Geleneksel ve modern entelektüelin iktidar ve güç ilişkilerindeki dönüşümü
(Âlimden entelektüele dönüşen entelektüel imgesi)
Entelektüel, dünya tarihinin kuşkusuz en tartışmalı kişilerinden biridir. Zamana ve mekâna göre kalıba sokulan her toplumun her ideolojinin ve hatta her yazarın kendine göre tanım atfettiği; kimilerinin aydın kimilerinin de intelenjisiya olarak isimlendirdiği ancak herkesin kendi anlayışına göre yonttuğu kavram, tarihsel süreç içerisinde önemli değişimlere uğramıştır. Birazda toplumdaki siyasal ve sınıfsal yapının belirleyiciliği altında şekillenen kavramın, ne yazık ki üzerinde mutabık kalınmış ortak evrensel bir tanımı bulunmamaktadır. Öyle ki entelektüel karşımıza aklıyla geçinen kişi olarak çıkabileceği gibi Said’in deyimiyle içinde bulunduğun toplumun sürgünü ve marjinali ya da Dreyfus davasında kamusal olanın karşısına gözünü kırpmadan dikilen kişi olarak ta boy gösterebilir. Kavramın kendisi dinamik bir kere. Zaman ve mekânın yüklediği misyona göre şekilleniyor birazda. Bundan dolayıdır ki entelektüeli tanımlamak için yapılacak her tarif bir yönüyle eksik kalmaya mahkûmdur.
Modernite öncesi dönemde daha çok bilge kişi (sahip olduğu bilgi bakımından halktan ayrılan kişi ) veya şümullü dini bilgiye haiz kişi (rahip veya ulema) görünümünde olan entelektüel büyük bir saygı ve hürmete mazhar olan kişiydi. Sahip olduğu şey onu genel halk kitlelerinden ayırdığı gibi ona kimliğini bahşeden şeydi. Bilginin kaynağının tanrı olması, bilgiyi kuşanan kişinin hem halk ile olan ilişkisini hem de otorite karşısındaki konumunu belirliyordu. Bilginin ilahi olması ve entelektüelden menkul olmaması, entelektüeli bilgi karşısında son derece hürmetkâr bir pozisyon almaya zorladığı gibi bilginin entelektüelin kişisel kazanç aracı olmanın da önüne geçiyordu. Dolayısıyla bu dönem için bilginin kaynağı ve bilgiye atfedilen değer, entelektüeli ve entelektüelin vasıflarını da bir boyutuyla belirlemekteydi. Bu yüzdendir ki bizde entelektüeli tanımlamak için münevver ifadesi kullanılmıştır. İlahi olandan zuhur eden, kişiye hak ile batılı birbirinden ayrıma feraseti sağlayan nur kelimesinden gelen “münevver”, salt bilgiyle donanmış ve dünyevi bir entelektüel tipini tarif etmek yerine, içerisinde ilahi olanı da barındıran ilahi iradenin sunduğu imkân sayesinde bilgiyle kuşanmışlığı temsil ediyordu. Mevcut bu durum diğer bir ifadeyle bilginin emanetçisi konumundaki entelektüele, hakikatin bir temsilcisi olarak otorite karşısında sesinin daha gür çıkmasına ve halktan yana tavır koyma imkânını sağlıyordu. Aynı durum entelektüelin o dönem için batıdaki karşılığı olan rahip içinde geçerliydi. Cemil Meriç’e göre rahip, bir kurtuluş müjdecisi olmasının yanında toplumu küllerinden yeniden inşa eden bir mimardı. İnsanlara tanrıya tevekkülü, sabrı, iyiliği, alçak gönüllüğü, şefkati öğreten rahip; Roma yönetiminin baskısından bunalanlara nefes olduğu gibi barbar akınlarından yılmış halk kitlelerinin elinden tutup onlara umut ışığı olmuştu. Büyük kargaşaların meydana getirdiği yıkıntılardan kurtardıklarıyla yeni bir medeniyet inşa eden rahipler uzun yıllar boyunca mazlum halkların sığınağı olmuşlardı. Tıpkı haçlıların yakıp yıktığı Moğolların harabeye çevirdiği dönem Anadolu’nun yeniden dirilmesine ön ayak olan Anadolu’nun ruh mimarları Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş, Hacı Bayram, Cemalettin Aksarayi gibi. Aslında hem batıda hem de doğuda dönemin bilgi anlayışı, geleneksel entelektüel tipinin otoriteyle bir patronaj ilişki içerisinde olmasını engellemekle kalmamış entelektüele bağımsız, özgür bir kişiliğin yanında halkın ve hakikatin yanında konumlanma pozisyonu da sağlamıştır.
Entelektüelin bu kadar tartışmalı hale gelmesi ise aydınlanmayla birlikte gelişen yeni anlayışın entelektüel imgesi üzerinde meydana getirdiği dönüşümle olmuştur. Hakikate ulaşma yolu olarak duygular yerine aklı koyan, inanmak yerine bilmeyi önceleyen, akıl süzgecinden geçirmediği hiçbir şeyi doğru kabul etmeyen aydınlanma düşüncesi, başta entelektüel olmak üzere çok sayıda sosyal olgunun da yeniden üretilmesini beraberinde getirmiştir. Yeni durumla birlikte bilginin üretimi üzerindeki ilahi tekel kırılmış ve bizzat entelektüelin kendisi bilginin kaynağı haline gelmiştir. Bilginin dinden arındırılması modern manada seküler entelektüel tipini ortaya çıkarmakla birlikte; ortaya çıkan bu yeni tip mevcut düzende kendine yeni bir konum arama çabasına girmiştir. Vasıf ve işlevlerinin önemli bir dönüşüm yaşadığı entelektüel bilgiyi üreten kişi olarak sahip olduğu bilgiyi, nüfuz elde etmenin aracı olarak görmeye başlamıştır. Bu yeni dönem aynı zamanda entelektüelin güç ve iktidarla kurduğu ilişkinin yoğunlaşmaya başladığı dönem olmuştur. Mazlumların hamisi, ilahi olanın temsilcisi gibi geleneksel işlevlerinden uzaklaşan entelektüel artık kendi ihtiraslarının güdümü altındaki bir kişiliği temsil eder hale gelmiştir. Şüphesiz bu ihtiraslar, güç elde etme, kişisel çıkarını önceleme şeklinde belirdiği gibi entelektüelin onur ve haysiyetini koruma şeklinde de ortaya çıkabilmektedir. Entelektüellere yönelik eleştirilerin büyük bir bölümünün çıkış noktası da burasıdır. Çünkü artık entelektüelin güç ve iktidarla imtihanı başlamıştır ve önünde sadece iki seçenek vardır. Ya hakikati söyleyecektir, ya da hakikati perdeleyecektir. Kuşkusuz sahip olduğu bilgiyi çıkar sağlama ihtirasına kurban ettiğinde eleştiri oklarının da hedefi olacaktır. Böyle bir durumda artık o davasına ihanet eden bir hain, kalemini pazarda satışa çıkaran bir tacir, gücün ve iktidarın emrindeki bir emir kulu olup çıkacaktır. Bu yüzdendir ki Benda kaleme aldığı meşhur eseri Aydınların İhaneti’nde gerçek entelektüelin bir tür ruhban sınıfı mensubu olduğunu, maddi imkânlar peşinden koşan, dünyevi güçlerle ilişkiler geliştirmeye çalışan bir kişi değil de ebedi hakikat ve adalet standartlarının bayraktarlığını yaptığını belirtir. Benda‘ya göre manevi avantajlar peşinde koşan entelektüel, bu dünyaya ait olmadığı gibi bu dünyanın krallığını da istemez, Said’in de deyimiyle o aslında bir sürgündür.
SALİH GÜNAY