Yedi güzel adamın Aristosu
Rasim Özdenören’de aramızdan ayrıldı. İman sahiplerinin geçici dünya olarak gördüğü bu dünyadan vakti gelenin ayrılacağına dair imanımızın varlığı “kalu inna lillahi ve inna ileyhi raciun” emrine bütün zerrelerimizle inanmış olmamızın teslimiyeti söz konusudur. Dünyaya vakitleri ayarlı olarak gelen insan, vaktin bilinmezliği içinde hayatını “hiç ölmeyecekmiş gibi sürdürürken hemen ölecekmiş gibi” ahirete hazırlıklıdır.
Türk Edebiyatı’nın önemli kalemlerinden, hikâyecilerinden, deneme ustalarından, tefekküre yönelik ufuk açan sohbetçilerinden ve Yedi Güzel Adam’dan biri olan Rasim Özdenören’in aramızdan ayrılışı elbette her bir kalem sahibini, dinleyici ve takipçilerini üzmüştür. Liseli yıllarımdan itibaren tanıma-okuma fırsatı bulduğum “Yedi Güzel Adam”ın her birisinin kuşkusuz üzerimizde hakkı var. O vakitlerde Milli Gazete’de sürüp gelen kalemlerin açtığı ufukları Yeni Devir gazetesinin derinleştirdiğini, ufkumuzu evrenselleştirdiğini ifade etmeliyim. Dünya denilen tarlanın uçsuz bucaksız yeryüzündeki varlığından haberdar olmaya, orada bulunan mazlumların yaralarını sarmaya, bunu bir iman mücadelesi bilmeye mecburiyetimizi yazıp duruyorlardı. Bir taraftan Afrika, Somali, Eritre diyorlardı bir yandan da Türkistan, Buhara, Filistin, Kerkük ve Semerkant’tan haberdar ediyorlardı.
Usta ve Üstat olarak gördüğümüz, ömrümüzce yazdıklarını okumaktan, takip etmekten büyük keyif aldığımız Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören’in de aramızdan ayrılışları büyük bir yoksulluğu önümüze koyuyordu. Bırakıp gitmek yoktu. Çekip terk etmek yoktu. Küsüp bir kenarda oturmak yoktu. “Devede bizimdi, diyarda” bizimdi lakin hüküm sahibi hükmünü icra etmiş ebedi yurda gitmişlerdi. Cümle geçmişlerle, ilim irfan, sanat ve edebiyat alalında iman sahibi ve mümin olma gayreti içinde bulunanların ruhları şad, makamları ali, mekânları cennet olsun.
Türk edebiyatının son dönem hikâye ve denemede dünya çapında kalemlerinden biridir Özdenören. Doğu, Batı ve Rus edebiyatını çok dikkatli okumuş olan hikâyecimiz geniş bir edebiyat bilgisine, kültürel coşkuya, kelimelerin köken bilimine ve gözlem zenginliği içindeki hikâye renkliliğine sahiptir. Denemeleriyle son dönemlerin en özgün tefekkür sofrasını açmış Müslüman gençliğin el kitapları kabul edilen eserlere imza atmıştır.
Son yüzyıl içindeki batılılaşma ihanetinin siyasi, kültürel ve ekonomik açıdan yozlaştırılmasına yazılarıyla dikkatlerimizi çekmiştir. 1962 yılında tanıştığı “Sezai Karakoç’un kaleminden, düşüncesinden faydalandıklarını, o güne değin durdukları yerin belirsizliğinin böylelikle giderildiğini” ifade etmişlerdi. “İdeolojik baskıların özgün düşünceye mani olduğunu bunu kırmanın yolunun bireyin ve toplum değerlerinin devlet tarafından hukuk ve adaletin garanti altına alınma mecburiyetini sıklıkla ifade ederek yasa koyucuların kanlı ihtilallerle sağlanmasının bireyi ve toplumu güvensizleştirdiğine, birbirinden kopardığına” sıklıkla dikkatlerimizi çekerdi. “Tanzimat’tan günümüze değin sürüp gelen bu tutarsızlığın bir an evvel yerli ve milli hasletlerle örülerek toplumun, coğrafyanın ve ümmetin birliğinin böyle sağlanabileceğini vurgular, Cumhuriyetin kurucu ilkelerinin tabulaştırılıp birer fetiş” haline dönüştürdüğüne dikkatleri çekerek bir an evvel bundan kurtulmak gerektiğini dile getirirdi.
İkiz kardeşi Alâeddin Özdenören ondan evvel göçünü tamamlamıştı ve ondan 19 yıl sonrada Rasim ağabey. 20 Mayıs 1940 yılında Kahramanmaraş’ta dünyaya gelen Özdenören kardeşler; çocukluk ve gençlik yıllarını Maraş Kalesi’nin eteklerinde, kümbetli evlerin bulunduğu semtlerde ve Ahır Dağı ile bağların bulunduğu diyarlarda hikâyelerini, masallarını ve şiirlerini topladılar. Maraş’ın üzüm, erik, badem, elma ve türlü türlü meyvelerin ve sebzelerin elde edildiği bağlarda geçen vakitler, çocukluk rüyalarını dolduran göğün yıldızları, samanyolu, kayıp giden ay ve yıldızların, ninelerinden, dedelerinden dinledikleri hikâyeler, “Gül Yetiştiren Adam”ın Ulu camiyle olan irtibatı ve sahabe ziyaretleri düşlerini süsledi. Konu komşuların birbirine yakın olduğu Anadolu yurdunun ahengi, bütün sevecenliği içinde sürüp giden çocukluk düşleri Ahır Dağı’nın eteklerinden bir top gibi yuvarlanarak, şehrin kalbine doğru bir yıldız kayar gibi iniyor olmalıydı. Çocuklukta kazanılmış olan bu ve benzeri gözlemlerin, yaşanmışlıkların asla unutulmayacak zamanlar için gönlün ambarında birikmesinden başka bir şey değildi.
Bütün bunlar yazılması gereken hikâyelerdi. Vakti gelende tek tek o hikâyelerin içini dolduracak çok yönlü bir gözleme sahip olduğu yazdıklarından anlaşılacaktır. Rasim Özdenören arkadaşının ısrarıyla başladığı hikâye yazma eyleminin bir ömür devam edeceğini sanki yüzlerce hikâyenin onu beklediğini fark ettiğinde geriye dönüşünün olmadığını da biliyor gibiydi. Alaeddin Özdenören’se şiirlerini o günlerden kurgulamış mısralarla savrulmaları çoktan başlamıştı bile. Lisede okudukları yıllarda çoktan ekiplerini kurmuşlar, liselerinde yayınlanan “Hamle” dergisiyle ünsiyetleri kurulmuş, bir arada bulundukları bu yıllarda şiiri, sanatı, kitabı, hikâyeyi konuşmaya, değerlendirmeler yapmaya ve ufaktan ufaktan yazılar yazmaya ve yayınlamaya başlamışlardı bile. Çok partili döneme yeni girilmiş büyüklerin sohbetlerinden, siyasi tartışmalara tanıklık etseler de daha çok edebiyatı, sanatı, şiiri tercih ediyorlardı. Köy edebiyatı, romancılığı hafiften yavaşlamış olsa da o dili, yazılmış olanları biliyorlar Hz. Ali cenklerinin hikâyelerini, şehrin ara sokaklarındaki omuzlarda gezdirilen teyplerdeki türküleri ve destanları dinlemekten ve onları anlatmaktan geri durmuyorlardı. Yazdıkları karalamalar üzerinde mütalaa etseler de nerede, hangi cenahta durduklarının farkında değillerdi henüz. Bildikleri ve kabul ettikleri edebiyatı sevmeleri ve bir edebiyat cephesi oluşturmaya o gençlik yıllarında başlamış olmalarıydı. Gençlik yıllarından itibaren bir edebiyat ortamı oluşturmuşlar böylesi güçlü, birbirini tanıyan, yazdıklarını birbirilerine aktarırken bir şahsiyet ve karakter yapısının oluştuğu ortamı çoktan sağlamışlardı bile. Sekiz on kişiden oluşan bu liseli genç gurup sonraki yıllarda “Yedi Güzel Adam” diye ifade edilecek şiiri 1967 yıllarında Cahit Zarifoğlu tarafından kaleme alınacak böylece ünleri bir yandan “Mavera”cılar diğer taraftan “Yedi Güzel Adam” diye anılacaklardı.
Seksen iki yıllık hayatına birçok eser barındırmış olan Rasim Özdenören’in “Çok Sesli” olduğunu söyleyebiliriz. Bu çok seslilik; kuşkusuz çocukluk yıllarının getirdiği oturumlardan, sohbetlerden, ninnilerden, destanlardan, anlatılmış hayat hikâyelerinden, ocak başında, bulgur aşında, düğün telaşında anaç kadınların anlatıp anlatıp bitiremedikleri hikâyelere benzer. Kahramanmaraş nezdinde bütün bir Anadolu’nun tarlada, bağda, bahçede rençberlik yapan erkeklerin, kadınların çok sesliliğidir bu çok boyutlu hikâye anlatım yeteneği. Denemede ustalıkla bir düşüncenin, tefekkürün açıla açıla büyük bir medeniyet anlayışına dönüşen iklimleriyle buluştuğunuzda menşe’ itibariyle Sezai Karakoç’u andıran bir soyluluk fark edilir.
Tıpkı rahmetli Sezai Karakoç üstadın “Şahdamar” şirinde anlatıldığı üzere;
“Ruhumuzun içinde kar yağar
Anamızdan doğduğumuz geceden beri
Heybemizi emektar makinelere yükleriz
Fikirlerimizi tifil vinçlere
İri buğday tanelerinin trenleri yürüttüğünü bilmeyiz
Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız
Biz kirli ve temiz çamaşırları
Aynı zaman, aynı minval üzere katlarız
Biz, koşu bittikten sonra da koşan atlarız
Siz kalbe hançer gibi giren
Siz kalpten ağaç gibi çıkan
Siz bize şahdamarımızdan yakın
Siz yüzükler içindeki kan
Siz inançların sedef kabuğunu
Ebabil kuşlarının gagalarıyla kıran
Bununla beraber üzülmediğinizi biliyoruz
Gün gelecek toprağın altına uzanacağız
Her gece, saat beş sularında sizi
Toplardamarlarımızın içinde bekleyeceğiz”
Rasim Özdenören, sessiz, sakin, duru, teslimiyet ve güzel ahlak sahibi, sevecen, mütebessim, hoş görülü, ikram sever, yazdıklarıyla konuştukları arasında üslup değişikliğine pek rastlanılmasa da hicvi, fıkrayı meselenin anlaşılmasına yönelik bulduğu anlatım tarzı hikâyelerindeki ayrıntılar gibi dinleyicilerini sarıp sarmalar. Sıklıkla ifade ettiği; “Gömleğin ilk düğmesi ters takılırsa diğerlerinin doğru takılması mümkün olmayacağının” bilinmesine dikkatleri çeker. Bütün ayrıntılarıyla bir filmi izler gibi izletir kendisini. Bir konuyu anlatırken en ince teferruatına değin anlatıldığını bilseniz de bitimsiz bir istekle dinletir kendisini. Sanırdınız ki yeni bir hikâyeyi sizlerin gözlerine bakarak yazıyor. Alaeddin Özdenören’in “Unutulmuşluklar”ını okurken rastladığımız “Orta kaya” betimlemesi denge insanı olduğuna bizi götürür. “Yedi Güzel Adam”ın ortasındaki denge yani tahterevallideki orta direk gibidir. Tutar, frenler, uyumu sağlar, aykırılıkları törpüler, suyun şırıl şırıl akmasına bir bakıma vesile gibidir. Edebiyat dergisinde de, Mavera’da da aynı minval üzere çizgisinde sapma gözükmez. Nuri Pakdil’in ifadesiyle “Aristo” unvanı Rasim Özdenören’e kendisi tarafından verilmiş, bunun tam tersi Alaeddin Özdenören içinse “Deli Fişek” diye tanımlanmıştır. Bu tanımlanma ikiz kardeşlerdeki şahsiyetlerin, karakterlerin farklılıklarını göstermesi açısından önemlidir.
Rasim Özdenören’inin ilk okuduğum kitapları sırasıyla “Hastalar ve Işıklar, Çözülme, Çok Sesli Bir Ölüm, Çarpılmışlar, İki Dünya, Gül Yetiştiren Adam, Denize Açılan Kapı” ilk aklıma gelenler bunlar. Sonraki dönemler daha çok denemeleri ve düşünceye müteallik eserleri gündeme giriyor. “Düşünme Üzerine Denemeler, Yaşadığımız Günler, Ruhun Malzemeleri, Yeniden İnanmak, Kafa Karıştıran Kelimeler, Çapraz İlişkiler, Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı, Müslümanca Yaşamak, Red Yazıları” vs. böylece devam edip gidiyor. Özellikle Adana Erkek Lisesi ve Fen Lisesinde öğretmenlik yaptığım yıllarda denemelerinin ve edebi eserlerinin daha çok gündemimizde kaldığını, yoğun bir şekilde ilgilendiğimiz gençlere okuttuğumuzu ifade etmeliyim. Yine o yıllarda elbette ki Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Cemil Meriç, Atasoy Müftüoğlu ve İsmet özel gibi kalemler kendi gündemleriyle okuduklarımız arasında yer alıyor. Doğu ve batı klasiklerini de okuduğumuz dönemler yine bu dönemlerdir.
Rasim Özdenören ve “Yedi Güzel Adam”la tanışmamız sanırım 1969 yılında yayınlanmaya başlayan “Edebiyat” dergisini okuduğum yıllardır. Sonraki dönemlerdeyse Milli Gazete ve Yeni Devir ve 1976 sonu itibariyle “Mavera” dergisi devreye giriyor. Kültür sanatla ilgili yazılan ne varsa o yıllarda günlük gazetelerden ve aylık yayınlanan dergilerden takip ettiğimizi kayda düşürmek gerekiyor. Bahsini ettiğim yıllar 1970 ve 1980’li yıllardır ki bu yıllarda fazla okuyabildiğimiz isimlerimiz de mevcut değildir. Sağdan ve soldan toplasanız elliyi bulmayan Türk aydınları, edebiyatçıları, şairleri mevcuttur. Büyük coğrafyadan çeviriler az Ortadoğu bölgesinden çevirilerse sayılacak kadardır. İlk ve orta öğrenimini Kahramanmaraş, Malatya ve Tunceli gibi illerde tamamlamış olması insan ve şehir fotoğraflarını biriktirmesi açısından önemlidir. Elbette bu şehirlerin dışında İstanbul ve Ankara gibi şehirlerle sonraki yıllardaki konferansları nedeniyle gittiği diğer Anadolu şehirlerinin de büyük katkısının olduğunu göz ardı edemeyiz. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirmiş olan Özdenören, Devlet Planlama Teşkilatı’nda uzman olarak çalışmıştır. 1970 yılında araştırma amacıyla ABD’ye gitmiş ve çeşitli eyaletlerde iki yıl kadar kalmıştır. 1975 yılında ise Kültür Bakanlığı Bakanlık Müşavirliği görevine getirilmiştir. Özdenören aynı Bakanlıkta bir yıl da müfettişlik yapmıştır. Yine aynı Bakanlıkta Alaeddin Özdenören’de bir müddet görevde bulunmuştur. 1978 yılında buradaki görevinden istifa eder lakin devlet memurluğuna bir süre sonra geri dönmüştür. Yazı hayatı hiç kesintiye uğramadan ömrünün anlamı haline gelmiştir. İyi bir hikâyecinin, romancının iyi bir gözleme sahip olması gerektiğini ifade edelim.
İnsan manzaraları Özdenören’in gözlemleriyle birlikte hayatının anlamı haline dönüşmüştür. Örneğin “Hastalar ve Işıklar, Çözülme, Çok Sesli Bir Ölüm, Çarpılmışlar” gibi hikâye kitapları hayata nasıl baktığının ve nasıl çözüm yolları aradığının ipuçlarını verir. Her bir eserinin isimlerine bakıldığı zaman bile söylenmesi gereken sözü söyleyen eserler olduğunu da görmek mümkündür. Örneğin “Kafa Karıştıran Kelimeler” ya da “Ruhun Malzemeleri” birisi doğu ve batı düşünce tarzının kendi medeniyet anlayışı açısından kelimelere ve kavramlara sahip olduğunun yol ve yöntemlerini sırlalarken diğeri bir edebiyatçı da bulunması gereken yol haritasının derç edildiği görülür. Yazarın sorumluluğundan, şairin iniş ve çıkışlarından, kelimeler dünyasındaki varlığımıza, yazma ediminin yöntemlerine, dikkat edilmesi elzem olan hususlara ayrı ayrı girer. Köy romancılığının zayıfladığı varoluşçuluğun yükselişe geçtiği dönemlerde kalemini kullanan Özdenören, Maraş’tan Malatya’ya oradan da Tunceli’de gördükleri ve yaşadıkları üzerinden evrensel bir dile ulaşarak hikâyelerini, deneme ve romanlarını yazmaya başlar. Dil üslup, kurgu, anlatım ve insani hasletler açısından dönemin edebiyatçılarının dikkatini çeker. Bir bakıma kendi yolunu, üslubunu kendi belirler. Elbette ki yerli ve yabancı hikâyecilerin, romancıların sofralarına gidip oturmuş olsa da kendisi olmayı yeğlemiştir. Sonraki dönemlerde daha çok Müslümanca düşünmenin, yaşamanın yolları üzerinde tefekkürünü genişletmiş, İslam medeniyetinin mensubiyeti içinde sorumluluklar üstlenmiştir. Böylece yönünü batıya değil doğuya ve kendi kök değerlerimiz olan İslam tefekkürüne açmıştır. Okuyucuya neyi, nasıl neden yapması gerektiğini idrakine sunmuştur. Amerika’da kaldığı iki yıl içinde batı dünyasının içindeki terk edilmişliği, kırılmaları, travmaları gözlemlemiş olan Özdenören kendi kök değerlerimiz üzerinden yerli ve milli kahramanları üretmenin yollarını bulmuştur. Bütün hikâyeleri bu minval üzere insanımızın genel durumundaki gözlemlemelerinden seçmiştir.
“Büyük Doğu” ile başlayan, “Diriliş” ile devam eden ve “Edebiyat” dergisiyle dil ve üslup kazanan ve “Mavera” dergisiyle kendi edebiyat alanlarını evrensel bir anlatıma taşıyan Yedi Bilge’nin her biri bir diğerinin üstadı değil, birbirinin yandaşıdır, yoldaşı ve sırdaşıdır. Aynı ülkü, aynı inanç ve iman etrafında toplanmış olan bu bir avuç tefekkür ehlinin “sıratımüstakim” üzere olma gayretleri söz konusudur. Meseleleri ulusalcılık yapmak değil, evrensel manada “ümmet” bilinci oluşturmaktır. Rasim Özdenören’in dili, tarzı, yaklaşımı, her renkten, düşünceden ve anlayıştan insanlarla beraber olabilme yeteneğine sahip oluşu göz ardı edilemez. İslami kimliklerini, duyarlılıklarını genç denilecek yaşlarda Milli Gazete ve Yeni Devirde yazdıkları ve savunduklarıyla pekiştirmişler duruşları ve yaşayışlarıyla bunu belirgin kılmışlardır. Her birisinin kalemi kendine özgüdür. Rasim Özdenören kuşkusuz Türk edebiyatının en büyük öykücülerinden biridir. Yazdığı hikâyelerinde, öykülerinde okura vermek istediği mesajını öykü dilini incitmeden, yormadan hatta çaktırmadan vermenin yolunu bilen bir kalemdir. Alaeddin Özdenören şiirle önce çıkarken Rasim Bey öyküyle kendisini inşa etse de şiirsel anlatıma yer yer rastlandığı bilinir. “Çok Sesli Bir Ölüm ve Çözülme” hikâyeleri televizyon filmine uyarlanmıştır. İlk defa Türk edebiyatının İslami Kimlik sahibi birisinin hikâyeleri filme uyarlanmıştır denilse yeridir. Üstat Necip Fazıl’ın farklılığı, ayrıcalığı elbette bir kenarda durmaktadır. “Çok Sesli Bir Ölüm” hikâyesi Uluslararası Prag Televizyon Filmleri Yarışması’nda jüri özel ödülüne layık görülmüştür. Çok Sesli bir edebiyatçı olan Rasim Özdenören, 2015 yılında T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne, 2016 yılında ise Necip Fazıl Kısakürek Saygı Ödülü’ne layık görüldüğünü de ifade edelim. Bu ödülleri aldığı dönemlerde “Hece” dergisinin başında geleceğin yazarlarını, öykücülerini, şairlerini yetiştirmek için vakıf insanı gibi gayret içinde olduğu görülmektedir.
RECEP GARİP
DEVAMI GERÇEK TARİH DERGİSİ EKİM 2022 SAYISINDA