Oyun kavramı üzerinden bir ‘squid game’ okuması
Malumunuz, dünyanın son günlerde sık sık konuşulan, videoları, görselleri, detaylı tetkikleri ve hatta masum taklitleriyle etrafımızda çığ gibi büyüyen bir meselesi var; Squid Game dizisi… Bir anda infilak eden bir bomba şiddetiyle dünyaya aksini veren, ardından çarpıcı olay örgüsüyle tesirini sürdüren bir dizi bu… En dipteki insanların kendi hayatlarının ekonomik imkansızlıklarını, çocuk oyunları ile “yenmesinin” ve zengin olma hırsının insanı nasıl baştan çıkardığının hazin bir panoraması…
Dizinin bu kadar çok konuşulmasının sebebi ise bu oyunları kaybedenlerinin gayet dehşetli bir şekilde ölümle elenmesi… Yaşamın bir oyundan ibaret olduğu söylenegelmiştir ama spesifik, kaybedildiği takdirde sonucu gayet net olan bir oyun anlayışının, yaşamı kaybetmek gibi bir riski göze alarak oynanabilmesi (dizide bu kadar çarpıcı bir şekilde işlenebilmesi) hangi buhranın, hangi anlayışın getirisidir? Düşünelim… Ekonomik açmazların bir sonucu olarak borçlanmanın artık kaçınılmaz bir mesele olması mı? Yoksa insan hayatının kıymetsizleştiği yeni bir akım, yeni bir anlayış mı gelmekte? “Oyun” tüm bu ihtimallerin neresinde?
Gadamer oyun kavramı hakkında, Hakikat ve Yöntem adlı eserinde şöyle demektedir;
“…oyuncuların eylemlerinin sübjektif eylemler sayılmaması gerektiği hatırlatılmaya değer; çünkü oynayan oyunun kendisidir, oyuncuları kendi içine çeker ve böylece kendisini oyunun asıl subjectum’una dönüştürür” (Gadamer 2009, 319).
Oyunun kendi hudutları içinde başlı başına kaideleri ve kendine dair hususiyetleriyle insanı çeken, kışkırtan kendisinde eriten bir yanı vardır. Artık oyuncu değil sadece oyun söz konusudur. Henüz diziyi izlemeyenler için tatsız bir ipucu olsa da bahsetmek gerekir ki, dizide oyuncular arasında göze çarpan ihtiyarın, dizinin sonunda görüleceği üzere aslında her şeyi kurgulayan kişi ve oyunun bizzat içinde yer alarak, varlığını olumlamasına yarayan o dahice planın sahibi olması da, oyunun, oyuncuları kendi içine çeken ve böylece oyunun subjectum’una dönüştüren kudretinin güzel bir misalidir.
Nitekim çocukluğun henüz oluştan varoluşa geçmediği demlerinde oyun, oluş kavramını kapsayan bir özelliktir. Aslında bir oyun distopyasını işleyen Squid Game’i çarpıcı kılan da sanırım kahramanların, çocuk dimağların oluş halinde oynadığı çocuk oyunlarının, varoluş imkanlarındaki gerçek ve akıbeti tamamıyla “son” olan bir elemeyle oynanmasıdır. Sınıfsal olarak üstün bir zümrenin kendilerinden alttaki tabakaları varoluş içinden oluş’a çekmesi ve hem çocuksu bir aksiyonun dehşetli bir gerçeklik duygusu ile karşı karşıya getirilmesi, hem de şiddetin açık seçik ortaya serilmesidir. Dizideki kahramanların sürekli bir belirsizlik durumunda olması ve başlı başına izole bir biçimde, kaygıyla bir sonraki oyunun ne olduğunu bilmemesi ise Wittgenstein’in şu sözlerini akla getirmektedir;
“Oyun kavramının kenarları bulanık bir kavram olduğu söylenebilir. Ama bulanık bir kavram aslında bir kavram mıdır ki?- Netliği bozuk bir fotoğraf insan resmi midir ki? Net olmayan bir fotoğrafın yerine net olanı koymak her zaman daha mı iyidir? Net olmayan çoğu kez aslında tam da ihtiyaç duyduğumuz şey değil midir?” (Wittgenstein, 2007, 53).
Şimdi tıpkı bir oyun gibi, net olmayan, çizgileri, yapısı belirlenmeyen, (hatta kendisine ait birkaç laubali özelliği istisna sayarsak) bir duruşu dahi olmayan, simülasyonu gitgide daha da çok çağrıştıran bir çağdayız. Oyun kavramının Squid Game ile farklı bir mana kazandığı kesin. Oluş’un ile varoluş’un aynı seyirde ilerlemeye mecbur bırakılmış o bulanan atmosferi ve son derece ortada olan şiddet, hudutları müphem yeni kavramların yavaş yavaş dünyamıza tesir edeceğine dair mühim bir işaret… “Oyun” ise tüm bu işaret yahut işaretlerin içinde.
Selimcan Yelseli
Kaynakça:
Gadamer, H.G. (2009). Hakikat ve Yöntem, Cilt:2. Çev. Hüsamettin Arslan, İsmail Yavuzcan. İstanbul: Paradigma Yayıncılık.
Wittgenstein, L. (2007). Felsefi Soruşturmalar. Çev. Haluk Barışcan. İstanbul: Metis Yayınları.
Merhaba,
Squid Game dizisinin 1. Sezonunu izledim.
Bu dizi hakkında çok yazı okudum.
Selimcan Yelseli’nin bu yazısı şu ana kadar okuduğum en güzel ve en kapsayıcı bir yazı.
Yazarına ve site yönetimine teşekkür ediyorum.
Sağlıcakla kalınız.
Merhabalar İbrahim Bey. İlginize teşekkür ederiz.
Merhaba. İlginiz ve görüşleriniz için teşekkür ederim. İkinci sezonun yayınlanması halinde farklı görüşlerle yeniden buluşmak temennisiyle… Var olun.