Bahadır Yenişehirlioğlu ile sanat hukuk ve siyaset üzerine
Sanatçı, siyasetçi, yazar, avukat… Bahadır Yenişehirlioğlu, birçok alanda başarı göstermiş, Türkiye’nin tanınmış ve sevilen isimlerinden biri.
KONUŞAN: Sema Kaloğlu
Gerçek Tarih’in sorularını yanıtlayan AK Parti Manisa Milletvekili ve Grup Başkanvekili olarak siyasette önemli bir rol oynuyor. Aynı zamanda, “Payitaht Abdülhamid” ve “Barbaroslar” gibi tarihi dizilerde sergilediği oyunculuk ile sanat hayatında da adından başarı ile söz ettiriyor.
2014 yılında Aşk Cephesi adlı ilk romanıyla başlayan Türk edebiyatı serüveni onu geniş okur kitlesi ile buluşturmuş durumda. Biz de kendisiyle içtenliği, samimiyeti ve buğulu sesi eşliğinde keyifli ve ilginç bir röportaj gerçekleştirdik.
Röportajımızda, sanat ve siyaset arasındaki ilişkiyi, AK Parti’ye olan bağlılığını, Türkiye’nin demokratik süreçlerine ve insan haklarına olan katkılarını, siyasetteki vizyonunu ve hedeflerini, oyunculuk, hukuk ve yazarlık gibi farklı alanlardaki deneyimlerini ve Türkiye’nin geleceğiyle ilgili umutlarını ve endişelerini konuştuk. Söyleşimiz, hem bilgilendirici hem de ilham verici bir içerik oldu.
Sayın Yenişehirlioğlu, Adalet ve Kalkınma Partisi’nden milletvekili seçilmenizle birlikte, siyasi kariyerinize nasıl bir başlangıç yaptınız ve bu süreçteki deneyimleriniz nelerdir?
Siyaset ve sanat aslında birbirine zıt gibi görünse de birbirine paralel hatta insan ile ilgili olması dolayısıyla birbirini besleyen kavramlardır. İki mahallenin de kültürünü almış iki ocakta da pişmiş biri olarak bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. AK Parti’den Milletvekili seçilmem ile birlikte siyasi kariyerime başlangıç yapmış sayılmam aslında çünkü daha önce de Refah Partisi’nde Necmettin Erbakan hocamızla böyle bir sürecimiz vardı. Aynı değerleri muhafaza ettiğine ve aynı yolda yürüdüğüne inandığım AK Parti ile siyasi mücadelemizi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne taşıma fırsatım oldu. Bundan gurur duyuyorum. Tabi Meclis bizzat kanun koyucu olarak Türkiye ve aziz milletimiz açısından büyük bir öneme sahip. Milletimizin hayatına etki eden, yaşam şartlarını iyileştiren, taleplere cevap veren çalışmalar yapmak oldukça mutluluk verici. Tabi bu mutluluk beraberinde büyük bir sorumluluğu da getiriyor. Siyaset haricinde gündelik hayatımda da oldukça titiz bir insandım ancak burada katbekat daha titiz olmak zorundasınız çünkü yaptığınız çalışmaların muhatabı direkt olarak 85 Milyon insan hatta tüm gönül coğrafyamız. Dersinize iyi çalışmalı, sorunları doğru tespit etmeli, hiçbir detayı atlamamalı, her konuya ciddiyetle yaklaşmalısınız. Göreve geldiğimiz günden bu yana çeşitli kanunlar çıkardık, bazı kanunlarda değişiklik yapılmasını sağladık, 2024 yılının bütçe görüşmelerini tamamladık bu ve benzeri çalışmaların hepsi önemliydi diyebilirim Bu çalışmalarımız sonucunda milletimizden gelen tepkiler benim için daha da büyük motivasyon kaynağı oluyor.
AK Parti’den milletvekili adayı olma kararınızın arkasındaki temel motivasyon ve misyonunuz nedir?
AK Parti’den Milletvekili Adayı olma kararımın arkasında oldukça fazla motivasyon var elbette ama başlıcalarını sıralarsam genel bir perspektif çizmiş olurum. Öncelikle ilk soruda da değindiğim üzere aslında siyaset sahnesinde yeni bir isim değilim. Fikirlerine herkesin saygı duyduğu, feraseti ve cesaretine yine herkesin şahit olduğu Necmettin Erbakan Hocamız ile uzun yıllar birlikte çalıştık. Araya giren süreçlerde önce hukuk fakültesini bitirdim uzun yıllar memleketim Manisa’nın güzel ilçesi Akhisar’da avukatlık yaptım. Bu süreçte fikirlerimi, duygu ve düşüncelerimi yazarak anlattım, ardından oyunculuk sürecim başladı ancak fikri mücadelem daima devam etti. Siyaset için oluşturulan algıyı kırmak, bu alanı daha nezaketli bir zemine taşımak ve bayrağı daha ileri götürebilmek iddiasındayım. Bu iddiamın yürüyüşünü de elbette siyaseten yetiştiğim fikriyatın bugünkü temsilcisi AK Parti’nin çatısı altında yapacaktım. Türkiye için fikirlerine ve vizyonuna inandığım, arkasında yol yürümekten gurur duyduğum Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile yürüyecektim elbette. Nitekim de böyle oldu şu anda bahsettiğim yerdeyim. Şimdi bahsettiğim iddiaları gerçekleştirmek için çalışma zamanı, şu anda da bu doğrultuda güzel çalışmalar yaptık, nice başarıya da imza atacağımıza inanıyorum. Temel motivasyon kaynağımı bunlara ek olarak mazisine hayran olduğum bu kadim devlete ve aziz millete hizmet etme isteğidir. Tartışmasız bir şekilde söylüyorum; millete hizmetkar olmaktan daha yüce bir makam olamaz. Bunu bu işi yapan birisi olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
Sizce AK Parti’nin Türkiye’deki siyasi arenadaki rolü ve etkisi nedir, bu çerçevede partiye olan katkılarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye siyasi çerçevede hakikaten çok netameli süreçlerden geçmiş bir ülke maalesef. Bunun birçok sebebi olabilir. Geçmişten gelen korkuları sebebiyle Türkiye’nin ayağa kalkmasını istemeyenlerin, yükselişine engel olmaya çalışanların, potansiyelini değerlendirmesine sekte vurmak için gayret gösterenlerin birtakım siyasi amaçlar, ekonomik çekişmeler gibi sebepleri olabilir. Sebepler ne olursa olsun Türkiye darbelerle mücadeleden ekonomik operasyonlara, devleti ele geçirme hedefi olan terör örgütlerinden ülkesini bölmeye çalışan eşkıyalara kadar birçok cephede mücadele vermiş bir ülkedir; hem de uzun yıllar boyunca. AK Parti ise 14 Ağustos 2001 tarihinde “Türkiye’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyerek yola çıkmış bir siyasi harekettir. O dönemleri bir hatırlamakta fayda görüyorum çünkü hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. Başı örtülü hanım kardeşlerimizin üniversitelere alınmaması, insanlık onuruna sığmayacak işkencelerin karargahı ikna odaları, kamu binalarında başörtüsü yasakları, bu haksızlıklara direnlere uygulanan şiddet, ilk okuldaki öğrencilere uygulanan psikolojik şiddet, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni arka bahçeleri zannedenlerin ülkenin geleceğine darbelerle vurdukları prangalar, ülkenin gencecik evlatlarının idam edildiği karanlık zamanlar, nifak tohumu saçılmış ve kaosa sürüklenen bir ülke, insanların hizmete hasret kaldığı kentler ve daha niceleri… Bu karanlık tablonun içinde nokta büyüklüğündeki ışığı tabiri caizse cımbızla çekip çıkaran ve onu ülkeyi aydınlatan bir meşaleye çeviren liderin adı Recep Tayyip Erdoğan’dır ve ardındaki hareketin adı AK Parti’dir… İnanç özgürlükleri, hak ve hürriyetlerin tatbiki, milletimizin kendini güvende hissetmesi, şehircilik ve üretim gibi çok çeşitli alanlarda devrim niteliğinde atılımlar atan partinin adıdır AK Parti… Hakikaten mazisi kendisine kefil olan bir siyasi hareketiz. Türkiye’nin atılımlarının her merhalesinde AK Parti’nin imzası vardır. Türkiye’nin adeta çehresini değiştirmiş, destansı mücadelelerle kurulmuş cumhuriyeti hak ettiği noktaya taşıma gayretiyle en güçlü şekilde çalışan siyasi yürüyüşün adı yine AK Parti’dir. İşte bu detaylar göz önüne alındığında AK Parti’nin Türkiye için bir kilometre taşı olduğunu söylemek mümkündür. Sorumluluğumuzu yerine getirip vazifemizi layıkıyla yapmayı, bunun da ötesinde daha fazla ne yapabilirim düşüncesiyle hareket etmeyi kendime düstur edinmiş biriyim. Bilgi, tecrübe ve becerilerim ile yeri geldiğinde kalemimle yeri geldiğinde sesimle yeri geldiğinde çalışmalarımla elimden geldiği kadar gayret göstererek bu yürüyüşe katkı sunacağıma inanıyorum.
AK Parti’nin Türkiye’nin genel yönetiminde ve politika belirlemede oynadığı rolü nasıl daha etkili bir şekilde artırabiliriz?
AK Parti bir vizyon partisidir. Siyaseti ahlak limanına yanaştırmış, insan için siyaset ilkesini benimsemiş kutlu bir çatıdır. Her alanda Türkiye’yi başarıya ulaştırma hedefiyle yola çıkmış partimiz hayal dahi edilemeyen projeleri hayata geçirmiştir. Milletimizin ihtiyaçları çerçevesinde hummalı çalışmalar gerçekleştirmiş, değerli tespitlere imza atmış ve süratle aksiyon alarak icraat yapma noktasında irade ortaya koymuştur. AK Parti’nin bahsettiğiniz rolünü daha etkili şekilde artırmanın tek yolu vardır o da anlatmak ve çalışmak. Anlatacağız… Anlatmaktan yorulmamak temel felsefemiz olmalıdır. Türkiye’de iktidara geldiğimiz günden bu yana hayata geçirdiğimiz projelerin tümü bir şaheser niteliği taşımaktadır. O sebeple anlatacağız; detaylarıyla, ayrıntılarıyla anlatacağız. Bir diğer önemli husus da aynı şevk ile çalışmak. AK Parti kurulduğu günden bu yana hiçbir zaman statik bir parti hareket olmadı, daima dinamikti her zaman gelişime açıktı. Partimizin gördüğü teveccühün sebebi aslında buydu. Çünkü iktidarlar göreve geldiklerinden sonraki dönemlerde bir yorgunluk olur, çeşitli ayrışmalar yaşanır, Türkiye siyasi tarihi özellikle bunun örnekleriyle doludur. Fakat AK Parti öylesine bir değerler manzumesi etrafında kadrolarını birleştirmiştir ki ciddi bir ayrışmaya sebebiyet vermeden yoluna emin adımlarla kurulduğu ilk günden itibaren devam etmiştir. Samimi kadrolarla yola çıktığınızda, millete hizmet etmeyi her türlü makam ve mevkinin üzerinde gören insanlarla çalıştığınızda azim ve kararlılık sürekli diri kalıyor. Hizmet sevdasıyla hareket edenler için milletle beraber olduğu her gün bir kazanım, her mücadele bir zafer, her başarı bir motivasyon demektir. Yani toparlayacak olursak AK Parti ailesini genişleterek, millete sevdalı yüreklerle omuz omuza vererek, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde yürüyerek yükselişimize devam edeceğiz. Belirlediğimiz bu politikayı ilk günkü aşkla ve şevkle çalışarak daha etkili bir şekilde geliştireceğimizi düşünüyorum.
Siyasi partinizin Türkiye’nin demokratik süreçlerine ve insan haklarına olan katkıları hakkında düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?
O kadar uzun uzadıya cevap vermek istediğim bir konu ki bu… Ancak belli bir çerçevenin içerisinde tutmaya özen göstereceğim. Daha önce ilettiğiniz sorularda eski Türkiye’nin geçtiği zorlu süreçleri anlatmıştım. Yeniden anlatarak tekrara düşmek ve o günleri yeniden hatırlatmak istemiyorum. Öncelikle siyasetten başlamakta fayda görüyorum. AK Parti göreve geldikten sonra siyaset hizmetle tanışmış, milleti için siyaset ve hizmet için siyaset gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Özellikle ortaya çıktığı dönem göz önüne alındığında, halka sürekli tepeden bakan o jakoben anlayış hatırlandığında bunun bir devrim niteliği taşıdığı rahatça görülecektir. AK Parti’nin yeni bir soluk getirdiği diğer konu ise kadınların siyasetle buluşmasıdır. AK Parti kadına değer vermiş, ilerleyiş sürecinin merkezine kadını almış, hayata geçirdiği her projeye “kadın eli değmesiyle” gururlanmış, imkân ve fırsat eşitliği noktasında kadını ve haklarını müdafaa etmiş, kadına yönelik şiddete sıfır tolerans ilkesiyle hareket etmiş bir partidir. Belediye Başkanlığından il ve ilçe başkanlıklarına kadar kadınlara çok çeşitli alanlarda potansiyellerini kullanma imkanı vererek alan açmıştır. Bir diğer atılım ise demokrasi alanında yapılmıştır. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan bizzat milletin oylarıyla seçilen ilk Cumhurbaşkanı olmuştur. Milletimize kendisini yönetecek kişiyi seçme hakkını yine AK Parti teslim etmiştir. İnanç hürriyeti noktasında bugün Türkiye’de muhteşem bir özgürlük vardır. Eski Türkiye’yi hatırladığımızda başörtülü olduğu için türlü işkence ve istismarlara, psikolojik ve fiziksel şiddete varana kadar insanlık onuruna sığmayacak taassupları göreceğiz. Zihinlerde ve vicdanlarda muhteşem bir devrime imza atan AK Parti sayesinde şimdi kamuda hanım kardeşlerimiz ister başı açık ister kapalı, asker ve polis olabiliyorlar. İmam Hatipler ile ilgili yaşanan sıkıntı ve katsayı skandalı hepimizin malumu; bu konuyu da çözüme kavuşturan yine AK Parti hükümetleri olmuştur. Yani 7’den 77’ye sayfaları dolduracak, kitaplara sığmayacak kadar hak teslimini milletimizle AK Parti buluşturmuştur. İnsan hakları Türkiye’de AK Parti ile anlam kazanmıştır. Bunun haklı gururunu yaşıyoruz. Bu başarıda bizim kadar başarıyı görüp teveccüh gösteren milletimizin de katkısı büyüktür. Hepsine bir kez daha en derin saygılarımı sunuyorum.
Oyunculuk, hukuk ve yazarlık gibi farklı alanlardaki deneyimlerinizi siyasette nasıl kullanıyorsunuz?
Bahsettiğiniz 3 alan da aslında birbirinden bağımsız değil. Hepsinin birbirine pozitif yönlü etkisi olduğunu tespit etmiş biriyim. Sorunuz üzerinden gitmek gerekirse; müşterek paydanın insan olduğunu söyleyebilirim. Hukuk penceresinden bakıldığında şu anda yalnızca Manisa Milletvekili değil aynı zamanda AK Parti Grup Başkanvekilliği vazifesini de ifa etmekteyim. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kanun koyucu olma sıfatı var dolayısıyla zaten “saç ağarttığım” alanın mutfağında görev yapıyorum diyebilirim. Fikirlerimizi dile getirirken Anayasa’yı referans gösteriyor, çalışmalarımızı kanunlar ile ilgili düzenlemelere ilişkin yürütüyoruz. Yazarlık ve oyunculuk kısmına gelir ve bu iki alanı da sanat çatısı altında toplarsak yine pozitif yönlü bir katkıdan söz etmek mümkün oluyor. Siyaseti de sanat olarak değerlendirebiliriz. Hitabet, meramını anlatma ve ikna sanatı… Yazarlık ve kelimelerle hemhal olma bağlamında, duyguları hissetme anlamında elbette bana artı kazandırdığı yönler oluyor. İnsana dokunmak, insanla ilgilenmek derin bir tecrübeler deryası. Bunu millete hizmet sevdasının yanında inanılmaz bir tecrübe alanı olarak da değerlendiriyorum. Çünkü en büyük samimiyet siyasette. Bölgede vatandaşlarımızı ziyaret ediyoruz, size bir sorunlarını anlatıyorlar, bu sorunun çözümü ve mağduriyetlerin giderilmesi için gayret gösteriyorsunuz. Bahsi geçen sorun çözüldüğünde, problem ortadan kalktığında size kimi zaman mutsuz, kimi zaman sinirli, kimi zaman kederli gelen insanın yüzündeki o mutluluk ya da ferahlık hakikaten dünyanın en samimi ifadesi oluyor. Bu duyguyu hissetmek tarifsiz. Benim için bundan daha büyük bir mutluluk yok açıkçası ve bunu tecrübe ettikçe motivasyonum da aynı oranda artıyor.
Türkiye’nin geleceğiyle ilgili umutlarınız ve endişeleriniz ile gençlere vereceğiniz tavsiyeler nelerdir?
Türkiye’nin dününü ve bugününü oldukça “yoğun” şekilde yaşamış biri olarak gelecek adına endişeli misiniz yoksa umutlu musunuz sorusunu yöneltesiydiniz eğer çok umutluyum derdim. Ancak sorunuza gelecek olursak hem bir insan hem bir baba ve hem de bir milletvekili olarak elbette bazı endişelerim var. Bu endişelerimin aslında temel kaynağı Türkiye değil dünyada yaşanan gelişmeler. Çünkü dünya artık merhamet, vicdan, hoşgörü ve kardeşlik gibi duygulardan arınmış bir robot olma yolunda ilerliyor. Çocukların katledildiği, sivillerin bombalandığı daha kötüsü buna göz yumulduğu bir dünyada güzelliklerden bahsetmek mümkün müdür? Umutlu olmak gerçekçi midir? Endişeli olmamak elde midir? İnsanlara büyük kolaylıklar sağlayan teknolojinin aslında bilinçsizlik ve aşırılıkla insan için amansız bir düşmana dönüştüğünü görmüyor muyuz? Yalan yanlış bilgilerle insanların itibarının lekelendiği, aslı astarı olmayan haberlerle toplumların provoke edildiği bir süreçte insanın tedirgin olmaması mümkün müdür? Dezenformasyon noktasında olanca acımasızlığı insanlara reva gören art niyetli insanları görüyoruz bu noktada ümitlerin kırılması tabii değil midir? Böylesine global bir çağda Türkiye’nin etrafında cereyan eden bu gelişmelerden etkilenmesi doğal olmayacak mı? İşte tam da bu endişelerimin şafağında mazisi kendisine kefil olan aziz milletimiz geliyor aklıma. Senelerce bizi köklerimizden koparmak istemelerinin sebebi esasen umudun tam da köklerimizde olduğuydu. Çizdikleri kırmızı çizgilerle, başlangıcı kendi keyiflerinin istediği noktadan yaparak kadim bir maziyi yok saymaya çalışanların amacı alternatif bir umutsuzluk diyarı yaratmaktı. Türkiye tam da bu noktada bu duruma “HAYIR” diyor. Geçmişten günümüze kadar kurulmuş ve tarihin her safhasına imzasını atmış kadim bir devlet kültürümüz var. Bilim, sanat, hayvanseverlik ve daha nice konuda dünyaya örnek olmuş hatta daha ileri gidiyorum kıskanılmış bir tarihimiz mevcut. Bizim tarihte kurduğumuz imparatorluklar; Selçuklu olsun, Osmanlı olsun bunların mirasını yaşatan ve emanetini taşıyan Türkiye Cumhuriyeti olsun hepsi bizim değerimizdir. İşte tam da bu noktada unutulmamalıdır ki tarih ders alınmazsa tekerrürden ibarettir. Biz köklerimize şu anda sahip çıkıyoruz. Bugün TOGG, devrim arabalarının devamıdır, İHA’lar ve SİHA’lar Nuri Demirağ’ın Vecihi Hürkuş’un emanetidir. Kara Kuvvetleri Komutanlığımızın 2 bin 232’inci yılını kutluyorsak köklerimize sarılmamız gerektiğinin farkına varmalıyız. Ahilik dediğimizde tüyleri diken diken eden bir dayanışma örneği görüyorsak eğer mazimize layık olmaya çalışmalıyız. Bu doğrultudaki ilerleyişimiz bana umut veriyor. Bizler bu bilinçle evlatlarımızı yetiştiriyoruz Z kuşağı diyerek evlatlarımız üzerinden oynanan oyunları bertaraf ediyoruz. Gurur duyduğumuz okuyan, araştıran, çalışan ve neticelendiren Teknofest Gençliği geleceğe umut oluyor. Hamdolsun bu noktada başarımızın farkındayız ve geleceğe de umutla bakıyoruz.
Hem “Payitaht Abdülhamid” hem de “Barbaroslar” dizileri tarihi konulara odaklanıyor. Bu tür projelerde yer almanın size yaşattığı zorluklar ve keyifler nelerdir?
Öncelikle söylemek istiyorum ki her iki projede yer almaktan da büyük bir gurur duydum. Az önce de bahsettiğim gibi bizim mazimiz gurur sayfalarıyla ve onur nişaneleri ile doludur. Barbaros Hayreddin Paşa denizlerde Osmanlı sancağını gururla gezdirmiş, zaferden zafere koşmuş bir kahraman, Abdülhamid Han ise yıllarca Kızıl Sultan olarak adlandırılmış ancak türlü mücadeleler neticesinde hak ettiği isme Ulu Hakan olarak ulaşmıştır. Böylesine kahramanların hayatlarının, mücadelelerinin yer yer çilelerinin ve mutluluklarının anlatıldığı projelerde görev almak muazzam bir duyguydu. O dönemleri yeniden yaşamak ciddi bir tecrübe ve gururdu. Tarihin arka odalarının kapılarını aralamak, bu değerli şahsiyetlerin hayatında yer almış karakterlere perde önünde hayat vermek; hem yeni şeyler öğretti hem de bu değerlere sıkı sıkıya sarılmanın gelecek adına arz ettiği önemi daha net çizgilerle kavramamı sağladı. Zorluk anlamında yaşadığım tek bir zorluktan bahsedebilirim o da temsil… Çünkü ikisi de hakikaten çok ciddi projelerdi. Canlandırdığım rollerin hakkını vermek amacıyla çok ciddi çalışmalar yaptım. Temel düşüncem şuydu; eğer bir kişi bile beni izlediğinde mimiğimden, hal ve hareketimden o müstesna zamanlara negatif olarak bakarsa “bu derin bir vebaldir” dedim. Hamdolsun gerek sektörde fikrine itibar ettiğim, sözüne güvendiğim meslektaşlarım tarafından da izleyenler noktasında da teveccüh görmüş olduk. Yaptığımız işin notunu verenler izleyiciler olduğu için aldığım tepkilere baktığımda Allah’ıma şükürler ediyorum ki toplum nezdinde giriştiğimiz iki işten de alnımızın akıyla çıktık diyebilirim.
Genel olarak, toplumunuzda bir değişim yaratma hedefiniz varsa, bu hedefe ulaşmak için izlediğiniz stratejiler nelerdir?
Bu sorunuza strateji olarak değil bir mefkure olarak bakıyorum ve tek cümlelik bir cevap vereceğim… Milli ve manevi değerlerimizi nezaket çerçevesinde savunmalıyım ilkesiyle hareket ediyorum. Kutuplaşma değil konu Türkiye’nin değerleri olduğunda birleşme ve güçlenme düşüncesi hakim olmalı diye düşünüyorum. Bunun tek yolunun nezaketli bir mücadele olduğu kanaatindeyim. Bu noktada eğer strateji diyorsak adına tek stratejim nezaket olabilir.
Sanatta ve Edebiyatta bizimkiler ve ötekiler kavramı üzerinden hâkim mahalle baskısını, milli perspektifli ortak bir dil engelini nasıl aşabiliriz. Türk edebiyatında asgari müştereklerde birleşerek ortak bir kanon oluşturabilmenin yolu sizce nedir?
Sanatta ve edebiyatta en çok karşı olduğum şeylerden bir tanesi ayrışmaktır. Bizimkiler ve ötekiler diye bir durum kesinlikle kabul etmiyorum, etmeyeceğim ve bu doğrultuda da mücadelemi sürdüreceğim. Sadece iyileşmesi gereken yaralar gördüğümü söylemeliyim. Peki nedir bu yaralar? Yıllardır sinema ve edebiyat sektöründe kurulmuş bir tahakküm var… Elbette herkes fikrini beyan etmekte bunu daha ileriye taşıyıp bu doğrultuda söylemler geliştirmekte ve bunu eserlerine uyarlamakta özgürdür. Ancak bu demek değildir ki sizden olmayanı ötekileştireceksiniz, milli ve manevi değerler noktasında hassasiyetleri çiğneyeceksiniz, bunu kabul edemem. Tabi sektörde görev yapan ve ideolojisi ne olursa olsun çeşitli ortak noktalarda birleşen sektör paydaşlarını tenzih ediyorum çünkü çoğuyla beraber çalıştım ve böyle bir baskı hissetmedim. Ancak azınlık sayılabilecek bir topluluğun bunu yaptığını görüyor ve biliyoruz. Bunun en net örneklerini ödül törenlerinde görebiliriz. Vicdani bir payda olarak bugün yaşanan Filistin meselesi insanlığın ortak yarasıdır diye düşünüyorum. Bu konuda ortak bir söylem oluşturulamaz mıydı? Sosyal farkındalık oluşturulması adına ne kadar kıymetli bir adım olurdu. Bizim önce bazı eşikleri aşmamız gerekiyor. Zulüm nereden gelirse gelsin karşısında durmak gerekmektedir. İnsanlığın ortak acılarına beraber merhem olmak gerekmektedir. Bu sağ mahallenin sol mahallenin değil evimizin ortak acısı değilse sorgulanması gereken aynaya baktığımızda gördüklerimiz ve içimizde ararken bulamadığımız vicdanlarımız olmalıdır. Kalemin kılıçtan keskin olduğu klasik ancak doğru bir söylemdir edebiyat noktasında da en azından konu milli ve manevi değerlerimiz olduğunda ortak bir akıl geliştirilmelidir. Yani ideolojilerden bağımsız konuya yukarıdan bakarak söylüyorum bunu. Aziz milletimizin acılarını paylaşmak, kalemimizi haktan ve hakikatten yana kullanmak, sayfalarımızı insanlık ağacının yaprağı olarak görmek gerekmektedir. İşte bu sayede bahsettiğiniz ortak kanonun oluşması hem yazarlara hem de eserlere değer katacaktır kanaatindeyim. Bu sayede sektörde azınlıkta olan ötekileştirme kavramından asla bahsedilmeyecektir.
Sizin için en önemli olan siyasi, kültürel veya sosyal değerleri belirleyebilir misiniz? Bu değerler, politika hayatınıza ve projelerinize nasıl yansıyor?
Siyasi değer dürüstlük, sosyal değer nezaket ve kültürel değer mazimi okuyarak geleceği şekillendirmektir diyerek özetleyebilirim. Aslında bu 3 değer ciddi anlamlar ihtiva etmektedir. Siyasetin içinde, ülkenin geleceğini aydınlatma hedefiyle görev yapan bir insan olarak dürüstlük esas prensibimdir. Bu sayede çizgim net olduğu için dün söylediklerimden şüphe etmiyorum bu vicdan rahatlığı sayesinde siyasi tartışmalarımı dahi belli bir nezaket çerçevesinde yürütüyor ve bu sayede doğru sonuçlara ulaşıyorum, yani en azından öyle hissediyorum. Son olarak mazimi okuyarak geleceği şekillendirme konusuna değineyim… Geçmişini bilmeyen gelecekte kaybolmaya mahkumdur. Geçmişini okuyan hatta yaşayan biriyim. Bu noktada alınması gereken dersleri, edinilmesi gereken tecrübeleri, öğrenilmesi gereken bilgileri almış biriyim. Bu birikimle ülkemin gelecek mücadelesinde pay sahibi olmak önemli ve değerli. Tarihimizin ne denli zorlu süreçlerden geçtiğini biliyorum. Bu noktada politik hayatımı da aynı hususlara dikkat ederek şekillendiriyorum.
Son sorumuzu yöneltiyoruz. İlk gençlik yıllarınızda ressam olmak istediğinizi, bu isteğe tualdeki boyaların tadına bakacak kadar tutkuyla bağlı olduğunuzu biliyoruz. Size şiirin miti olan Mavi’yi sormak istiyoruz. Mavinin tadı nasıldı?
Öncelikle yazmak, yazan kişi için hakikaten çok özel bir eylemdir. Duygularını, düşüncelerini ve fikirlerini aktarmanın en uçsuz bucaksız yolu diyebilirim. Yazan kişi için esasında bir terapi görevi görüyor yazmak. Sanatta her parçanın ayrı birer tadı var; renklerin, kelimelerin, notaların ve daha birçok parçanın… Ancak burada bahsettiğimiz tat somut değil aksine soyut bir lezzet. Yani renklerin tadını tanımlamak çok zor, hissetmek gerekir çünkü tatlı değil, ekşi değil, acı değil bence ruhun diline dokunan bir “tatlar yelpazesi”. Ancak şunu ifade edebilirim ki sadece Mavi özelinde değil bütün bu duyguları tek potada eriterek bir ahenk yakalamaya gayret gösteriyoruz. Çünkü kanaatimce tespitim şudur ki; yazarın karşılaştığı en ciddi problem dengedir. İç dünyasında yaşadığı duyguları, esere yansıtmak istediği heyecan ya da hüznü dengeli bir şekilde aktarmalıdır yazar. Esasında ortaya çıkan eserde, yazarın duygu dünyasındaki iniş ve çıkışların, fırtına ya da travmaların en sade şekli, en ölçülü biçimi, en kararında özeti okuyucu ile buluşturulmaktadır. Yazmaya başlayan bir yazarın duygu dünyası çok daha girift ve karmaşık bir yapıya sahiptir. Yani yazar zihninde kurguladığı ya da tahayyül ettiği çerçevenin dışına çıkmamak için büyük bir zihinsel efor sarfetmektedir. Yazar yazmaya başladığı anda kalemi; kontrolü ondan çalmaya çalışan başlangıç ve bitiş arasında belirlenen yollardan onu saptırmaya çalışan güçlü bir muarız olarak konumlanmıştır. Eseri ilk okuyan kişi yazardır çünkü… Anlatılan karakter ya da aktarılan hadiseler duygu durumu çerçevesinden bakıldığında kimi zaman bulutların üzerinde geziyor hissi verirken kimi zaman da kalbine bir mızrak saplanmışçasına acıya sebep olabilir. Duygudan duyguya yaşanan bu savrulma esere derinlik katabileceği gibi karmaşıklık da oluşturabilir. Bu sebeple duyguları serbest bırakmanın ve dizginlemenin dengesini tutturduğunuzu hissettiğinizde işte bu tat önce eser sahibinin alacağı ardından da okuyucunun hissedeceği muazzam bir lezzete dönüşüyor.
Sayın Yenişehirlioğlu, bize ayırdığınız vakit için çok teşekkür ediyoruz. Gerçek Tarih adına sağlıklı ve başarılı bir hayat diliyoruz.