tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Talip Işık

Şair/Yazar/Eğitimci

Yönetim ve şiir-II

12.09.2022
A+
A-

II. YÖNETİMDE DİL, KÜLTÜR VE İNSAN FAKTÖRÜ
a)Tarihi ve Kültürel Değerlerin Şiir Vasıtasıyla İdraki
Aşk ve ölüm var oldukça, şiir de var olacaktır. Çünkü aşk , ölüm ve şiir.. Bunlar varoluşun temelleridir, demektedir Adonis. Şiiri insanın varlığıyla da özdeşleştirebiliriz. Keşif ve bilinme duygusu, tanıma ve hükmetme güdüsü insanı arayışı iten, büyük bir serüvene sürükleyen nedenlerden bir kaçıdır. Edebiyatın en doru alanlarından biri olan şiir toplumun ortak dilini, kültürlerin kaynaşmasını sağlar. Yakın dönemde Osmanlı Türkçesine baktığımızda Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerle süslenmiş, zenginleştirilmiş olduğunu görüyoruz. Bu durum belki de Karamanoğlu Mehmet Bey döneminde çok daha farklı idi. Türkçe’nin resmi dil olarak kullanılması da yine bu döneme rastlamaktadır. Günümüz Türkçesine baktığımızda dil özelliklerinin eskiye nazaran kullandığımız kimi kelimeler yabancı kökenli olsalar da zamanla Türkçeleşmiş kelimeler olarak dilimizdeki yerini almıştır.
Geniş bir coğrafyada, farklı kültürlerin iç içe geçtiği toplumlarda elbette dil birbirinden etkilenecek ve kendisini geliştirecektir. Zira dil yaşayan organizmalar gibidir. Bu gelişme olmasa dil zamanla yok olur unutulur. İşte şiir de tam da buradan beslenmektedir. Medeniyetlere baktığımızda, şiirin, toplumların iz düşümü olduğunu görürüz. Eski medeniyetlerin izlerini, nazım şekilde yazılmış kitabelerden, anıtlardan yola çıkarak tanımlamaya çalışırız. Ve birçok uygarlığın geleceğe bıraktığı yine şiirsel metinlerdir.
Hint’in derinliklerinden, Mısır’a ve Roma’ya baktığımızda da aynı tabloyu görürüz. Farklı renklerle çizilmiş ama birbirini tamamlayan bir bütünlük içindeler. Aşklarını, savaşlarını, ayrılık ve ölümlerini hep şiirle anlatmışlardır. Ağıtlarında, kahramanlık şarkılarında aynı esintiyi hissederiz. Arap şiirinin unutulmaz isimlerinden İmr’ul Kays’ın şiirlerine baktığımızda göçebe hayatın, çölün serabına yaslanmış aşkların, sökülen çadırlardan kalan izlerini görürüz.
Unutulmaz destanların, kahramanlık şiirlerinin ve toplumun yaşam biçimini anlatan nazımların bir toplumu ve o toplumun kültürünü anlamada şiirin ne denli etkin bir rol üstlendiğini biliyoruz. Zaman içerisinde şiir ve kültür üzerinden toplumların birbirlerini nasıl etkiledikleri de unutulmamalıdır. Doğu mistisizmi, Fabllarla, Bin Bir Gece Masallarıyla, Nirvana ile nihayete kavuşan yaşam felsefesiyle, Batı Edebiyatına ışık tutmuş, ilham kaynağı olmuştur. Bu metinler yarattığı karakterlerle insan ve toplum davranışları üzerine önemli ipuçları vermektedir.
İnsanın içinde büyüyen ve çoğalan sonsuzluk duygusu, burada yanan ve hiç sönmeyen ateşin kaynağı olmuştur. En girift, en gizemli hallerin, lirik ve edebi bir şekilde söze dönüşmesi kabına sığmayan duyguların kelimelerle tanımlanmasıyla güneşin, gecenin üstünü örtmesi gibi yüreklere serinlik vermiş, yeryüzünde gizemli olan ne varsa bu sayede bir bir çözülmeye başlamıştır. Şarkılar ilhamını şiirlerden almış, sonsuzluk bestesi ilahilerde sonsuza değin hayat bulmuştur. Öyle ki şiir, ilahi aşktan, beşeri aşka, yaşamı tüm yönleriyle kuşatan söylevler geliştirmiştir. Bu yönüyle hemen hemen en eski edebi metinleri barındıran Hint’in gizemi hala çözülebilmiş değildir.
Aynı çerçevede Sanskrit Edebiyatını incelediğimizde Vedalarda Rüzgar için bakınız neler söylenmiştir:
“Rüzgarın arabası heybetli mi heybetli…
Alevler fışkırır tekerleklerinden
Gökkubbeye şöyle bir dokunsa.
Tozu dumana katar
Toprağa değecek olsa.

Ve ardından ateşe seslenir.
“Bazen sularda dinlenir Agni
Kuğular gibi ıslık çalar.
Onunla kanatlanır arşa dualar.”
Düşünce, öylesine sadelik kokan kelimelerle tanımlanır ki, bin yıl hafızalardan silinmez bu mısralar:
“Uyanınca kanatlanır,
Ummanlar boyunca, gökler boyunca.
Düşer yaralı bir kuş gibi
Toprağa,
Uyanınca.”
Bu tespitleri yapabilmek, imgeleri ve kelimeleri örgülemek, bir şairin rastgele kaleme aldığı mısralar değildir. Güçlü, kadim bir maziye sahip olan bu anlayışın kültürel ve felsefi altyapısının ne denli muhkem olduğunu göstermektedir. İşte şiir salt duyguların değil düşüncenin de duygularla bütünlük içinde sunumunun nasıl yapılacağına dair önemli ipuçlarını da verir. Bu durum bir toplumun var olmasında, ateşin, suyun, havanın ve toprağın gizemine işaret eder.
Hint’de metafiziğin bu denli gelişmiş olması, ruh ve düşünceye verilen büyük önemden kaynaklanmaktadır. Kısaca “Aydınlanma” felsefesi de diyebiliriz. Aziz Augustinus, Hint Edebiyatı ve şiirine olan özlemini şu sözleriyle ifade etmiştir. “Ne kadar geç tanıyabildim seni, ey kadimler kadimi, ey tazeler tazesi güzellik, ne kadar geç sevdim. Yazık senden ayrı geçen yıllarıma, yazık.”

DEVAMI GERÇEK TARİH DERGİSİ EYLÜL 2022 SAYISINDA

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.