Bir oyuncunun uyumsuz yazgısı: Zelenski ve Katharsis
Albert Camus’un “Sisifos Söyleni” adlı o meşhur eserinde “uyumsuz” ve “oyuncu” kavramları arasında kurduğu ilişkiyi hatırlıyorum. Şöyle diyor Camus; “Oyuncuların, …….uyumsuz insanlar olduklarını söylemiyorum. Yalnızca yazgılarının açık görüşlü bir yüreği çekebilecek uyumsuz bir yazgı olduğunu söylüyorum.”
Nerede rastladım bilmem, Zelenski’nin işgal öncesi ve sonrası fotoğraflarını kıyaslayan bir kolaja denk geldim. İlk fotoğraf Zelenski’nin aydınlık yüzü ve tebessümü ile doluydu… İkinci fotoğrafta ise çökmüş, savaşın ağırlığını sırtında taşımaktan hayli yorulmuş, sancılı bir yüz ifadesi ile bizlere görünen bir Zelenski vardı. Zaman, onun üzerinde olayların vahametini afişe edebilecek müsait bir konak, bir ikaz işareti, bir ifade biçimi bulmuştu.
Şüphesiz bir çoğumuz, bir anda önümüze ağır gövdesiyle ciddi ve tehditkâr bir şekilde gümbür gümbür yuvarlanan bu mesele sayesinde Zelenski’nin devlet başkanı olarak seçilmeden önce bir oyuncu olduğunu öğrendik. 2015 yılında “Halkın Hizmetkârı” dizisinde rol icabı Ukrayna’nın devlet başkanı olan Zelenski 2019 yılında ironik bir şekilde kendisini tıpkı dizideki gibi devlet başkanı olarak buldu. Bu kez iktidarın külfeti ve bir dizinin kurgusuyla kıyaslanamayacak kadar zor olan mesuliyetlerin ciddiyeti sırtındaydı.
Mesele burada farklı, “yazgı” ve “nedensellik” kavramlarının tüm şiddeti ile kendilerini izhar ettiği bir esrar perdesi ardından görünüyor bana. Tozun, toprağın, düşen bedenlerin ve yükselen çığlıkların arasından yazgının her yerde hüküm süren tecellisi bir görünüp, bir kayboluyor. Üç beş sene önce belki bir kurgunun biraz da istihza ile süslenmiş eğlenceli görünüşü ardından söylenen cümleler şimdi sırtlarında gerçeklerin ağırlığı ile yankılanıyor. Düşünüyorum; “Acaba Zelenski, 2015 yılında “Halkın Hizmetkârı” dizisinde bir devlet başkanına kendi benliğinden bir ifade katarken, ileride işgal ile yüzleşecek bir devlet başkanı olabileceği ihtimalini düşünüyor muydu?”
Tiyatro bilimci Ulf Bierbaumer’e göre tiyatro, “kapitalist zaruretlere demokratik değerlerle karşı koyma gücüne” sahiptir. Hatta zannımca Aristo’nun “Poetika” adlı eserinde bahsettiği trajedinin seyirci üzerindeki tesirini anlatan “Katharsis” kavramı da -her ne kadar dolaylı ve kavram olarak günümüze biraz da zorla uyarlanıyor olsa da- tiyatronun kapitalist zaruretlere karşı koyma gücünü besler. Neden ve sonuç ilişkisi arasındaki gergin süreği öğüde dayalı olarak gözler önüne serer. Artık seyirci de olay örgüsünün gerilimine dahildir. Olacağı bilir ve bu teslimiyet ile olaya katılır. Artık mesele sadece kapitalizm değildir üstelik… Karşıt karakter kimi zaman efsunlu bir güç, kimi zaman karşı konulmaz bir arzu, kimi zaman ise geçmişine öykünen bir ideoloji hasreti de olabilir.
Bu zaviyeden bakılırsa Zelenski “Katharsis” kavramıyla mündemiç bir halde, mesuliyetlerinin ve yaşanan işgalin külfeti ile artık bir sembol haline gelmiştir diyebilir miyiz? Belki de… Ama mühim bir fark ile; bizler henüz meselenin nereye varacağını bilmiyoruz.
İnsan hakları mevzubahis olduğunda yaşananlar oldukça girift bir hal alıyor. Hatta savaşların, mücadelelerin, direnişlerin, yaşamların 21. yüzyılda kıyaslanması absürt bir mesele değilmiş gibi sıradan bakış açılarıyla karşılanıyor. Dünyanın sürüklendiği buhranın trajik sonuçları, ufuklarda kara bulutlar gibi bulunduğumuz ve her şeyi unuttuğumuz bu “muhkem” muhitimize doğru yaklaşırken, meselelerin ciddiyetinden ziyade sloganlara ve geçici hükümlere sığınıyoruz. Bizi avutmaya namzet ışıklı manzaralara gözlerimizi teslim edip, müreffeh uykularda emeller büyütüyor, insanlığın istikametini tayin edemediği yollarda yürümesini, tıpkı yukarıda bahsettiğim teslimiyetin, bu kez başka bir veçhesiyle üzerimize tatlı bir gaflet olarak yayılmış tezahürünü yaşıyoruz. Homurdanan, huysuzlanan meydan okuyan tanklar, çepeçevre patlayan namlular, gecelerin barut kokusu esintisiyle içimize dolan gerçekler yerine, ayartan seyir eylemini sürdürüyoruz. “Katharsis” kavramı bu çağda tesirini ve öğüdünü biraz da tuhaf bir şekilde miskinlik ve boş vermişlik üzerine inşa ediyor.
Artık Rusya, kar ve ayazın şiddeti ile gri renkli caddelerde yüzen, paltolarının kürklü yakalarına gizlenmiş tereddütlü başların ağrıları ile tutmayan hesaplarının muhasebesini yapadursun, asırlık ketumluğunun gittikçe sönen tesiri ve hamlenin her meseleyi açıklığa kavuşturan hareket zaruretinin boşa harcandığı bu zamanlarda, Zelenski’nin üzerinde “uyumsuz” ve “yazgı” kavramlarının pekişmesini izlemekle mükellef artık. Tıpkı Camus’un bahsettiği uyumsuz yazgı ve nedensellik, her dakika kahraman arayan bir çağın yeni gözdesini Halkın Hizmetkârı olarak doğurdu bile.
Tüm bu söylediklerimden sonra Necip Fazıl üstadın; “Bir Adam Yaratmak” adlı o muazzam piyesinde ana karakterin dilinden söylediği şu cümle, yazgı ve insan arasındaki o incecik ilişkinin tüm sırrını vermeye muktedir gibi geliyor bana;
“Kadere inanıyor muyum, onu siz keşfedin! Fakat hayatın gizli bir şuuru olduğuna inanmak istiyorum. Öyle bir şuur ki, kendisini, yok gösterecek kadar gizleyebilmiştir. Ben hadiseleri çok girift bulan bir insanım.”
Düşünelim, sizce de tüm bu hadiseler oldukça girift değil mi?