan buğdaylar bulunur ya, ekince bire yüz veren, Rasim ağabey de onlardan biri olarak senelerce sonra bile keşfedilip okunacak nitelikte eserler sundu okuruna. Kıymeti bilinenlerden olması şaşırtıcı olmaz bu yüzden.


Daha çok tarih ve özellikle yakın tarihle ilgili yaptığınız çalışmalar oldukça takdir görmektedir. Sizin biraz geride bıraktığınızı düşündüğümüz, şehir ve insan üzerine çalışmalarınız mevcut. Şimdi buradan hareketle, geçtiğimiz eylül ayında Ankara’daki panelde yapmış olduğunuz şehir ve insan temalı konuşmanızı dinledikten sonra zihnimde dolandırıp durduğum bir soru var. O da şu: “Rasim Özdenören hangi şehre yakışır yahut hangi şehir onun gibidir?”
Tabii ki Maraş, Kahraman Maraş… Savaşçılığı Kafa Karıştıran Kelimeler’de temayüz eder. Bazıları gibi bağırmaz, kelimeleri çıplak tenleriyle çarpıştırır. Sakince. İtirazları espriyle karışıktır ama radikalliğine asla ve kat’a toz kondurmaz. Mütehevvir de değildir, “uysal koyun” da. Nettir. Maraşlılar gibi tıpkı. Kendinden, imanından emindir. Şehir ki Maraş’tır, esrarlar salar yabancıların üzerine ama kendi içinde insicamlıdır. Anlayamaz bir yabancı, Sütçü İmam’ın bir isyanın tetiğini çeken kahraman olmasına rağmen sonradan bir süre sırra kadem basmasını ve belediye memuru iken bir Ramazan topunu ateşlerken kazara vuku bulan bir patlama sonucunda şehit olmasını kabullenemez. Lakin Maraş budur. Zaferine bile olgun bir başla eğilmeyi bilir.


Yayıncılık ile yazarlığı birlikte yürütebilen ve bu haliyle de eşine ender rastlanan kişilerdensiniz. Birçok yayınevinde editör, koordinatör, yayın yönetmeni, yayın danışmanı, genel müdür gibi görevlere talip oldunuz. Hatırladığım kadarıyla Turgut Cansever’in dahi eserini yayına siz hazırlamıştınız. Yöneticisi olduğunuz yayınevinde Rasim Özdenören’in de eserleri basılmıştı. Sizlerin de çok iyi bildiği gibi yayıncılıkta bir de yayıncı ve yazar münasebetleri vardır. O, bir yayıncının gözünde nasıldır?
İyi hatırlıyorum, Risale Yayınları’nda çalıştığım dönemde Çapraz İlişkiler adlı kitabını yayına hazırlamıştım. Gayet muntazam bir dosya; ne eksik, ne fazla. Tashihler postayla gider, gelir, mekik gibi işlerdi mekanizma. Sonra “basıla” yazılır formaların üzerine, matbaaya revan olur. Mutludur yazar, teşekkür eder nezaketle. Fuara davet edersiniz, yormaz. Ben İnsan Yayınları’na geçince Rasim ağabey İz Yayıncılık’a transfer olduğu için orada pek çalıştığımızı hatırlamıyorum. Ama bu sefer ben İz Yayıncılık’a geçtiğimde yayıncı-yazar ilişkimiz kaldığı yerden devam etti. Hatta Sevda Dursun twitter’da hatırlattı yıllar sonra. Tashih etmesi için kendisine verdiğim dosyada kendince düzeltmeler yapmış, ben de demişim ki: “Rasim Özdenören’in dosyasına dokunulmaz. Sadece yanlış yazılan kelimeler varsa onlar bulunup düzeltilir.” Bu benim ilk editörlük dersim oldu, diye yazdı Sevda Hanım. Sözün özü, yayıncısını yormayan yazarlar cümlesindendi rahmetli. Yormuşsa yayıncılar onu yormuştur.
Sonra ben de yazarlar katına dahil oldum. Kitaplarım çıktıkça kendisine gönderirdim. Bir huyu vardı, kitapları sıraya koyar, öyle okurdu. Günün birinde telefon açar ve kitap hakkında bir değerlendirme yapardı. İlk baskısı 1996 yılında yapılan Şehir Asla Unutmaz adlı kitabım hakkında da ilginç bir noktaya takılmıştı. İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey Çelebi’nin hangi gün bu göreve atandığıyla ilgili birkaç yerde kalemim perdahlamış. Bir arkadaşı (isim vermedi) bu ısrarımı fazla bulmuş ama Rasim ağabey bu ayrıntıyı önemsemişti. “Farkettim ki, orada bir incelik yakalamaya çalışmışsın Mustafa” diye kalbimi orta yerinden yarmıştı.
Neyse, hepsini anlatsam kitap olacak, en iyisi burada keseyim.


Bu söyleşinin gerçekleşmesi adına ve değerli vaktinizi ayırdığınız için size teşekkürlerimi sunuyorum. Verdiğiniz yanıtların arşivlerde hak ettiği yeri alacağına şüphe yok. Son olarak sorularımızın dışında söylemek istedikleriniz var ise şayet bunları memnuniyetle dinlemek isteriz.
Onlar vazifelerini yaptı ve “iyi atlara binip gitti”. Bizim görevimiz ise o iyi atları tekrar bulup gidilebilecek son noktaya kadar ilerletmektir vesselam.

Mustafa Armağan ve Mehmet Poyraz. Liman Kitap, Ankara. 22.09.2022

Gerçek Tarih dergisi Ekim 2022 sayısında yayınlanmıştır.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.