tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Mustafa Alican

Prof. Dr. Muş Alparslan Üniversitesi Rektörü

Timur’un imajını düzeltmek

02.08.2022
A+
A-

Son yıllarda Emir Timur hakkındaki geleneksel olumsuz imajı hedef alan ve önemli ölçüde ideolojik nitelikli olduğunu söyleyebileceğimiz ilginç bir bakış açısı türedi. Tuhaf bir tarafgirlik edasıyla Timur’u yücelten bu bakış açısı, onun büyük bir İslam hükümdarı olduğunu savunuyor. Timur’un geleneksel Müslüman Türk hükümdar tipini temsil ettiğini, İslâm dinine derin bir bağlılık duyduğunu, hakkındaki katliam iddialarının düşmanlarının iftirası olduğunu ve Sivas’ı işgali sırasında asla katliam yapmadığını, hiç katliam yapmadığını, zaten çağdaş kaynaklarda da onun katliam yaptığına dâir herhangi bir göndermenin mevcut olmadığını (kuşkusuz doğru değil bu, bizzat Timur’a yakınlıkları ile bilinen kaynaklarda bile onun “fetihler” esnasındaki sert ve acımasız tutumlarına ilişkin birçok kayıt mevcut) ileri süren bir bakış bu. Hatta onun için “Cennetmekân Emir Timur Han” gibi doğrusu kullanım amacı ve göndermeleri açısından anakronik olarak nitelendirilebilecek unvanlar kullananlar da var. Timur üzerine çalışmış biri olarak bu nevzuhur iddiaların ciddiye alınmaması gerektiği düşüncesindeyim. Fakat buradan Timur hakkında olumsuz düşüncelere sahip olduğum da anlaşılmasın.


Bütün tarihî figürler gibi Emir Timur’un da tarihî manada varlık icra ettiği konuma uygun bir biçimde, ifrat ve tefrite savrulmadan değerlendirilmesi gerekiyor. Bunları söyleme nedenim, Emir Timur’u birinci elden tanıklıkla anlatan İtalyan asıllı din adamı Sultaniyeli Johannes’in Batılı hükümdar ve özellikle de Fransız ileri gelenlerine onu tanıtmak için söylediği, onun anlatımıyla kaleme alınan önemli metin (Sultaniyeli Johannes, Timur’un Sarayında, çev. Ahmet Deniz Altunbaş, Kronik Kitap, İstanbul 2020). Bu metin neden önemli? Metnin önemi, yalnızca “Emir Timur Hazretlerinin katliam yaptığına dair hiçbir kaynak olmadığını” iddia eden kerametli müverrihlerin iddialarını çürüten bir mahiyete sahip olmasından değil, aynı zamanda Timur dönemini sosyal, siyasî, dinî, kültürel ve psikolojik yönlerine de temas etmek suretiyle aksettirmesinden kaynaklanıyor.


Eserin müverrihi olan İran’daki Sultaniye Katolik Kilisesi Başpiskoposu Johannes, dönemin birincil tanıklarından. Timur’un Ankara Savaşı’ndan sonra Batı’ya gönderdiği elçi aynı zamanda. Timur’la görüşmüş, bir arada bulunmuş ve birçok faaliyetine tanıklık etmiş. Eserde abartı, uydurma ve hikâyeler de yok değil, hatta birçok efsane gerçek gibi de anlatılmış, fakat diğer çağdaş kaynaklardan teyit edilen anlatılar çoğunlukta. Bir başka ifadeyle, Johannes’in dönemin çağdaş tanıklarından biri olduğu ve anlattığı hadiselerin en azından bir kısmına şahitlik etmiş olduğu konusunda herhangi bir şüphemiz yok. Ayrıca Timur’u şeytanlaştırmıyor da. Sıradan ve yoksul bir bey olmaktan dünyaya hükmetme iddiasını sahiplenen bir cihan hükümdarı olma sürecini, bu uğurdaki mücadelesini, rakipleri ile olan siyasî ve askerî ilişkilerini, doğu ve batı arasındaki ticaret hatlarını güçlendirmek için ortaya koyduğu çabaları, imar ve inşa faaliyetlerini, her şeyi bir tamam hikâye ediyor.


Çevirmen Ahmet Deniz Altunbaş tarafından özellikle de Batı literatürünü temsil eden başka kaynaklardaki kayıtlarla karşılaştırmalı olarak sunulan veriler, Timur’un hatırı sayılır miktarda katliama imza attığını, çelişkili tutumlar sergileyen fırtınalı bir ruha sahip olduğunu ve ürkütücü bir miras bıraktığını gösteriyor. Dileyenler, taş üstünde taş omuz üstünde baş bırakılmamış şehirler, kılıçtan geçirilen insanların başlarından yapılan simetrik kuleler ya da başka şeyler hakkında daha fazla bilgi edinmek için Johannes’in kayıtlarına bakabilirler. Öte yandan buradaki ifadelerimin yanlış anlaşılmasını, okurun Timur hakkında zalim ve katil bir hükümdar imajı oluşturmak için gayret gösterdiğimi düşünmesini istemem. Doğrusu böyle bir şeyi hedeflemiyorum. Bunun için bir nedenim de yok. Amacım yalnızca tarihî karakterlere ilişkin bakış açımıza gelip yapışan çarpıklığa ve bu çarpıklık ile tarihin muharref bir hikâyeye dönüştüğüne işaret etmek.
Ne Timur’a ne de başka bir tarihî figüre haksızlık etmek ya da onun imajına ve hayırlı/hayırsız terekesine gölge düşürmek kimsenin haddi de kârı da değil, lakin ideolojik tutumların tarihe yönelinirken mizan olarak kullanılması, ortaya gerçekdışı ve ucube figürlerin çıkmasına yol açıyor. Söz konusu gerçekdışı ve ucube figürlerin tarihte, yani oldukları yerde o şekilde kalmaları sorun değil, fakat bu türden bir figürasyon veri kabul edilerek önce bilgiye, ardından referansa ve nihayetinde de ideolojik malzemeye dönüşüyor. Bununsa oldukça tehlikeli ve zararlı sonuçlara gebe olduğuna dikkat çekmek istiyorum. İdealize edilen tarihî bir dönem ya da figüre atfedilen davranışlar olağan, doğru ve olması gereken şeklinde kodlanıyor. Sonrası ise serseri mayın. Söz konusu davranışlar kendi koşullarından koparılıp tarihdışılaştırılarak bir çeşit referans haline geliyor ve dünyayı ideolojik bir çerçeveden kavramaya meyilli kişilerin hareketleri üzerinde yön verici oluyor. Öznelerin aklı bu doğrultuda yapılanıyor ve örneğin şiddet doğuran bazı yaklaşımlar meşrulaşıyor, makulleşiyor. Bakınız, terörün kaynağı bu düşünsel yapılanmadır.


Kimse kendi idrakini tarihe giydirmemeli ve sürdürdüğüne inandığı kutsal mücadeleye tarihî şahsiyetleri asker yazmamalı. Bu, tarihyazımını bir tahribat ve tahrifat teknolojisi olarak kullanmaktır. Doğru olmadığı gibi ahlâkî de değildir.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.