Tasavvuf neden “İslâm Mistisizmi” değildir-1
Tasavvufu “İslâm mistisizmi” olarak nitelemek âdet haline gelmiştir. Bu nitelemeyi doğru sayabilir miyiz? Meseleye başka bir yönden bakıldığında mistik kelimesi ile aynı kökten gelen mistisizm kavramı gerçekten mistik olmakla aynı anlamı taşıyor mu? Batıda bu kavramın gelişimi nasıl? Bu kavram analizinin bize dönük tarafına bakarsak, tasavvufu mistisizmle eşitleyen yaklaşımın bizde yaygınlaşması modernleşme tecrübemizin bir ürünü olabilir mi?
Aslında böyle bir yazıyı bu aralar yazmayacaktım, yazsam da yazıya böyle giriş yapmayacaktım. Dergimizin Mevlânâ ağırlıklı olan “Dostluk” başlıklı bir önceki sayısında tasavvufu mistisizmle eşitleyen bir yazıya rastlayınca bir an önce böyle bir yazı yazmak, daha sonra yazmayı planladığım yazının yapılandırmasında da ciddî değişiklikler yapmak gerektiği kanaatine vardım. (Yazarın adını vermeyeceğim, geçen sayıyı bu gözle inceleyenler yazıyı fark edeceklerdir. Zaten asıl mesele yazar değil, kavram kullanımı.)
Konuyla ilgili tartışılması gereken meselelerin varlığına sadece bahse konu yazı işaret etmiyor. Yaygın hale gelmiş bir kabule dönüşen bir kavramsallaştırmadan söz ediyoruz. Bu sebeple mistiklik ve mistisizm kavramlarıyla bunların tasavvufla aralarındaki ilişki konusunu tartışmayı zorunlu görüyorum. Bunu yaparken önce Cumhuriyet Türkiye’sinde tasavvuf tarihi olarak 2000’li yıllara kadar kaleme alınmış kitaplardan başka ulaşabildiğim kadarıyla İslâm düşüncesi üzerine yapılmış bazı çalışmaları da kronolojik bir sırada ele almaya gayret edeceğim. Devamında, yani bir sonraki yazıda ise Batıda mistisizmin anlaşılış biçimlerini gözler önüne sermeye çalışarak bu kavramın tasavvufu taşıyabilecek kadar güçlü bir kavram olup olmadığını sorgulayacağım. Yazının hacmi hayli büyüdüğü için mistisizm kavramının Batıdaki görünümüyle ilgili kısmını sonraki sayıya bırakacağım.
Meselenin oryantalistler tarafından ortaya atılan tasavvufun kaynağı tartışmalarıyla da ilgisi bulunduğu açık olmakla beraber, ben incelememde, bu meselenin beni çağıracağı o tuzağa düşmemeye çalışacağım ve o konuyu başka bir yazıya bırakarak, odaklanmayı vaad ettiğim mistisizm kavramından sapmamaya gayret edeceğim. Çünkü kavramın kullanımı bizim modernleşme tecrübemizin süreçleri içinde bir anlam ifade ediyor, süreçlere göre şekil alıyor ve dönüşüyor gibi geliyor bendenize! İşin pek de göremediğimiz garip tarafı, kavramın Batıda da bir dönüşüm geçirdiği gerçeği! Onu da yazının devamında ele alırız inşallah.
Aslında böyle bir yazıya kısmen bir giriş yapmıştım. Bu yazı o giriş yazısının bakış açısı ve kaynaklarının genişletilmesi ve geliştirilmesiyle şekillenmiş, ama hayli değişikliklere uğramaktan da kurtulamamış bir görünümünden ibarettir!
*
Her şeyden önce bahse konu yazıyı yazan yazarımızın mazur olduğunu belirtmem gerekiyor. Çünkü referans verdiği Erol Güngör’ün İslâm Tasavvufunun Meseleleri adlı eserinde böyle bir eşitleme mevcut. (Kitabın son baskısında yazıların daha önce dergilerde yayınlanıp yayınlanmadığına dair herhangi bir bilgi yer almıyor. Aramalarımda Milliyetçi Dergiler ve İslâmcı Dergiler veritabanlarından başka Türk Yurdu Dergisi’nin arşivinde de yazıların izine rastlayamadım, yazıların kitaplaşmadan önce daha başka bir süreli yayında yayınlanıp yayınlanmadığını gözden geçirmeye de maalesef zamanım yetmedi.) O halde konuya Güngör’ün kitabındaki bu pasajı ele alarak giriş yapalım.
*
Tasavvuf Tarihlerimizde Mistisizm-Tasavvuf İlişkilerinin Genel Görünümü Üzerine
Erol Güngör ilk olarak 1982 tarihinde yayınlanan İslâm Tasavvufunun Meseleleri kitabına başlarken konuyla ilgili şu görüşlere yer veriyordu:
Tasavvuf İslâm mistisizminin adıdır. İslâmî bir kavramı batılı mukabili ile değiştirmemiz bazılarına çok garip gelebilir. Nitekim bazı mutasavvıf mütefekkirler, özellikle René Guénon tasavvufla mistisizmin tamamen başka şeyler olduğunu, İslâm tasavvufunu bilmeyen batılıların bu iki şeyi birbirine karıştırdığını ısrarla belirtmişlerdir. Bunların Hıristiyan mistisizmi ile İslâm tasavvufu arasında yaptıkları ayrım esas itibariyle doğrudur, ileride bu farklılıklardan biz de bahsedeceğiz. Fakat burada bizim mistisizmden maksadımız Hıristiyan mistisizmi değil, belli bir iç tecrübe ve belli bir bakış tarzına felsefede verilen addır. Bu bakımdan Hıristiyan mistisizmi, Yahudi mistisizmi, Hindû mistisizmi ilh. gibi İslâm mistisizmi de vardır ve biz buna tasavvuf diyoruz.
Aynı sayfada Guénon’la ilgili şöyle de bir dipnot var:
R. Guénon’un bu konudaki görüşlerini İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nün değerli öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mustafa Tahralı, Kubbealtı Akademi Mecmuası’nın Ekim 1981 tarihli dördüncü sayısında “Fransız Müslüman Abdülvahid Yahya’nın Eserinde Tasavvuf ve Mistisizm Farkı” adıyla neşretmiştir. Titiz bir inceleme mahsulü olan bu makalede kıymetli bilgiler vardır. Maamafih, unutulmamalıdır ki Guénon’un Hıristiyan mistisizmi hakkında kabul ettiği noktalarda Batılı müellifler farklı fikirlere sahiptir.
Güngör’ün bu ifadelerine yazının sonraki bölümünde döneceğimiz sözünü vererek kendi tecrübemizi bir gözden geçirelim. Neden? Çünkü tâlihin cilvesine bakın ki, bu satırların yazarı da (yani bendeniz de) kendi tasavvuf hocasının 1985 tarihli Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi kitabının ilk baskısındaki Giriş’te yer alan “Mistisizm dinler arasında akıp giden bir ruh nehridir” cümlesini okuyarak akademik hayata ilk adımlarını atanlardan biriydi! Üstelik kitap belki de yazarının Nurettin Topçu’dan beslenmesinin etkisiyle İslâm Mistisizmi adlı bir başlık da içeriyordu. İlk baskıya başlangıç olan o cümle 2014 tarihli elimdeki son baskıda yer almıyor, ama cümlenin bu defa başlığa çekildiğini görüyoruz: Dinler Arasından Akıp Giden Bir Nehir! Üstelik kitabın ilk baskısından son baskısına kadar İslâm Mistisizmi başlığından önce Guénon’un Güngör tarafından da zikredilen tasavvufla mistisizm arasındaki farklara dair makalesi özetleniyor. Yani önce farklar zikrediliyor, sonra İslâm mistisizmi başlığı açılıyor.
![](https://gercektarih.com.tr/wp-content/uploads/2023/01/islam-tasavvufunun-meseleleri.jpg)
*
Güngör’ün tasavvufu İslâm mistisizmi olarak nitelemesinin ardındaki sebepler neler olabilir? Sorunun cevaplanmasına o dönemde yazılmış tasavvuf kitaplarından başlamak doğru olacaktır, sanırım. Türkiye’deki eski tarihli Tasavvuf Tarihi perspektiflerini ele alan Semih Ceyhan’ın çalışması Osmanlı’nın son döneminde Fuad Köprülü, Süleyman Nazif ve Bedevî şeyhi Nesib Efendi’nin farklı yaklaşımlarını karşılaştırır. Ceyhan bu çalışmasında Filibeli Ahmed Hilmi’nin ve Aynî’nin yaklaşımından başka, Sadık Vicdânî, Hüseyin Vassaf ve Harîrîzâde Kemâleddin Efendi’nin yaklaşımlarına da yer verir. Filibeli’nin yaklaşımı pozitivist yaklaşımlar karşısında Gazâlî ve İbn Arabî düşüncesini öne sürer. Aynî’nin yaklaşımı tasavvufu mistisizmle eşitler, diğer müelliflerin yaklaşımı ise tasavvufu tamamen kendi geleneği içerisinde ele alarak mistisizm kavramını gölgede bırakır. Meseleye sadece bizim ele aldığımız özel terim açısından bakarak Ceyhan’ın çalışmasında vardığı sonuçları şöyle bir zemine indirgeyebiliriz: Köprülü’nün perspektifi tasavvufla mistisizmin eşitlendiği bir yaklaşımı, Nazif’in yaklaşımı tasavvufu ahlâk olarak gören ve tasavvufî felsefe ile felsefî tasavvufu ayıran selefî yaklaşımı, Nesib Efendi ve diğer ehl-i tarîk benzerlerinin yaklaşımı ise mistisizm kavramına yer vermeden tasavvufun insanın temel niteliklerine bağlı olarak evrensel bir durumun Müslümanlardaki yansıması olarak görüldüğü geleneksel sûfî perspektifi yansıtır.
Türkiye’de tasavvuf tarihi yazımıyla ilgili olarak yapılan İlâhiyat alanı dışındaki son çalışmalardan birinde Hasan Karataş, İlâhiyat sahasındaki yazarlardan herhangi birini zikretmediği gibi, Osmanlı dönemindeki Köprülü dışındaki müelliflere de temas etmiyor. Bir tarihçi olan yazar Batılı metodolojilerden istifade ettiğine kanaat getirdiği isimleri zikrettiği için tasavvuf tarihi yazımında emeği geçen pek çok ismi bilinçli olarak göz ardı ediyor. Zikrettiği isimler de genellikle tarihçilerdir: Fuad Köprülü, Ömer Lütfi Barkan, Suraiya Faroqi, Ahmet Yaşar Ocak. Bunların tek istisnâsı İngiliz tasavvuf araştırmacısı Hamid Algar’dır. Ama yazar makaleyi daha çok Türk tasavvuf tarihçiliğinin temel ekseni olarak nitelediği Köprülü-Ocak odağında yapılandırmış. Bu perspektife sahip olanlar nazarında genellikle tasavvufla mistisizm aşağı yukarı aynı hakikatin farklı kültürlerdeki görünümlerinden ibarettir. Bununla beraber tasavvuf başka kültürlerin yoğun etkilerini taşır.
Şimdi Türkiye’de yazılan tasavvuf tarihi kitaplarını mümkün olduğu kadar kronolojik sıraya göre mistisizm-tasavvuf ilişkisi açısından ele alarak karşılaştırmaya çalışalım.
Güngör’ün kitabını yazdığı yıllardan çok önce Cumhuriyet Türkiye’sinde yazılan en eski tasavvuf tarihi kitabı Cumhuriyet’in ilanından sonraki yıl, yani 1341/1924 damgasını taşır. Kitap pek çok sahada telif ve tercüme eserler kaleme alan Nakşî-meşrep velûd müellif Mehmet Ali Aynî’ye aittir. Muhtemelen İstanbul Dârülfünûn İlâhiyat Fakültesi’nde ders kitabı olarak okutulan eserde tasavvuf ikiye ayrılır: İslâm’dan önce tasavvuf ve İslâm’da tasavvuf. Bu ayrıma neden ihtiyaç duyulmuş olabilir? Kitabın hemen başında “tasavvuf (mysticisme)” şeklindeki kavram kullanımı yazarın tasavvuf kavramını mistisizmle eşitlediğini gösteriyor.
Aynî’nin tasavvufla mistisizmi eşitleyen yaklaşımına karşılık aynı yıllarda yayınlanan diğer tasavvuf kitabı ise Rifâiye ve Nakşibendiye’den de icâzetli Hallaç Baba Dergâhı’nın Sâdî şeyhi Sadeddin Nüzhet Ergun’un Hüseyin Sadeddin adıyla yayınladığı İlm-i Tasavvuf adlı kitaptır. Ergun daha çok halk edebiyatıyla ilgili çalışmalarıyla tanınır. Halk Şairleri, Türk Şairleri, Bektâşî Şairleri, Halk Edebiyatı Antolojisi, Türk Mûsıkîsi Antolojisi gibi eserleri kültür tarihimizle ilgilendiğini gösteriyor. Birkaç cilt olarak planlanan, ancak tek cildi yayınlandığı için tamamlanamamış olan İlm-i Tasavvuf adlı kitabında tasavvuf denilince sadece Müslümanların mâneviyâtı kastediliyor. Ergun bu kitabında Batıya da mistisizme de en ufak bir îmâda bulunmuyor!
![](https://gercektarih.com.tr/wp-content/uploads/2023/01/islam-tasavvuf-tarihi.jpg)
Ehl-i tarîk iki müellifin hemen hemen aynı dönemlerde kaleme almış oldukları bu kitaplarında karşılaştığımız zikri geçen -eğer gerçekten var idiyse- görüş ayrılığı neye dayanıyordu acaba? Tasavvufu mistisizmle eşitlemek tercihi üzerinde meselâ Aynî’nin kendisinden tercüme yaptığı Massignon’un herhangi bir etkisi olabilir miydi? Diğer taraftan Ergun İlm-i Tasavvuf adlı eserini tamamlayabilseydi, acaba bu konulara da temas edecek miydi?
*
1924 yılından sonra 1940’lı yıllara kadar Türkiye’de tasavvuf tarihi yazımına rastlamıyoruz. Bunda Dârulfünûn İlâhiyat Fakültesi’nin 1933 yılında kapatılmasının büyük payı olmalı. Ne de olsa “mârifet iltifâta tâbîdir” diye bir atasözümüz var. Ama biz artık atasözleriyle konuşmayı unutmuştuk değil mi? Geçelim.
1946 yılında ilk baskısı yapılan ve Dârulfünûn’un kapatılmasından sonra açılan İstanbul Üniversitesi’nin Edebiyat Fakültesi’nin ders kitaplarından biri Hilmi Ziya Ülken’in İslâm Düşüncesi adlı eseridir. Ülken bu kitabında tasavvufun mistisizmle karşılaştırılarak anlaşılabileceğini söyler. Kaynakçamızda İslâm Sûfîleri adıyla verilen Nicholson’ın The Mystics of Islam adlı çalışmasına atıf yapan Ülken devamında şu cümleyi kullanır: “İslam mistisizmini -umumi olarak- Hıristiyan ve Hint mistisizmi ile mukayese etmek lazımdır.” Aslında bu yaklaşım ilk bakışta pozitivizmin hâkim olduğu bir dönemde zihinleri pozitivist tortularla yoğrulmuş insanlara mâneviyât olgusunu açıklamanın bir yolu gibi de gözüküyor. Aynı zamanda geçmiş kültürümüzden gittikçe uzaklaştırılan genç nesillere, bunlar arasında Edebiyat Fakültesi’ne gelen öğrencilere hitap etme yolu olarak böyle bir üslûba ihtiyaç duyulmuş olabilir. Daha sonra kültürel dönüşüm noktasında mevcut durumun normalleştiği ve buna bağlı olarak da söz konusu üslûbun genelleştiği anlaşılıyor.
Yazar kitabın ilerleyen kısımlarında ise sûfîlerin örnek olarak Hz. Peygamber’i gösterdiklerini, Mekkî âyetlere bakıldığında bunun doğru göründüğünü, fakat Medenî âyetlerde görünen durumun ise böyle olmadığını ifade eder. Ülken’in bu kitabında yer alan görüşlerin kendisinden sonraki pek çok yazarı etkilediği düşünülebilir. Tasavvufu mistisizmle eşitleyen kesimlerden bir kısmının Ülken gibi meslek itibariyle felsefe disiplinine mensup oldukları ve felsefeyi Batılı bir anlamda incelemeye tâbî tuttukları biliniyor. Öncesinde Köprülü gibi diğer bir eğilimin de meslekî açıdan tarihçi olup Batıdaki tarih metotlarını Türkiye’de uygulamaya koydukları anlaşılıyor. Sonraki nesillerde yer alan Erol Güngör de sosyal bilimleri aynı noktadan ele almıştır.
![](https://gercektarih.com.tr/wp-content/uploads/2023/01/ilmi-tasavvuf.jpg)
*
Eğer Melâmet kitabı gibi başka bir yazardan tercüme edilmediyse (!) 1948 yılında basılan Ömer Rıza Doğrul’un İslâmiyetin Geliştirdiği Tasavvuf adlı eserinde mistisizme temas edilmemiştir. Ondan sonra uzun bir süre bu konu suskunluğa terk edilmiş görünüyor. Belki 1949’da Ankara’da bir İlâhiyat Fakültesi açılmasıyla bazı ders notlarının hazırlanmaya ve okutulmaya başlandığı düşünülebilir. Bunlar da aşağıda belirtileceği gibi sonraki yıllarda okuyucunun dikkatine sunulmuştur. Bu notlarda tasavvufu mistisizmle eşitleyen bir kabulün olabileceği sonradan yayınlanan Cavit Sunar’a ait kitaplardan anlaşılıyor.
Kemâl Edib Kürkçüoğlu muhtemelen İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nün açıldığı 1959 yılında teksir olarak çoğaltılmış, fakat kitaplaşmamış Tasavvuf Tarihi Ders Notları’nda tasavvufla mistisizmi ayırdığı bir cümleye verir, sonraki bölümlerde açıkça tasavvufun mistisizm olmadığını, mistisizmlerdeki mânevî yaşantıların tasavvufun derinliğine sahip olamadığını açık ve net bir dille ifade eder. Kürkçüoğlu’nun dostlarından Mahir İz’in 1969 tarihli Tasavvuf adlı kitabı da aynı perspektifi mistisizm kavramına yer vermeksizin yansıtır ve tasavvufu İslâm sûfîlerine has kılar.
İz’in talebesinden Selçuk Eraydın 1971 yılında üç büyük Türk tarikatı olan Yeseviye, Mevleviye ve Nakşibendiye üzerine hazırladığı teziyle doktor olmuştur. Eraydın’ın ilk olarak 1981 tarihli baskısını gördüğüm Tasavvuf ve Tarikatlar kitabı Mahir İz’le aynı perspektifi yansıtır. Ancak bir farkla: Önce İslâm kaynaklı tasavvufu anlattıktan sonra Başka Din ve Felsefelerde Tasavvuf (Mistisizm) diye bir başlık açar ve Mehmed Ali Aynî’den aldığı Hind, Mısır, Yunan, Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta mâneviyatla alâkalı bilgileri özetleyerek tasavvufun aslında evrensel olduğunu ispatlamaya çalışır. Bu başlık altında “mistisizm” adıyla tanıtılan tek disiplin Hıristiyan mistisizmidir. Öyle görünüyor ki Kürkçüoğlu-İz çizgisi bu konuda İstanbul’da bir gelenek oluşturmuştur. Bu çizginin ayırıcı vasıflarından biri felsefeden çok edebiyata, özellikle klasik edebiyatımıza yakın ve yatkın fertlerden oluşmasıdır. Belki Eraydın’ın bu yaklaşımı mevcut çizgide bir yumuşamayı ifade ediyor olabilir. Bu sorunun kesin cevabını ancak o geleneğin devamı olan Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nin tasavvuf hocalarından alabiliriz.
Bu izi sürdüren hocalardan biri 1973 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde Ahmed Rifâî ve Rifâîlik üzerine hazırladığı teziyle doktorasını tamamlayan Mustafa Tahralı’dır. Mustafa Kara hocanın kitaplığında yine 90’lı yılların başlarında gördüğüm Mustafa Tahralı hocanın daktilo ile yazılmış (ve muhtemelen teksir edilmiş) Tasavvuf ders notlarını da o zamanlarda gözden geçirdiğimde tasavvuf-mistisizm arasında bir eşitleme hatırlamıyorum. (Keşke o zamanlar bir fotokopi nüshasını alsaymışım!) Ama Tahralı hocanın Guénon’dan yaptığı tasavvufla mistisizm arasına aşılması mümkün olmayan mesafeler koyan meşhur tercüme kendisinden sonra sıklıkla kullanılmıştır. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü geleneğinin bu perspektifini 1990 tarihli Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar kitabında sürdüren bir yazar da Hasan Kâmil Yılmaz’dır.
Burada aklıma gelen bir soruyu da kaydetmeden geçemeyeceğim: Tahralı hocanın Tasavvuf Ders Notları’nı Marmara’daki meslektaşlarımız himmet edip kisve-i tab’a büründürmeyi düşünüyorlar mı acaba?
![](https://gercektarih.com.tr/wp-content/uploads/2023/01/islam-dusuncesi-671x1024.jpg)
*
Türkiye İlâhiyat literatüründe tasavvuf-mistisizm ilişkisini ele alan çalışmaların kronolojik incelenmesine düşünce ve aksiyon önderlerimizle devam edelim. 1962’de Nurettin Topçu Yeni İstanbul Gazetesi’nde, 1970 yılında da Hareket Dergisi’nde yayınladığı iki yazıda, Necip Fazıl ise 1962 Ramazan ayında üç gün sahura kadar süren konferansları içerisinde konuya temas etmiştir. Topçu bu yazılarını Mevlânâ ve Tasavvuf kitabında 1974 yılında toplar. Necip Fazıl ise o konferanslar dizisini 1982 yılında Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu adıyla kitaplaştırır.
1962 yılındaki “Yunus Emre” yazısında Topçu, Kürkçüoğlu’nun fikirlerine benzer biçimde tasavvufla mistisizmin benzer şeyler olsa bile tasavvufun mistisizmden çok daha üstün olduğunu, Hind ve Hıristiyan mistiklerinin sûfîler tarafından ulaşılmış olan hedeflere yaklaşamadıklarını ve o hedeflerin çok uzağında kaldıklarını vurgular. 1970 tarihli “Tasavvuf” başlıklı yazısında ise tasavvufu İslâm mistisizmi olarak nitelemekten çekinmez. Hem tasavvufu hem de mistisizmi metafizik görüş olarak vasfeder. Öyle anlaşılıyor ki Batıdan gelen din ve mâneviyâtla ilgili kavramlar, kültürümüzü anlamakta zorluk yaşayanların zihinlerine yaklaştırmaya dönük olarak yavaş yavaş İslâm literatürüne girmeye başlamıştır. Bu görüşü Batıya bir teslimiyetin görünümü olarak değil de Batıyla eşit noktada görmek mümkün gibi görünüyor. Aynî’nin 1920’lerdeki yaklaşımını da böyle algılayabiliriz. Necip Fazıl ise mistisizm terimini kullanmadığı gibi tasavvufu İskenderiye mektebine bağlayan görüşleri de sert biçimde eleştirir. Necip Fazıl’ın bu noktada Batıdan gelen kavramlara açık olmadığı anlaşılıyor.
*
Enver Behnan Şapolyo’nun 1964 tarihli Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi adlı kitabı mezheplerle tarikatları birlikte ele alan dikkat çekici bir kitap olma özelliği taşıyor. Mezheplerden “Şamanizm”e, oradan da tasavvufa geçiş yapan kitaba hâkim olan milliyetçi çizgi hemen fark ediliyor. Tasavvufu ifade etme sadedinde “Allah korkusuna dayalı Arap İslâmı-Allah sevgisine dayalı Türk İslâmı” ayrımının yapıldığı kitapta Batıda görülen mistisizm kavramına yer verilmediği, buna karşılık tasavvufun Şamanlıkla irtibatlandırıldığı dikkat çekmekte. İşin ilginç tarafı kısmen Fuad Köprülü’deki milliyetçi çizgiyle uyuşan yönleri olduğu halde kitabın kaynakları arasında Köprülü’nün tek bir çalışmasına bile atıf yok! Buna karşılık pek çok Türk sûfîsinin eserleri ve Filibeli Ahmed Hilmi’nin çeşitli kitaplarından başka, Bursalı Tâhir, Mehmed Ali Aynî, Ömer Rıza Doğrul, Abdülbâkî Gölpınarlı, Cemal Bardakcı gibi yazarların kitapları da kaynakçasında yer alıyor.
Dikkate değer biçimde aynı yıllarda İran’da yayınlanan ve dilimize Tarihsel Perspektifiyle İran Tasavvufu adıyla Türkçeye çevrilen Tasavvuf-i Îrânî der Manzar-ı Târihî-i Ân adlı çalışmasında da Zerrinkūb mistisizm kavramından söz etmemekle beraber tasavvufu Zerdüştîlik ve Maniheizm gibi kadîm İran dînî geleneklerine, hatta kısmen de Şapolyo gibi Şamanlığa bağlıyor. Ama aralarında irtibat olup olmadığını bilmiyoruz. (Kitabın Farsça aslında yayın tarihi olarak 1383 yılı veriliyor. Bunun hicrî yıl olduğu belirtilmiyor. Hicrî 1383 yılı 1963 yahut 1964 yılına karşılık geliyor, ama Farsça aslında da Türkçe tercümesinde de yazarın kendi Önsöz’ü kitabın 1969-70 yıllarında Princeton ve California üniversitelerinde yaptığı konuşmaların derlenmesinden oluştuğunu belirtiyor. Farklılık sanırım İran’ın Celâlî takvimi kullanmasından ileri gelmiş olabilir. Takvim tartışmasını işin uzmanlarına bırakarak biz konumuza devam edelim.)
Yazar bu kitabından çok daha önce yayınladığı dilimize Sûfî Mîrâsın Değeri adıyla çevrilen 1342 tarihli Erziş-i Mîrâs-i Sûfiyye adlı eserinde önce felsefeyle tasavvufu ayırır, sonra totemizmden animizme, Hind’den İran’a, Yunan’dan Hıristiyanlığa kadar bütün gelenek ve kültürlerde de tasavvufun bulunduğunu belirterek, birinci nesil oryantalistlerin bu kültürlere benzerliklerden hareketle tasavvufun kaynağı hakkındaki görüşlerini hatırlatır. Ancak bu benzerliklerin tasavvufu Kurân ve Sünnet temelinden kaynaklanmış olmaktan alıkoyamayacağını belirtmekten de geri durmaz. (1342 tarihi hicrî olarak 1923 ve 1924 yıllarına tekabül ediyor ki, bu tarih Aynî’nin Tasavvuf Tarihi kitabını yayınladığı tarihle hemen hemen aynıdır. Ama yukarıda belirtildiği gibi Celâlî takvimde bu tarih 1963 yılına tekabül ediyor. Doğru olan da bu olsa gerek.)
![](https://gercektarih.com.tr/wp-content/uploads/2023/01/tasavvuf.jpg)
*
Kronolojik sıraya sadık kalmaya çalışırsak, 1969-70 ve 1979-80 yıllarındaki yazılarında sanat ve düşünce adamlarımızdan Sezai Karakoç da tasavvufa temas etmiş, ama tasavvufla mistisizm arasında açık bir ilişkilendirme yapmamıştır. İlk zikredilen yazılar Ruhun Dirilişi, ikinci zikredilenler ise Makamda kitabında toplanmıştır. Yazar, 1988-89 yıllarında yayınlanmış yazıların 1996 yılında kitaplaşmış şekli olan Mevlânâ kitabında da Gazâlî’yi tasavvufu salt ruhçuluk olarak değil, şeriatla beraber ele alan bir düşünür olarak tavsif etmekle mistisizm kavramına örtülü bir set çeker.
*
1970’li yıllardan itibaren tasavvuf tarihi yazımında artış gözleniyor. 1959 yılında alınan kararla İstanbul’da açılan Yüksek İslâm Enstitüsü’nü diğerleri (Konya, Kayseri, İzmir, Bursa, Samsun) izlemiş, Erzurum’da da bir İslâmî İlimler Fakültesi açılmıştır. Böylece tasavvuf tarihinin akademik olarak incelenme zemini genişlemiştir. Tasavvuf tarihi yazımı konusundaki artış bu genişlemeyle sıkı sıkıya ilişkilidir. Çünkü hem hoca hem de öğrenci sayısı artmıştır. 1982 yılında YÖK Kanunu ile kurulmuş olan bugünkü İlâhiyat fakültelerinin ilk nesil öğretim üyelerinin eserleri bu dönemde ortaya çıkar.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu olan vahdet-i vücûd ve vahdet-i şuhûd meselesi üzerine doktorasını 1954 yılında tamamlayan Ankara İlâhiyat’ın ilk tasavvuf hocası Cavit Sunar 1966 tarihli Mistisizmin Ana Hatları, 1975 tarihli Tasavvuf Tarihi, 1979 tarihli Mistisizm Nedir? kitaplarında tasavvuf kavramıyla mistisizmi eşitler. “Tasavvuf” adı altında İslâm dışındaki mistik yapıları ve “İslâm tasavvufu” adı altında ise bizim bugün tasavvuf olarak bildiğimiz İslâm mâneviyâtını ele alır. Bu noktada Aynî ile örtüşür. 1978’de yayınlanan Ana Hatlariyle İslâm Tasavvufu Tarihi adlı çalışmasında da aynı ayrım daha derin bir şekilde yansıtılır. Sunar Batı kültürüyle yetişmiş ve mistik damarı da olan bir akademisyen portresine sahip görünüyor.
Kendi tecrübeme yeniden atıf yapmam gerekirse 1990’li yılların başlarında Mustafa Kara hocanın özel kitaplığında Sunar’ın kitaplarına rastladığımı da belirtmeliyim. Ama Kara hoca bu perspektifi Sunar’dan değil, Nurettin Topçu’dan almıştır.
Sülemî’nin tasavvufî tefsiri üzerine hazırladığı doktora tezini 1968 yılında tamamlayan Süleyman Ateş’in 1972 yılında ilk baskısı yapılan İslâm Tasavvufu adlı çalışması, bütünüyle olmasa da mistisizme yer vermeyen Nesib Efendi geleneğine ait perspektifin Cumhuriyet dönemindeki görünümü gibidir. Ateş bu çalışmasında mistisizm konusuna temas etmez, doğrudan doğruya “İslâm tasavvufu”yla konuya girer. Üstelik neden “İslâm Tasavvufu” şeklinde bir tamlama seçtiğine dair herhangi bir açıklamadan da okurlarını mahrum bırakır. Ama en azından kitabın başlığında Aynî’nin getirdiği ikili yapıyı sürdürdüğünü anlamak kolaydır: İslâm Tasavvufu! Bu ifade İslâm’dan başka tasavvuflar olduğu kabulünü hatırlara getirmiyor mu?!
Aynı yıllarda ders notlarını henüz teksir halinde okutan Süleyman Uludağ da tasavvufu Müslüman sûfîlerle başlatmakla beraber o, tasavvuf kavramının baş tarafında İslâm kavramını kullanmayı tercih etmemiştir: Tasavvuf Dersleri! Bu kitabın daktilo ile yazılmış (yahut teksir edilmiş) bir nüshasını Mustafa Kara hocanın kitaplığında 1990’lı yılların başlarında görmüştüm. (Fotokopisini almadığım için bir hayıflanma da bu notlara gelsin! Kitabın daha yeni basılmış olması bir yanıyla üzücü olsa da her şeye rağmen gün yüzüne çıkmış olması sevindirici!)
Uzun bir zaman en yaygın tasavvuf tarihlerinden biri olarak isim yapan kitaplar arasında Mustafa Kara’nın Tasavvuf ve Tarîkatlar Tarihi adını taşıyan kitabı özel bir yere sahiptir. 1983 yılında İbn Teymiye’ye Göre İbn Arabî başlıklı teziyle doktora derecesi alan Mustafa Kara’nın tasavvuf tarihinin ilk baskısı 1985 tarihini taşır. Yazının girişinde kendi mâceramla bağ kurarak temas etmiştim: Bu kitapta yer alan İslâm Mistisizmi başlığının son baskılarda bile yerini koruduğunu burada tekrarlamakla yetineyim.
Hayrani Altıntaş’ın 1986 tarihli Tasavvuf Tarihi kitabında ise hocası Sunar’ın aksine mistisizm kavramına temas edilmemiş ve tasavvuf İslâm mâneviyâtı olarak vasfedilmiştir. Bu noktada Ankara İlahiyat’ın tasavvuf hocalarında iki ayrı yaklaşım olduğu dikkat çekmekte: Sunar’ın yaklaşımı mistisizm kavramını tasavvufla eşitleyerek insanlığın mâneviyât mâcerâsını tek bir başlık altında toplarken, Altıntaş’ın yaklaşımı tasavvufu sadece İslâm mâneviyâtı olarak ele alır. Buna Altıntaş’tan önce kitapları Ankara İlâhiyat Fakültesi Yayınları arasında basılan Ateş’in yaklaşımını da ekleyebiliriz. Ancak yukarıda da görüldüğü üzere Ateş’in tasavvufa zımnen mistisizm mânâsı verdiği de kitabın isminden hareketle hissediliyor.
Kuşadalı İbrahim Halvetî hakkındaki doktora tezini 1980 yılında tamamlayan Yaşar Nuri Öztürk konuya temas eden bir başka akademisyendir. 1988 yılında Tasavvufun Rûhu ve Tarîkatlar kitabını yayınlayan Öztürk, kitabın önsözünde İslâm Tasavvufu terimini kullanmakla beraber daha dikkatli gözükür, mistisizm kavramını kullanmadığı gibi tasavvufu Kur’ân ve Sünnet’le başlatır. Tasavvufun “İslâm mistisizmi” olarak adlandırılmasına da temas ederek bu adlandırmaya katılmadığını açıkça belirtir. Bunun sebebini de mistisizmin bir felsefe oluşuna bağlar, tasavvufun felsefeye değil vahye bağlı olduğunu öne sürer. Üstelik bu cümlelerin ardından mistisizm kavramı yerine Guénon’un tercih ettiği “başlangıç, başlama” anlamındaki “inisiyasyon” kavramını kullanır. Gerçi tasavvufla felsefe arasında yapılan kesin ayrım, Öztürk’ün daha sonraları yönleneceği bir çeşit selefî yaklaşımın izlerini de içinde taşır gibi gözüküyor ve bu tavır kendisini Ceyhan’ın işaret ettiği Süleyman Nazif’in bakış açısına yaklaştırıyor. Vahiyle felsefe arasında kesin bir ayrım yapma eğilimi Selefî yaklaşımlarda çokça karşımıza çıkıyor.
Aziz Mahmud Hüdâyî ve Celvetiye tarîkatı üzerine hazırladığı doktora tezini 1983 yılında tamamlayan Hasan Kâmil Yılmaz ise 1990 tarihli Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar adlı kitabında Guénon’un mistisizmle tasavvufu kesin olarak ayıran makalesine hayli özet bir şekilde yer vererek yukarıda da belirtildiği gibi Mahir İz-Mustafa Tahralı çizgisini sürdürmüş gözüküyor.
Ele alacağımız son tasavvuf tarihi kitabı Şeyh Mehmed Nazmî ve Hediyyetü’l-İhvân’ı konulu doktora tezini 1982 yılında tamamlamış olan Osman Türer’e ait olacak. Türer, ilk baskısı 1995 tarihli Tasavvuf Tarihi kitabında Guénon’un makalesindeki tasavvufla mistisizm arasındaki farkları Mustafa Kara’nın kitabından alır. Daha sonra yabancı tesir meselesine dair görüşlerle ilgili tartışmaları Hilmi Ziya Ülken’in İslâm Düşüncesi kitabına dayandırır.
![](https://gercektarih.com.tr/wp-content/uploads/2023/01/mezhepler-ve-tarikatlar-tarihi.jpg)
*
Buraya kadar gelen nakillerin bir özetlemesini şöyle yapabiliriz: Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde yukarıda belirttiğimiz Sunar’la Altıntaş çizgilerindeki zıtlık gibi görünen yaklaşımlar İstanbul’da daha kesin bir biçimde karşımıza çıkıyor. Aralarında kırk yıldan fazla bir zaman dilimi olmakla beraber Osmanlı başkentinde tasavvuf tarihi yazarlarından Nakşî-meşrep Mehmed Ali Aynî’nin perspektifi, aynı kola mensup bir başka Nakşî-meşrep tasavvuf hocası olan Mahir İz’in perspektifiyle zıtlık içeriyor. Aynî’nin perspektifi tasavvufu mistisizmle eşitlerken İz’in ve onun izinden gidenlerin perspektifi tasavvufla mistisizm arasında kesin bir ayrım yapıyor. Esasen bu farklı perspektifler bizim modernleşme tecrübemiz içerisinde Batıdan gelen perspektif ve kavramsallaştırmalara açık olma tavrı ile onlarla araya belli bir mesafe koyma tavrı arasındaki farkı gösteren bir anlam içeriyor. Öte yandan yandan son devir Osmanlı entelektüelinin Batı karşısındaki özgüvenine bakıldığında Aynî’nin yaklaşımını bir Batıcılık örneği olarak nitelemek de doğru gözükmüyor. Bu yaklaşımın Batı karşısında dik duruşa da işaret ettiğini söyleyebiliriz.
Diğer taraftan Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana tasavvuf tarihi kitaplarımızda tasavvuf ve mistisizm kavramlarının görünümüne dair bu kısa dökümümüzde Batıcı, Türkçü ve İslâmcı gibi kategorizasyonlar içerisinde ele alınan fikir yapılarının tasavvuf tarihi algımızda da bir şekilde görünür olduğu anlaşılıyor ve farklı oranlarda bazen Batı-Türk, bazen Batı-İslâm, bazen Türk-İslâm görüşleri çerçevesinde sentezleniyor.
Kabaca şu ayrımı yapabiliriz: Tasavvufla mistisizmi eşitleyen akademisyen yazarların bir kısmı tarih disiplini, felsefe ve/veya sosyal bilimleri Batılı bir anlayışla ele alan akademisyenlerdir. Bunların tasavvuf anlayış ve yaşantıya rûhen yakın oldukları söylenemez. Öte yandan özellikle İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü geleneği içerisinde tasavvufu mistisizmden kesin olarak ayıran akademisyen yazarların ise hem tasavvufî yaşantıya yakın hem de klasik edebiyatımızla iç içe olduklarını tespit etmek zor değildir. Üstelik tasavvufla edebiyatımız arasında kopmaz bir ilişki gördüklerini de söyleyebiliriz. Özetle tasavvufu mistisizmle özdeş ya da ayrı gören yaklaşımlar kesinlikle modernleşme mâcerâmızın yansımalarını içinde taşıyor. Bunlar arasında yukarıda görüldüğü ve aşağıda açıklanacağı gibi her iki tarafın belli yönlerini temsil eden kesimler de var.
Tekrarlamak gerekirse, tasavvufu mistisizmle eşitleyen yaklaşımı Batı merkezli olarak ele alan kesimler, istisnâları bulunabilse de tasavvufî kabullere mesafeli ve tarafsız bakan akademisyenlerden oluşuyor. Bunlar tarih, sosyal bilimler yahut felsefe gibi disiplinleri Batılı teoriler ışığında ele alarak tarih ve düşüncemizi ele almayı tercih ediyorlar. Bu kesimlerde çoğunlukla var olan milliyetçi bir damar da Batılı fikirler karşısında tutunabilmenin bir yolu gibi gözüküyor. Bu yaklaşım tasavvuftaki yabancı tesir meselesi konusunda da oryantalist tezlerden tamamen uzak düşmüyor.
Tasavvufu mistisizmle eşitleyen yaklaşımı Müslüman-Türk penceresinden görmek isteyen kesimler mistik hayatı insanın bir özelliği olarak ele alıyor ve her kültürde görülebileceğini teslim ediyor. Bunlar arasında tasavvufa gönül veren insanlar da bulunabilir. Aynî’den başka, Topçu ve -akademisyenler de dâhil- onun izinden gidenlerin bu eğilimi temsil ettiklerini söyleyebiliriz. Ancak bu kesim yabancı tesir meselesinde oryantalist yaklaşımın çizdiği çerçeveden uzak görünüyor. Bunlardan bir kısmı sanat ve edebiyata da yakın olup sanat ve edebiyatı tasavvufla bir ve beraber görüyorlar.
Diğer taraftan yine istisnâ payı olmakla beraber tasavvufu mistisizmden kesin olarak ayıran görüşlere sahip olanlar da tasavvufa yakın kesimler olarak gözüküyor. Bunlar tasavvufa yakın ve yatkın oldukları kadar sanat ve edebiyata da yakın ve yatkın olup bunlar arasında kopmaz bağlar görüyorlar. Bu noktada bir önceki eğilimle ortak bir zemine sahiptirler.
![](https://gercektarih.com.tr/wp-content/uploads/2023/01/Tasavvuf-i-Iran-Der-Manzar-i-Tarihi-i-An.jpg)
Güngör’ün başlangıçta konu edilen yaklaşımını Batı, Türk ve İslâm motifleri taşıyan üç temel görüşün bir birleşimi olarak görebiliriz. Ama bunun gerçekten bir sentez olup olmadığını söyleyebilmek için daha derin araştırmalara ihtiyaç var. Çünkü bazen sentez zannedilen farklı görüşler sentez haline gelemeyerek seçmeci (eklektik) ve bağdaştırmacı (senkretik) bir çerçevede de kalabiliyor. Çünkü hâkim kültürlerin belirleyici olduğu şartlarda oluşan kavramsallaştırma ve kültürlenmelerin pasif bir tavrın ürünü olmaktan bütünüyle kurtulabilmesi eşyânın tabiatına aykırıdır.
Cumhuriyetin kuruluşu sırasında medeniyetimizi sürdürme noktasındaki özgüvenimizin sarsıldığı, Batıdan gelen her şeyin doğru, bizde olan her şeyin yanlış görüldüğü bir ortamda, bazı aydınlarımızın mevcudu koruma noktasında gayret gösterdikleri biliniyor. Her ne kadar bu gayretler bir kıymet ifade etmekteyse de şartları gereği yeni kavramlar üretmeyi ve Batı kavramlarının sorgulanmadan düşünce dünyamıza girmesine engel olmayı tam olarak başarabildikleri ileri sürülemez.
Buraya kadar yaptığım mütevâzı dökümde bir araya gelen nitelikler şöyle bir görüntüyü de beraberinde getiriyor: Şu veya bu etkiyle ileri sürülen tasavvufu mistisizmle eşitleme eğilimi, tasavvuf tarihlerimiz günümüze doğru yaklaştıkça azalmaya başlıyor gibi bir görüntü de var. Acaba bu görüntü gerçekten bu iki kavram arasında yapılan kesin bir ayrımdan mı, yoksa önceki kitaplarda yazılanların tekrar edilmesinden, yani bir tür taklitçilikten mi kaynaklanıyor? Diğer yandan tasavvufu İslâm mistisizmi olarak ele alan yaklaşımların hâlâ geçerli olduğuna bakılırsa en azından bu yaklaşım toplumun entelektüel kesimlerinde çok da etkili olamamış gözüküyor. Bu sorulara cevap verebilmek için daha kapsamlı okumalara ihtiyaç var.
Şu da bir gerçektir ki Karataş’ın makalesinde işaret edilen ilimleri Batılı metotlarla ele alma yaklaşımlarına sahip çevrelerin tasavvufu mistisizmle eşitlemeleri, hatta yabancı tesir meselelerini abartan yaklaşımları bugün bu görüşleri terk etmiş olan yeni nesil oryantalistleri bile geride bırakmış gibi gözüküyor. Bir de Neo-selefîlerin modern yaklaşımlarla örtüşen tavırları var ki o konuya girmesek daha iyi olur. Aslında bütün bu konularla ilgili daha pek çok fikir yürütülmesi mümkündür.
*
Peki mistisizm kavramının Batıdaki gelişimi ve anlaşılış biçimleri nasıl bir seyir izlemiş olabilir? Bu seyri kendi tecrübemizle yan yana koyduğumuzda ne anlamamız, anladığımız şeyi nasıl anlamlandırmamız gerekir? Mistisizm kavramı masum bir kavram mıdır? Dünyanın yeni bir yön aldığı, Türkiye’nin de farklı bir dönemece girdiği bu zaman diliminde yüzyıldan fazla bir zamandan beri düşünce hayatımızın her alanında sorgulamadan aldığımız kavramlarla hesaplaşmadan tarihimize yeni bir yön vermemiz mümkün müdür? Bütün bu soruların cevabını aramaya başlamadan önce nefeslenelim ve zaten yeterince uzamış olan sözü daha da fazla uzatmamak için yazıya şimdilik bir fasıla verelim.
Devam edecek.
Bu kısma yön veren kaynaklar:
Altıntaş, Hayrani. Tasavvuf Tarihi. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1986.
Altıntaş, Hayrani. Tasavvuf Tarihi. Ankara: Akçağ, 2. Basım, 2018.
Ateş, Süleyman. İslâm Tasavvufu. İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1992.
Aynî, Mehmet Ali. Tasavvuf Tarihi. ed. Hüseyin Rahmi Yananlı. İstanbul: Büyüyenay Yayınları, 2017.
Ceyhan, Semih. “Devletin Tasavvufu, Toplumun Tarikatı: İmparatorluktan Ulus Devlete Geçiş Sürecinde Tasavvuf Tarihi Yazımının Siyasal Açılımları”. Tarihten Günümüze Sûfî-Siyaset İlişkileri -Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantı 01-03 Kasım 2019-. 503-549. İstanbul: Ensar Neşriyat, 2020.
Doğrul, Ömer Rıza. İslâmiyetin Geliştirdiği Tasavvuf: İslâm Tasavvufunun Tarih Boyunca Geçirdiği En Mühim Gelişmeler ve Yetiştirdiği En Büyük Şahsiyetler. İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2008.
Eraydın, Selçuk. Tasavvuf ve Tarîkatlar. İstanbul: İFAV, 2014.
Filibeli Ahmed Hilmi. Hikmet Yazıları. haz. Ahmet Koçak. İstanbul: İnsan Yayınları, 2. Basım, 2009.
Güngör, Erol. İslâm Tasavvufunun Meseleleri. haz. Şeyma Güngör. Ankara: Yer-Su, 2018.
Hüseyin Sa’deddin. İlm-i Tasavvuf. İstanbul: Kader Matbaası, 1341.
İz, Mahir. Tasavvuf. İstanbul: Rahle Yayınları, 1969.
İz, Mahir. Tasavvuf Mâhiyeti, Büyükleri ve Tarikatlar. haz. M. Ertuğrul Düzdağ. İstanbul: Kitabevi, 2012.
Kara, Mustafa. Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi. İstanbul: Dergâh Yayınları, 1985.
Kara, Mustafa. Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi. İstanbul: Dergâh Yayınları, 12. Basım, 2014.
Karakoç, Sezai. Makamda. İstanbul: Diriliş Yayınları, 4. Basım, 2005.
Karakoç, Sezai. Mevlâna. İstanbul: Diriliş Yayınları, 13. Basım, 2021.
Karakoç, Sezai. Ruhun Dirilişi. İstanbul: Diriliş Yayınları, 20. Basım, 2020.
Karataş, Hasan. “Tasavvuf Tarihçiliğinin Yirminci Yüzyılda Zuhûr ve Neşvünümâsı: Tarihyazımında Bir Eşzamanlılık Vakası yahut Bir Dönemlendirme Denemesi”. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 16/31-32 (2018), 9-46.
Kısakürek, Necip Fazıl. Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu. İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 25., 2017.
Kürkçüoğlu, Kemâl Edîb. Tasavvuf Tarihi Ders Notları. haz. Yusuf Turan Günaydın. İstanbul: Büyüyenay Yayınları, 2014.
Nicholson, Reynold A. İslâm Sûfîleri. çev. Yücel Belli, Murat Temelli. İstanbul: Ataç Yayınları, 2004.
Nicholson, Reynold A. “Sufis”. Encyclopaedia of Religion and Ethics. ed. James Hastings. 12/10-17. Edinburgh: T. & T. Clark, 1921.
Nicholson, Reynold A. Tasavvufun Menşei Problemi. çev. Abdullah Kartal. İstanbul: İz Yayıncılık, 2004.
Öztürk, Yaşar Nuri. Tasavvufun Rûhu ve Tarîkatler. Bursa: Sidre Yayıncılık, 1988.
Sunar, Cavit. Ana Hatlarıyla İslâm Tasavvufu Tarihi. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1978.
Sunar, Cavit. Mistisizmin Ana Hatları. İstanbul: Anadolu Aydınlanma Vakfı Yayınları, 2. Basım, 2005.
Sunar, Cavit. Tasavvufu Tarihi. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1975.
Şapolyo, Enver Behnan. Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi. İstanbul: Türkiye Yayınevi, 1964.
Tahralı, Mustafa. Çağ ve Hakikat -René Guénon’dan Seçme Makaleler ve Yorumlar-. İstanbul: Kubbealtı Neşriyat, 2018.
Topçu, Nurettin. İslâm ve İnsan; Mevlâna ve Tasavvuf. İstanbul: Dergâh Yayınları, 16. Basım, 2020.
Türer, Osman. Tasavvuf Tarihi. İstanbul: Ataç Yayınları, 2. Basım, 2013.
Uludağ, Süleyman. Tasavvuf Dersleri. ed. Mehmet Bilal Yamak. İstanbul: Sufi Kitap, 2022.
Yılmaz, H. Kâmil. Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar. İstanbul: Ensar Neşriyat, 1990.
Yılmaz, H. Kâmil. Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar. İstanbul: Ensar Neşriyat, 27. Basım, 2018.
Zerrinkūb, Abdülhuseyn. Sûfî Mirasının Değeri. çev. Ahmet Çelik. İstanbul: Visal Yayınları, 2017.
Zerrinkūb, Abdülhuseyn. Tarihsel Perspektifiyle İran Tasavvufu. çev. Nurcan Altun. İstanbul: Önsöz Yayıncılık, 2014.
PROF. DR. ZAFER ERGİNLİ
Gerçek Tarih Ocak 2023 sayısında yayınlanmıştır.