tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Recep Garip

Şair-Yazar-Ressam

    Yeni Yüzyıl, Türk’ün yüzyılıdır

    31.01.2023
    A+
    A-

    Asırlar gelip geçer daima seni söyler
    Tarihin altı da üstü de hep seni söyler
    Hudutsuz rüzgârlarla nazlı dalgalanışın
    Surlarda açılan delikler hep seni söyler


    Son devletimizin üzerinden tamı tamına yüzyıl geçti. Bu yüzyıl geçmişle gelecek arasında, dünle bugün arasında müzakereleri mecbur kıldı. Bu bize köklü bir medeniyetin, köklü bir kültürün ve derin bir tarihin yükünü hatırlattı, hatırlatmayı sürdürüyor. Kuşku yok ki medeniyetler inşa edebilmek için; düşünce, sanat, fikir, kültür birikim ve tarihine sahip olmak icap eder. Böylesine köklü, böylesine devletler üstüne devlet inşa etmiş, yeryüzünde başka bir topluluk, böyle bir millet yoktur. Bu millet tarihe şan veren Türk milletidir. Buna sebeptir ki merhum Mehmet Akif’in; “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” duasının sırrı buradadır. Yeri gelmişken ifade edelim ki bizim İstiklal Marşımız, sınırsız topraklarda yaşayan kardeşlerimizin de İstiklal Marşıdır. Gün gelir bu topraklarda sürüp gelen uyanış dilinden, dininden, ahlakından, imanından vatan ve bayrak sevgisinden hiçbir şey kaybetmeden birlik ve beraberlik içinde olduğu görülür.
    Sınırsız toprakların sahibi olduğunu unutmadan, geçen yüzyılın muhasebesini elbette yapmalıyız. Mahkûm edildiğimiz sınırlandırma bütün kuşatmalarıyla bir mahkûmiyettir. Kültürel mirastan başlayarak, edebiyatın, ilmin ve sanatın bütün türevleriyle iğfal edildiği bir mahkûmiyetten bahsediyoruz. Dil, din, gelenek, görenek, tarihi ve coğrafi alanlarıyla tersyüz edilmiş, geçmişinden koparılmanın getirdiği bir sendeleme-uyuşma-kopuş-kaybediş-zehirleniş vs. bütünüyle hafıza, inanç, kültür kaybıyla emperyal bir istilanın varlığının ifadesidir. Böylesine bir istila altında yenilenme, dirilme, kıyam ediş için geçen yüzyılların işaret taşları önemlidir. Artık yeni bir yüzyıla giriliyor. Bu yüzyıl ve bundan sonraki yüzyıllar Türk’ün yüzyıllarıdır. Bu toprakların sahipleri sefer için hazırlıklarını tamamlayarak yeniden atlarına binmiş yola çoktan çıkmışlardır.
    Yeryüzü seni bekler
    Cihan toprağı seni bekler
    Dağlar, taşlar hep seni bekler
    Sür atını akıncı kıtalar hep seni bekler

    Milli Mücadele’nin 100.yıldönümüne erişildiğinde devletin, toplumun, bireylerin, ilim ve sanat erbaplarının öykünmeden vazgeçip, kendi köklerimizden yenilenmenin, dirilmenin, yeniden kendini idrak etmenin, sınırsız iklimlerdeki tarihi emanetin farkına varmanın esenliği içindeyiz. Mutluyuz ve elbette mazimizden, inşa ettiğimiz tefekkür medeniyetiyle asli şahlanışın arifesindeyiz. Bu durum bize, misakı milli dışındaki coğrafyanın varlığından haberler taşımaktadır. Büyük millet ve devlet olmanın şuurunu bizlere haber vermektedir. “Büyük Cihan Devleti Türkiye”, on üç bin beş yüz yıldır sürüp gelen milletimizin tarihteki son devletidir. Yeniden düşünceden, sanata, şiirden edebiyata, ilimden irfana, yeniden tarihin sesine, nefesine, yayından okuna, bütün cepheleriyle bilinenlerin ötesinde bir kuşanmışlık asaletiyle cehdederek yüzümüze, yüreğimize, aklımız ve gönlümüze şehadet ışıkları vurmaktadır.
    Tarihinde esareti reddetmiş, haksızlıklara boyun eğmemiş, adalet terazisi her daim haktan yana olmuş, inancın düşünceye ve hayata etle kemik gibi kaynaştığı bir milletten bahsediyoruz.  Milletimizin asaleti inancından, imanından, toplum ahlakından, birlik ruhundan kaynaklanır. Asırların birikimlerini, tecrübelerini, deneyimlerini devrederek günümüze ulaşmış olmanın elbette ki sorumluluğu büyüktür. Son iki asırdır coğrafyamızda, tarihi kırılmalarımızda yaşanılmış olan tecrübeler kuşkusuz günümüzü de şekillendirmektedir. Tarihi, edebiyatçılar, kültür ve sanatkârlar inşa eder. Fetihler olmadan tarihi yazamazsınız. Ordu fetihler yapar, seferlerden seferlere sınırsız topraklara ay yıldızlı bayrağımızı ulaştırmak için her türden stratejiyi uygular ve tarihi münevverler yazar.
    “Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes
    Ey kahbe rüzgâr artık ne yandan esersen es”

    Asırlara hükmetmiş, Dede Korkut, Fergani, Abdulhamid İbn Türk, Farabi, Biruni, İbni Sina, Gazali, İbni Rüşt, İbni Arabi, Şemsi Tebrizi, Mevlana, Yunus Emre, Akşemsettin, İbni Haldun, Hacı Bektaş’ı Veli, Hallacı Mansur, Kâtip Çelebi, Mimar Sinan, Piri Reis, Fuzuli, Şeyh Galip, Ali Kuşçu, Matrakçı Nasuh gibi düşünce, sanat ve tefekkür dünyamızın öncüleridir. 
    Dün ne kadar münevverlerimiz varsa, bugün de emperyalizme karşı en büyük silahın kültür, sanat ve düşünce dünyamızı inşa eden ilim, irfan, sanat mensuplarımızın olduğu tartışılmaz. Buna sebeptir ki en çok edebiyatçıların, fikir ve düşünce mensuplarının, sanatkârların toplumda kabul gördüğü kadar evrensel insanlığa yol gösterecek projelerin sahipleri de olmalıdır. Büyük devletler, medeniyetler inşa etmiş olan toplumların insanlığa bıraktıkları en önemli miras kültürel mirastır. Ürettikleri eserlerin yüzyıllar geçse de hala insanlığa yol gösteriyor olmaları büyük rüyaların, ufukların, hedeflerin, hayallerin sahipleri olduğuna da işaret eder.
    Son yüzyılın yıldızlarından bir kaçını zikretmekte yarar görmekteyim; Salih Zeki, Ömer Hayyam, Hamamizâde İsmail Dede Efendi, Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç, Cahit Arf, Yusuf Memmedaliyevi, Ord. Prof. Hulusi Behçet, Feza Gürsey, Prof. Dr. Behram Kurşunoğlu, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal, Nurettin Topçu, Necip Fazıl Kısakürek, Cemil Meriç, Aziz Sancar, Sezai Karakoç gibi birçok kalem sahibinin, düşünce ve tefekkür sahibinin mevcut olduğunu, nice isimlerini zikredemediğimiz medeniyet inşacılarının bulunduğunu da ifade etmiş olalım. Geçmiş yüzyılları aydınlatan münevverlerden az değildir son yüzyılımızın münevverleri. Yalnızca zirveden aşağıya doğru hırpalanmanın sersemliği söz konusudur ki bu da artık gerilerde kalmış dünya insanlığı için önemli adımlar atan büyük devlet bilinci yeniden köklerinden gövdeye su vermeyi başarmıştır. TOGG yola çıkmış, Yusufeli Barajı görkemli devlet gücüne işaretler kondurmuştur.
    Milli dayanışma, beraberlik, kalkınma; aynı ruh ikliminde, aynı inanç merkezinde, aynı ülkü etrafında toplanmış milyonların oluşturduğu İstiklal duygusunun tezahürüdür. İstiklal, birliğin, beraberliğin, ahitleşmenin, kardeşliğin sınırsız ümmet coğrafyasındaki varlığını idraktir. Tarihin, kalbinin, sesinin, nefesinin, izanının yeniden diriliş hamleleriyle idrakidir. Uyanmıştır uyanması gereken. Asaletli ruh gövdeyi yeniden dirilişe hazırlamıştır.
    Bir diriliştir yeniden toprağı delen
    Bir diriliştir hergün yeniden doğan güneş

    Anadolu coğrafyası misakla anlatılamaz. Sınırlarla hapsedilemez. Ötüken’den, Tanrı Dağı’ndan, Çin Seddi’nden, Buhara’dan, Semerkant’tan, Endülüs’ten, Kudüs’ten, Afrika’dan, Türkistan’dan sesler, yankılar, duyuşlar, hasretler biriktirmiştir yüreğimiz. Aynı hamurun, aynı sevdanın, aynı demirin suyuyla yıkanmışlar, mazlumların, yoksulların, kimsesizlerin, yerinden yurdundan sürgün edilenlerin sahibi olmuş bir Anadolu ruhundan bahsediyoruz. Bu bahsettiğimiz ruh iklimi, Kuran ve sünnet ikliminden beslenmiş kadim anlayışlarla sırlanmıştır. Ufuk alabildiğine aydınlık, sınırsız ve sonsuz duyuşları söylemektedir. Her yeni gün, yepyeni muştularla güneşin, mevsimlerin getirdiklerini bu toprakların şehadet aşkını, hilal ve yıldıza müştaklığını, kardeşliğini, özgürlüğünü haber vermektedir.  
    Yeni yüzyıl, Türk’ün yüzyılıdır
    Turan ülküsü ve turan ordusu kıtalar dolaşmaktadır şimdi.  Hedeflerden hedeflere işaret taşlarını yerleştirmiş ve yeniden insanlığın umudu olmuştur. İki bin yirmi üçten, iki bin elli üçe, iki bin yetmiş bire istikrarla, yekvücut halde ilerlemektedir. “İlk hedefiniz Akdeniz” muştusu, denizlerin sınırsız, sonsuz ulaştıkları toprakları, kıtaları haber vermektedir. “Ya istiklal, ya ölüm” andı ise bu toprakların sahiplerinin en taze duygularıdır. Yol, şehadet yoludur. Şehadeti özleyen Türk milletinin özgürlük ahdi Peygambere (as) âşık bir millet olmasından ileri gelir. Mehmetçiktir bizim ordumuz. Bizim ordumuz Muhammed ordusudur. Bu duyguyu Mehmet Akif Ersoy bizlere şöyle terennüm eder;
    “Nerde Ertuğrul’u koynunda büyütmüş obalar?
    Hani Osman gibi, Orhan gibi gürbüz babalar?
    Hani bir şanlı Süleyman Paşa? Bir kanlı Selim?
    Ah, bir Yıldırım olsun göremezsin, ne elim!”

    Tarihin sesi, geleceği söyler. Mesele, bu sesi sadece duymak değil, gereğini yapmak, gereğince hazırlanıp, insanlığın nefes almasını sağlamak, tebliğ dilinin kuran ve sünnet ışığında yeniden mamur hale dönüştürülmesidir. İhalar, Sihalar, Kızılelmalar yalnızca görünenlerdir. Yeniden öze dönüş,  kalbine, gönlüne, köklerine, yani asrısaadetin evreninden beslenmeye dönüştür. İstiklalin yüzüncü yılında, diriliş uygarlığı haline gelmek mecburiyetindeyiz. Yabancılaşmalardan, istilalardan, siyonist engellerden emperyal düşüncelerden uzaklaşarak kendi tarihi değerlerimizle buluşmaya, kendi inançlarımızdan, değerlerimizden, kültürümüzden ve imanımızdan beslenmeye mecburuz. Bu kadim toprakların altı da üstü de, havası da suyu da, ayı da yıldızı da, gecesi de gündüzü de vatandır. Cennet vatan dediğimiz toprakların dili de, dini de, irfanı da, ilmi de, bilimi de, tekniği de, geleneği de, huyu da, suyu da, ahlakı da, adaleti de her şeyiyle vatandır. Ziya Osman Saba, “Bu Sakin Öğle Vakti” şiirinde ne güzel anlatıyor bu duyguyu;
    “Bu sakin öğle vakti… Mevsim taze, gün ılık,
    Bir dersten çıkmış kadar içimde bir ferahlık
    Yeniden yapraklanan şu çınarın gölgesi,
    Şu beyaz minareden dökülen ezan sesi
    Şu yosun tutmuş çeşme, her bir taş servilikten,
    Bana bahsediyorlar en sonsuz iyilikten
    Cedlerimin mermerde seyrettiğim yazısı
    Bir saatin vuruşu, günün henüz yarısı
    Çocukların koşuşu, kuşların dem çekişi
    Mesut ediyor beni vatanımın güneşi”

    Yeni yüzyıl, yeni doğumların yüzyılıdır. Bu karanlık atmosfer güneşin doğuşuna işarettir. Dünya eskisi kadar büyük değildir. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna her gelişme saliselerle takip ediliyor. Her olayın, her karmaşanın, her tuzağın, her kurgunun çözümlendiği, izlendiği, görüldüğü, tahlil edildiği, doğrusunun anlaşıldığı, karanlıkların aydınlıklara doğru yol aldığı bir döneme girildi. Bu dönem, coğrafyamızın, tarihimizin, kültürümüzün, inancımızın, vasıflarımızın insanlığa umut olduğu bir dönemdir. Kurtuluş İslam’dadır ve kardeşlik anlayışının yeniden tesisiyledir. Erdem Bayazıt’ın ifadesiyle;
    “Sabır, savaş, zafer
    Adım Müslüman”.

    Cahit Sıtkı “Memleket İsterim” diyor ya aynen öyle söylüyoruz işte;
    “Memleket isterim
    Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun
    Kuşların çiçeklerin diyarı olsun
    Memleket isterim
    Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun
    Kardeş kavgasına bir nihayet olsun
    Memleket isterim
    Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun
    Kış günü herkesin evi barkı olsun
    Memleket isterim
    Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun
    Olursa bir şikâyet ölümden olsun”

    Şairleri böyle seslenen bir milletin inşa ettiği düşüncede “şiir medeniyeti” vasfı, hak edilmiş bir vasıftır. Yeryüzü insanlığının barış ve özgürlüğü, milletimizin ümmet bilincini önde tutmasıyla, ittihadı İslam mefkûresini hilal ve yıldızla taçlandırmış olmasında aramalıyız. Bunu insanlık mutlaka fark edecektir. Fark edilir olmak, gökteki yıldızlar gibi şölen sahibi olmayı gerektirir. Son iki yüzyıldır kırılmanın, yenilenmeye, dirilmeye, kıyam edişe zemin olduğu muhakkaktır. Yeniden varoluş mücadelesinde geçirdiğimiz yüzyılın önündeki engelleri bertaraf edebilmek için; ortak dile, dine, anlayışa, kültüre, tekniğe, bilime, hikmete, pazara, paraya, ekonomiye yön verilmesi mecburiyettir. Artık su yükselmiş, güneş göğümüzü aydınlatmıştır. Milli anlayışımızın, kavrayışımızın, yenilenişimizin, duruşumuzun, asaletimizin, ahlakımızın, kardeşliğimizin önünde kimse duramaz. Bu böyle bilinmeli, ona göre tedbirler almayı, planlamalar yapmayı, geleceği inşa eden devlet adamlarıyla münevverlerin dayanışmasını daha çok güçlendirmeliyiz.
    Mehmet Akif Ersoy bakın ne diyor cümlemize; 
    “Vatanın takati yoktur yeniden ihmale
    Doludizgin gidiyor baksana izmihlale!
    Ey cemaat, uyanın, elverir artık uyku!
    Yok mu sizlerde vatan namına hiçbir duygu?”
    Ve ardından şöyle hatırlatıyor;
    “Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
    Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak”

     
    Nazım Hikmet ise şöyle içleniyor;
    “Memleketimi seviyorum
    Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım
    Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
    Memleketimin şarkıları ve tütünü gibi

    Memleketim
    Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya
    Kurşun kubbeler ve fabrika bacaları
    Benim o kendi kendimden bile gizleyerek
    Sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir

    Memleketim
    Memleketim ne kadar geniş
    Dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana
    Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum
    Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum
    Ve güneye pamuk işleyenlere gitmek için
    Toroslardan bir kere olsun geçemedim diye utanıyorum”

    Artık bütün emperyalist, siyonist, kapitalist dünya biliyor ki; İttihadı İslam mefkûremiz, dünyanın dört bir yanında hareket halindedir. İnsanlık huzur bulsun isteniyorsa Kudüs özgür olmak mecburiyetindedir. Kudüs özgür olmadan insanlık huzur bulmaz, özgür olmaz. İstanbul’un, Diyarbakır’ın, Konya’nın, Şam’ın, Yemen’in, Afrika’nın, Türkistan’ın, Eritre’nin, Mora’nın, Keşmir’in, Kerkük’ün, Semerkant’ın, Buhara’nın nefes alması, Kudüs’ün özgür olmasına bağlıdır. Son yüzyıl, Büyük Cihan Devleti Türkiye’nin yüzyılıdır. Kırım’ın, Kazan’ın, Kıbrıs’ın, Libya’nın, Suriye’nin, Irak’ın, Mekke’nin, Medine’nin vahdet bilinci bu ittihada bağlıdır. Yeniden birlik olmaya, kardeşlik ahitlerimizi tazelemeye, atılan adımlar daha da yoğunlaştırılmalı, Mısır’la, İran’la, Afrika’yla kardeşliğimizin, beraberliğimizin vazgeçilmezliğiyle kıyamda olmaya bütün insanlığın bunu beklediğine kaniyiz. Meselemiz Ümmet bilincidir, ümmetin kardeşliğidir. Bunu sağlamaya Türkiye muktedirdir. Afrika duası şiirimizden kısa bir bölümle sözü noktalayalım;
    Geceye kesmiş gözlerinle bakıyorsun ya Bilal
    Ayı tut, güneşi uyut, yıldızları büyüt Bilal
    Bilal, Efendimiz geliyor, Gül yüzlümüz geliyor
    Ebubekir ile Ömer geliyor
    Ali ile Osman geliyor
    Hasan ile Hüseyin geliyor
    Bir baksana Bilal, Ammar geliyor, Selman geliyor     
    Bir çığlığa bürünmüş yeryüzü
    Allah Allah, Allah Allah, Allah Allah 

    Kuşkusuz bize seferde olmak emredildi. Sefer bizden Tevfik Allah’tandır vesselam.

    RECEP GARİP

    Gerçek Tarih Ocak 2023 sayısında yayınlanmıştır.

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.