Müslümanların özlerinden neşet etmiş yeni bir modernizme ihtiyacı vardır
(Gerçek Tarih) – Başta Modernizm ve İslam çerçevesinde olmak üzere, Muhammed Âbid el-Câbirî, felsefi konularda birçok eserler üretti. Arap-İslam düşünce mirasının felsefi temellerini çözümlediği yirmiyi aşkın matbu eseri, aralarında Türkçe’nin de olduğu birçok yabancı dile çevrilmiş eserleri de olan Muhammed Âbid el-Câbirî, düşünce dünyasının önemli isimlerindendir. Modern çağda İslam dünyasının derin bir düşünce krizi ile karşı karşıya kaldığını ifade eden Câbirî’ye göre Müslümanlar kendi özlerinden neşet etmiş yeni bir modernizme ihtiyaç duymaktadır. Aksi takdirde bu boşluğu Batı modernizmine ait tüketim araçlarının şekillendirmesi kaçınılmaz bir durum olacaktır.
“Mağrib’den yükselen bilge ses: Muhammed Âbid el Câbirî” başlığıyla gzt.com/mecra’dan Muhammed Harun Saygılı portresini ve düşünce dünyasını şöyle özetliyor:
Muhammed Âbid el-Câbirî, 27 Aralık 1936 tarihinde Fas’ın kuzeydoğusunda bulunan Figuig şehrinde dünyaya geldi. Anadili Berberice idi. İlkokulda Arapçayı öğrendi. 1967’de Rabat’taki Külliyetü’l Adab’tan (Rabat Üniversitesi Edebiyat Fakültesi) felsefe diplomasını ve 1970’de de doktorasını aldı.
Arap-İslam düşünce mirasının felsefi temellerini çözümlediği yirmiyi aşkın matbu eseri, aralarında Türkçe’nin de olduğu birçok yabancı dile çevrilmiştir.
74 senelik ömrünün son 10 yılını ayırdığı Fehmü’l Kur’an isimli bir de tefsir çalışması bulunmaktadır. Câbirî bu tefsir çalışmasının mottosunu “siyer eşliğinde Kur’anı anlamak” olarak koyarak ilahi hitaba ne tür bir okuma metoduyla yaklaştığını da göstermiştir.
Câbirî, gençlik yıllarında Arap dünyasında sol bir politik ajandanın savunucuları arasında yer almıştır. İstiklal Partisi’nin sol üyeleri olarak arkadaşlarıyla birlikte 1959’da partiden ayrılmış ve UNFP (Halk Gücü Sosyalist Birliği) hareketinin aktif mensuplarından olmuştur. Sosyalist ve İslamcı kimliği ona nevi şahsına münhasır bir kimlik kazandırmıştır.
Arkadaşlarıyla çıkardıkları Tahrir Gazetesi 1963 yılında hükümet tarafından yasaklanmış ve Câbirî bu süreçte tutuklanarak 2 ay hapiste kalmıştır. Hapisten çıktıktan sonra Aklam Dergisini çıkarmaya başladı. Makalelerini ve görüşlerini bu dergide yazmayı 1983 yılına kadar sürdürdü.
Hem Batı felsefesini ve hem klasik İslami ilimleri bilen Câbirî çalışmalarında bu iki kaynaktan da faydalanmıştır.
İslami düşünce boyutuna geldiğimizde Câbirî’nin, tarihsel anlamda, klasik batı felsefesi ve klasik islâmî ilimlerin her ikisine birden olan vukufiyeti, ona, en öncelikli mesele olarak ele aldığı gelenek-modernizm çatışmasına dair oluşturulacak gerçekçi bir yeni dili, iki tarafıyla da irdeleme imkânı tanımıştır. İslam dünyasında modernitenin etkilediği değişiklilerden dinin uygulanma biçiminin de azade kalamayacağını söylemiştir.
Ona göre dini yaşam; kültürel, politik, ekonomik, coğrafi vb. dış etkilere karşı sınırsız bir dirence sahip olsaydı Fas’taki yahut Malezya’daki, Türkiye’deki yahut Hicaz’daki veya sair coğrafyalardaki dini yaşamın birbirinin kopyası olması gerekirdi. Hakikat ise bunun tam tersiydi.
İslam dünyasının bir düşünce krizi ile karşı karşıya olduğunu söyleyen Câbirî bu krizi aşmak için hem gelenekten hem de çağdaş bilimlerden faydalanılması gerektiğini düşünür.
Câbirî modern çağda İslam dünyasının derin bir düşünce krizi ile karşı karşıya kaldığını ifade etmektedir. Ona göre Müslümanlar kendi özlerinden neşet etmiş yeni bir modernizme ihtiyaç duymaktadır. Aksi takdirde bu boşluğu Batı modernizmine ait tüketim araçlarının şekillendirmesi kaçınılmaz bir durum olacaktır.
Câbirî, islami geleneği ve düşünce mirasını günah keçisi ilan eden kolaycı ve sıradan bir modernist değildir.
Öyle ki yazılı İslam geleneğini büyük bir uluslararası fuara benzetir. “Eğer büyük bir fuardan elimiz boş çıkıyorsak, bu ne alacağını bilmeyen bizlerin kusurudur” şeklinde veciz bir ifade ile gelenekten beslenmenin yeniden uyanış olarak nitelendirdiği ameliyedeki önemine dikkat çeker.
Bir başka veciz anlatısı ise şu şekildedir:
“Hayatı boyunca bütün çabasıyla bir bakkal dükkanı açabilmiş bir baba ölüm döşeğinde iken evlatlarına vasiyet verir: Tüm gayretlerimin meyvesi olan bakkal dükkanıma sahip çıkın! Babanın vefatından sonra evlatlar ikiye bölünmüştür. Bir kısmı ‘sahip çıkma’ görevini bakkalı olduğu gibi korumak olarak anlamıştır. Bir kısmı da ‘sahip çıkma’ görevini bakkalı daha iyi işleterek zenginleştirmek ve daha kurumsal bir ticarethaneye dönüştürmek olarak anlamıştır.”
Geleneğe bakkal babanın hangi evlatlarının zaviyesinden sahip çıkacağımız İslam dünyası olarak önümüzde duran derin bir soru işaretidir.
Câbirî’ye göre bugün Müslümanların kendi zamanlarına uygun selefin eski gidişatını tamamlayacak yeni bir yaşantı tarzını oluşturup ondan da gelecek nesillerin kendilerine özgü yaşantı biçimlerini kurma konusunda ilham alabilecekleri dipdiri bir pratik örneklik oluşturmaları gerekmektedir.
Bu çağdaki her şeyin, her günün ve her saatin selefin değil halefin çağı olmakta ısrar ettiğini söyleyen Muhammed Âbid el-Câbirî, 2010 yılında Fas’ın Dâru’l Beydâ [Kazablanka] şehrinde vefat etmiştir.
gercektarih.com.tr