Mazlumun sessiz feryadı
Silahlı çatışmalar, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarında, büyük ve kanayan yaralar bırakır. Bu yaralar, coğrafyaların fiziki yıkımıyla sınırlı kalmayıp, insan ruhunun, kültürün, kimliğin ve değerlerin temellerine kadar nüfuz eden acımasız bir tahribatı da beraberinde getirir. Harp, bir coğrafyayı, halkı veya milleti haritadan silmenin ötesinde, insanlığın asil değerlerini, toplumların ahlaki yapısını, paha biçilemez kültürel mirasını ve asırlık birikimlerini kökünden sarsar ve varlıklarını tehdit eder. İnsan olmanın temel onuru, bu karanlık ve tahripkâr süreçte ilk önce çiğnenir. Bir halk, sadece üzerinde yaşadığı topraklarla değil, kendi varlığıyla, kadim geçmişiyle ve umut dolu geleceğiyle birlikte yok olur.
Harp, o korkunç yıkımı, toprağa düşen mermiler ve patlayan acımasız bombalarla zahiren gözler önüne serer; ancak gerçek ve kalıcı yıkım, halkların zengin kültürel birikiminin, köklü ruhî değerlerinin ve özgür düşüncelerinin kaybolmasında gizlidir. Silahların ve patlamaların ötesinde, harbin esas etkisi, bir toplumun tarihi hafızasının, içtimai bağlarının ve insanlık onurunun silinmesidir.
Siviller, harbin en masum, savunmasız ve çaresiz kesimi olarak, bu yıkımın en büyük ve en acı mağdurlarıdır. Uluslararası insancıl hukuk, sivillerin her koşulda korunmasını emretse de, harbin vahşi doğası bu kaideleri çiğner. Masum köyler, huzurlu şehirler, mukaddes okullar ve şifa dağıtan hastaneler dahi harbin yıkıcı çehresinden nasibini alır. Bir halkın parlak geleceği tehdit altına girdiğinde, kültürel mirası, müstesna kimliği ve en temel insan hakları da yerle bir olur. Aileler dağılır, toplumlar paramparça olur, hayati içtimai bağlar kopar ve insanlık, bu tarif edilemez karmaşanın ortasında kendi öz varlığını kaybetmeye başlar. Bu kayıp, yalnızca fizyolojik varlıkla sınırlı kalmaz; insanın yaşamına, aidiyetine, kimliğine ve kendine duyduğu o sarsılmaz inanca da ağır bir darbe indirir. Yerinden edilme ve mülteci krizleri, harbin en acımasız sonuçlarındandır. Milyonlarca masum insan, doğup büyüdüğü topraklarından sürülür, ait olduğu yeri, kadim geçmişini ve kültürel bağlarını kaybeder. İnsanlar, bu korkunç yıkımın ortasında geçici bir sığınak arar; fakat çoğu zaman bu sığınak, belirsizlik ve korkunun karanlık dehlizlerinde kaybolur.
Harbin en acımasız yüzlerinden biri, savunmasız çocukların bu korkunç çatışmalara sürüklenmesidir. Çocuklar, harbin en masum, en korunmasız yüzleri olarak acımasızca hedef alınır. Onların parlak hayalleri, taze umutları ve en temel hakları olan çocuklukları çalınırken, toplumun geleceği de karanlığa gömülür. Harbin izleri, çocukların bedenlerinde olduğu gibi ruhlarında da kalıcı ve onarılamaz yaralar açar. Bu travma, nesiller boyu sürecek bir acının habercisidir; çocuklar, bir halkın geleceği olarak, harpten en ağır payı alır. Bir halkın en değerli hazinesi olan çocuklar, savaşla birlikte yalnızca hayatlarını değil, tüm toplumun ümitlerini ve geleceğini de kaybeder.
Her silahlı çatışma, insanlık tarihinin karanlık ve utanç verici geçmişine büyük bir çizik atar. Harp, yalnızca yaşanılan toprakları değil, en temel insan onurunu, kültürünü, tarihi ve parlak geleceği yok eder. Bu korkunç yıkım, insan olmanın haklarını, onurlu varlık olma çabalarını ve tüm insanlığa ait değerleri hedef alır.
Harp, yalnızca askeri mücadele olmaktan çok daha fazlasıdır. Cinsel şiddet gibi gayriinsani stratejiler de harbin karanlık yüzünü oluşturur. Bu alçakça durum, sadece maddi yıkımı değil, en temel insan onurunu, ahlaki bütünlüğü ve kültürel mirası yok etmek amacı güder. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar… Harbin en korunmasız kesimleri olarak, bu şiddetin başlıca hedefi olurlar. Harbin zahiri yıkımını aşan bu alçakça saldırılar, toplumların ruhunu, kimliğini ve geleceğini yok eder. Tecavüz ve diğer cinsel şiddet biçimleri, bir halkın tarihine, kültürüne ve dinî köklerine yapılmış hain bir saldırıdır. Bu tür şiddet, o anda büyük insani sarsıntılar oluşmakla beraber toplumun temel yapı taşlarını, kültürel belleğini ve kolektif değerlerini sarsar. Harp, bir halkın tarihine, kültürüne ve onuruna karşı yapılan yıkıcı ve amansız bir taarruzdur. Bu saldırılar, hem fiziki varlıkları hem de toplumların manevi dokusunu yok eder. Yerinden edilme, mülteci krizleri ve içtimai çözülme, harbin bıraktığı kalıcı ve acı izlerin çarpıcı örnekleridir. Bir halkın topraklarından, kültüründen ve tarihinden koparılması, onun özgün kimliğini yitirmesine sebep olur. Bu kopuş, insanın yalnızca yaşadığı yeri değil; tüm varlığını, geçmişini ve sahip olduğu temel değerleri de beraberinde kaybetmesine yol açar.
Harbin yıkıcı etkisi yalnızca doğrudan çatışmalara katılanları etkilemekle kalmaz. Çocuklar, parlak bir istikbalin umutlarıyla hayatta kalmaya çalışan masum bireyler olarak, harbin ortasında kalır ve hem bedenen hem de ruhen ağır yaralar alır. Bu sarsıntılar, yalnızca o anki acıyla sınırlı kalmaz; toplumların yeniden inşa edilmesini güçleştiren kültürel ve manevi yaralara sebep olur. Çocuklar, bir halkın geleceğini taşır ve harbin etkisi nesiller boyu devam eder.
İslam, harbi sadece meşru bir müdafaa durumu olduğunda kabul eder; ancak bu, harbin her türlü acımasız yıkımını, sivillere, kadınlara ve çocuklara yönelik işkenceleri tasvip etmek anlamına gelmez. İslam, harpte bile en temel insan onurunun korunmasını, masum hayatların ve hakların her koşulda riayet edilmesini emreder. Gerçek sulh, yalnızca askeri bir zaferle değil; temel insan haklarının tesisi, ağır yaraların sarılması ve toplumların yeniden inşasıyla mümkündür.
Silahlı çatışmalar, cinsel şiddet ve diğer gayriinsani yöntemler yalnızca askeri mücadeleleri değil, tüm insanlık değerlerine karşı büyük bir saldırıyı temsil eder. Her bir acımasız ihlal, o anki şiddetin dehşetinden öte, ilerleyen yıllarda onarılması güç yıkımların da habercisidir. Bu sebeple, savaşların önlenmesi, kalıcı barışın korunması ve temel insan haklarının savunulması bir siyaset meselesi olduğu kadar tüm insanlığın ortak sorumluluğudur. Gerçek barış, insanların karşılıklı güven ve dayanışma içinde kurduğu aydınlık bir geleceğin ilk adımıdır; en temel insan onurunun, sarsılmaz adaletin ve tüm insanlığa ait değerlerin can bulduğu ümit dolu bir dünyanın başlangıcıdır.