Şiir ve medeniyet
Şiirin varlığı sözün varlığıyla kaimdir. Şiir, yeri geldiğinde bir gülüş, bir bakış, bir aldanıştır. Şiiri her şey besler. Canlı olan şiir de acıkır. Havaya, suya ihtiyacı vardır şiirin. Hayatın içinde akan her olayda parmağı vardır. Şiir insandan sorumludur, insan da şiirden.
Şiirin bir güç olduğunu, aynı zamanda bir iktidara sahip olduğunu da kabul etmeliyiz. Şiir, edebiyatın şahıdır. Zirvede duruşu ne dün ne de bu gün değişmemiştir. İktidar her daim şiirindir. Güç şiirdedir. Çünkü şiirin dilinde ki etkileyici güç onun varlığından ileri gelmektedir. Onu ayrıcalıklı kılan dilinin, üslubunun, ahenginin, etkisinin farklı oluşudur. Şiir ve iktidar bu nedenle ayrı tarzlarda olsalar da, yolları birbirleriyle hiç ayrılmaz. Hep iç içe, hep yan yana durmayı, birbirini tetiklemeyi, doyurmayı, birbirine kafa tutmayı sürdürürler.
Hayatın her bir alanı iktidarı ilgilendirir. Cemiyetin, şehrin, ülkenin, milletlerin var oluşlarıyla güç sürer. Edebi güç, daha etkindir. Daha kalıcı, daha içte ve yürektedir. İktidarın varlığı şiire kollarını açmasıyla da orantılıdır. Ne kadar şiire yakınsa iktidar, ömrü o kadar uzun olur. Şiirsiz iktidar, iktidar değildir. Şiirin hâkimiyeti, insan ruhuna, aklına, gönlüne hâkimiyeti, görünenin de ötesindedir.
Şiirin, bizimle en belirgin çizgisine, Peygamber Efendimizin şiire ve şaire olan ilgisine bakalım. Bunu yaparken yalnızca bir Peygamberin değil aynı zamanda bir komutanın ve devlet adamının idraki içinde yapalım. Şiir ve iktidar arasında ki yakınlığı görmeye çalışalım. Burada karşımıza çıkan ilk şairimiz Peygamber şairidir. Gassani Hükümdarı’nı şiirleriyle metheden Hassan bin Sabit Müslüman olmadan öncede meşhur bir şairdi. Müslüman olduğunda 60 yaşlarındaydı. Hassan bin Sabit Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizin yanından ayrılmadı. Peygamber efendimizi metheden çok şiir söyledi. Bedir savaşına yaşlı ve bedenen güçsüz olduğu için katılamamıştır. Cihat sevabı alamadığı, müjdelere kavuşamadığı söylendiğinde çok üzülmüştür. Bunun üzerine Allah Resulü “İslam düşmanlarına karşı şiirleriyle cihat ettiğini, her bir kelimesine verilen sevapların, diğerlerinin gazada kazandığı sevaplardan daha ziyade olduğunu şöyle ifade etmişlerdir; “Hassan’ın beyitleri düşmana ok darbesinden daha tesirlidir.” Peygamberimiz, Mescid-i Nebevi’de Hassan bin Sabit’e mahsus bir minber yaptırmışlardı. Hassan bin Sabit oraya çıkıp Ashabı kiram huzurunda İslâmiyet’i metheden şiirleri okurdu. Hiciv şiirleri yazarken Hazreti Ebu Bekir’e danışmasını emir buyurmuşlardı.
Hassan bin Sâbit bir defasında kâfirlerin yüzkaralarını ortaya koyan bir şiirini okuduktan sonra Peygamberimiz: “Ey Hassan, müşriklerin, kâfirlerin yüz karalarını ortaya koy! Cebrail seninledir. Ashabım silâhla harp ettikleri gibi sen de dil ile harp et!” buyurdular. Sözle, yazıyla cihat etme şerefini Peygamberimiz ilk defa bir şaire Hassan bin Sabit’e vermiştir.
Cahiliye döneminde, Asr-ı Saadette şiire ve edebiyata oldukça önem verilirdi. Yarışmalar yapılır Kâbe duvarlarına asılırdı. Hicretin dokuzuncu senesinde Beni Temim kabilesinden bir heyet, esirlerini almak için Medine’ye gelmişti. Yanlarında en meşhur hatiplerini ve şairlerini de getirmişlerdi. Önce Utarid konuşup, kabilesini övdü. Bu tür buluşmalarda öne çıkan özellik kabilelerini överek başlarlar, sonra kabile reislerini övgüyle ve kabilelerinin kahramanlıklarıyla devam ederlerdi. Utarid’in şiiri ve konuşmasından sonra Peygamberimiz Eshâb-ı kirâmdan, Sâbit bin Kays’a: “Kalk bunun konuşmasına karşılık ver” buyurdu. Sâbit bin Kays ayağa kalkıp, Allah’u Teâlâ’nın büyüklüğüne ve Peygamberimizin methine dair bir konuşma yaptı. Onun bu hitabı gelen heyeti fevkalade bir tesir altında bıraktı. Sonra da gelen heyetin şairleri şiir okumaya başladı. Şairlerinden biri bir kaside okuyup, bitirince Peygamberimiz, Hassan bin Sâbit’e: “Kalk ya Hassan, bunun şiirine karşılık ver” buyurdu. Hassân bin Sâbit, Temim kabilesinin şairinin söylediği şiire karşılık aynı vezin ve kafiyede uzun ve mükemmel bir şiir söyledi. Bu şiirinde İslâmiyet’in üstünlüğünü gayet açık bir ifade ile dile getirdi.
Bunu dinleyen Temim heyeti ve bilhassa hatip ve şairleri hayret içinde kaldı. İleri gelenlerinden Akra bin Hâbis kendini tutamayıp, şöyle dedi: “Allaha yemin ederim ki, bu zata, “Muhammed aleyhisselâma” her zaman O’na bizim bilemediğimiz bir yardım gelmektedir. O, muhakkak muvaffak olacaktır. Her şeyde, herkese üstün gelecektir. Onun hatibi ve şairi, bizim hatibimizden ve şairimizden üstündür. Sesleri de seslerimizden daha canlı ve gürdür.”
Akra bin Hâbis sözlerini bitirdikten sonra Peygamberimizin yanına yaklaştı ve Kelime-i şehâdeti söyleyerek Müslüman oldu. O Müslüman olunca bu heyete bulunanların hepsi Müslüman oldu.
Şiirin hayatın içinde olduğunu, devlet erkânıyla, savaşta ve barışta her daim yerinin bulunduğunu, etkin ve etkileyici olduğunu görmekteyiz. İktidar, şiirin gücüne inandığında hem kendilerini hem de karşı tarafı etkilemektedir. Şiirin iktidarı asla kaybolmaz ama devletlerin iktidarı ise geçicidir.
Bedir savaşından sonra, Kâb bin Eşref adında Yahudi bir şair, Bedir’de ölen Mekkeli müşrikler için bir şiir söylemişti. Çevrede tesir uyandıran bu şiire karşı, Peygamberimiz, Hassan bin Sabit’e bir şiir yazmasını emretmişti. Hassan bin Sabit de, o Yahudi şaire karşı bir şiir yazdı. Şiiri o kadar etkileyiciydi ki Mekkeli müşriklerden hiçbiri, o Yahudi şairi evinde misafir etmeye cesaret gösteremedi.
İşte şiirin gücü, işte iktidarı etkileyen, insanları disipline eden güç, sözün ve yazının gücü. Hassan bin Sabit hazretleri hem İslam’dan önce hem de İslam’la şereflendikten sonra şiir söylemeyi ömrünce sürdürmüştür. Bir şiirinde diyor ki:
“Resulüllah’ın pak alnı karanlık içinde göründüğü zaman, ortalığa nur saçan, karanlığı yok eden lamba gibi görünür.” Hassan bin Sabit, Resulüllah efendimizin ayrıca akrabası da oldu. Mariye hazretlerinin kız kardeşi Şirin ile evlendi. Bir peygamber kendi yakınıyla evlendirerek şiire de şaire de dost olmuş oluyordu.
Peygamberimiz, “Muhakkak ki, Allahü teâlâ Resulünü övmek ve müdafaa etmek hususunda, Hassan’ı, Ruh-ül-kuds (Cebrail aleyhisselam) ile takviye etmektedir” buyurmuştur.
Hassan bin Sabit’in birkaç sözü de şiire uygun düşer.
“Kötü bir söz işittiğin zaman göz yum, af ile karşıla, onu dinlememiş gibi ol.”
“Kalplerinde buğz ve husumet taşıyan insanların içi, altında ateş yanarak kaynayan tencereler gibi devamlı kaynar. Buğz ve düşmanlık sebebiyle içlerinden ateş saçılır.”
“Zenginlik bana hayâyı unutturmaz. Dünyanın musibetleri huzurumu bozmaz. İnsanın namusu ve şerefi hiçbir leke ve yaraya tahammül edemez. Nasıl bir şişe kırıldıktan sonra tamir olmaz ise, insanın namus ve şerefi de öyledir.
Yine peygamberimiz Kusva isimli devesiyle giderken hem şiirler söyleyen, hem de devesini çeken şair Abdullah bin Revâha’dan başkası değildi. Bunu duyan Hazreti Ömer, efendimize saygısızlık yapıldığını düşünerek şairi susturmak isteyince Peygamber efendimiz “Ömer, bırak onu!”, “Düşmana karşı oklardan daha tesirlidir Abdullah’ın sözleri!” diye uyarıyordu.
Bu örnekler yüzyıllarca var oldu. Devlet kademelerindeki en üst yöneticilerin şiirle, sanatla uğraştıklarını, divanlara sahip olduklarını bilmekteyiz. Devlet başkanı sanatla, şiirle uğraşırsa devlet erkânından aşağıya doğru şiirin nasılda etkili olduğunu görebiliriz. Osmanlı sultanlarının çoğu sanatkârdır. Şairdir, musikişinastır, nakkaştır, hattattırlar. O nedenledir ki şairler saraylara yakınlaştırılmışlar, davet edilmişler, ilgi ve şiirleri iltifat görmüştür.
Sevgili Peygamberimiz şairlerle ilgili aşağıdaki ayetler indiğinde;
“Şairlere (gelince, onlara) azgın sapıklar uyarlar. Görmez misin onlar, her vadide şaşkıncasına yürür dururlar. Gerçekten onlar yapmayacaklar şeyleri söylerler” (Şuara: 26/224-226) ayetleri nazil olduğunda
Hassan b. Sâbit, Abdullah b. Revâha ve Ka’b b. Mâlik ağlayarak Hz. Peygamber’e geldiler ve
“Ey Allah’ın Resulü! Allah Teâlâ bu ayetleri indirirken elbette ki bizim şair olduğumuzu biliyordu” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber;
“Ancak iman edip salih ameller işleyenler, Allah’ı çokça ananlar, zulme uğratıldıktan sonra kendilerini müdafaa edenler müstesnadır…” (Şuara: 26/227) ayetini okuyarak; “İşte Allah’ı çokça ananlar ve zulme uğratıldıktan sonra kendilerini müdafaa edenler sizlersiniz” buyurdular. İbni Kesir, Tefsir III/354 en bakılabilir.
Şuara suresinin son ayetleridir. Burada şiirin ve şairin tasnifini Âlemlerin Rabbi olan Allah belirlemiştir. Hüküm böyledir. Bu hüküm üzerinde farklı yorumlar ya da hükümler ortaya koymak demokrasinin sağa sola çekilmesini çağrıştırır. Allah(cc) bir konu hakkında hüküm vermişse o hükmün dışında hüküm ortaya konulamaz. Allah Resulünün, hükmü açıklayıcı hadisleri insanlığın, ümmetin anlaması içindir. Şiiri ulaşılmaz bir Ankaya benzetmek mümkündür. Zor iştir ve Allah istediği kullarına farklı kabiliyetler lütfetmiştir. Hassan bin Sabit, Abdullah bin Revaha, Kab bin Malik, Yunus Emre, Mevlana Celaleddini Rumi, Şeyh Galip, Fuzuli, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Mehmet Akif İnan’a, Erdem Bayazıt gibi şairler ayette bahsedilen guruba dâhildir. Farklı söyleyebilme, algılayabilme, etkileyebilme özelliği verilmiştir.
DEVAMI GERÇEK TARİH DERGİSİ MAYIS 2022 SAYISINDA