tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Muhammed Işık

Gerçek Tarih Derneği Yönetim Kurulu Başkanı.

Neşet Ertaş ve Anadolu irfanının kalbi: “Açma zülüflerin yellere karşı”

27.06.2025
A+
A-

Neşet Ertaş, Türk halk müziğinin hem sesi, hem vicdanı, hem de hafızasıdır. Onun türküleri, Anadolu insanının yoğun duygularını, içgüdülerini ve yaşamın anlamını arayışını dile getiren, çok katmanlı bir anlatının eşsiz ürünleridir.

Her dizesinde, bir yandan şahsi sevdanın o sıcak, samimi hali hissedilirken, öte yandan bu sevdanın bir irfana, metafizik bir anlayışa ve nihayetinde insani olgunluğa dönüşme potansiyeli belirgin bir şekilde sezilir. Bu çerçevede, “Açma Zülüflerin Yellere Karşı” türküsü, görünüşte bir aşk türküsü olsa da, katmanlı bir anlam örgüsü barındırır.

“Açma zülüflerin yellere karşı” dizesiyle başlayan türkü, ilk bakışta bir sitem, bir kıskançlık veya özlem gibi duyguları ifade ediyor gibi görünebilir. Ancak Ertaş’ın şiir dilinde “zülfü açmak” basitçe saçın rüzgâra karışması değildir; bu ifade, iç dünyanın dışa vurumu, kalbin perdelerinin açılmasıdır. Halk kültüründe zülf, sevgilinin mahremiyetini ve ilahi güzelliğin bir temsiliyetini barındırır. Yeller ise rüzgârın temsil ettiği dünyevi etkilerdir, yani kalbi dağıtan dış müdahalelerdir.

Burada geçen “Senin zülfün, benim telim değil mi?” sorusu, aidiyetin ötesinde bir “birlik” iddiasıdır. Seven, sevilenin bir parçası olmuştur; onun saç telinde dahi kendini bulur. Bu noktada sevda, iki ayrı kişilik arasında değil, bir bütünlüğün içinde anlamını bulur. Manevi bir yakınlık, hatta tasavvufi anlamda bir vahdet (birlik) duygusu bu sözlere sinmiştir.

Türkünün devamında yer alan “Bülbül figan eder güllere karşı / O yâr benim gülüm, gülüm değil mi?” dizeleri, halk şiirinin köklü ve bilindik benzetmelerini barındırsa da, Neşet Ertaş bu benzetmeleri basmakalıp bir şekilde kullanmaktan özenle kaçınır. Burada bülbül, bir âşıktan çok daha fazlasını temsil eder; o, yüreğinden gelen bir çığlığın, gerçeği dile getirme yönündeki büyük bir çabanın dışa vurumudur. Gül ise, güzel bir sevgili olmanın ötesinde; ilahi olana yahut varoluşun en saf ve katıksız haline duyulan engin özlemin güçlü bir anlatımıdır.

Bülbül-gül benzetmesi, zengin tasavvufi şiir geleneğinde de sıkça karşımıza çıkar ve orada da benzer bir işlevi üstlenir. Ancak Ertaş’ın bu dizelerinde, halkın gündelik diline işlemiş olan o samimi ve içten anlatım, anlamı çok daha gerçek ve dokunaklı kılar. Gülün “benim gülüm” olarak tanımlanması, harici bir güzelliğe duyulan hayranlığı değil, ruhun kendi özüne dönük, yoğun bir tanıma ve kabullenişi de içinde barındırır. Bu ifade, benliğin en temel unsurlarıyla bütünleşme arzusunu ve kapsayıcı güzellikle kurulan ferdî bağı vurgular.

Neşet Ertaş, bu dizelerle bir aşk hikâyesi anlatmakla yetinmez. O, dinleyicisini varoluşa dair bir sorgulamaya ve kendi iç dünyasının keşfine de davet eder. Onun sanatı, sıradan kelimelere yüklediği yoğun anlamlarla, dinleyicinin ruhunda yankı bulan kapsayıcı temaları işler.

“Sallama saçların’, sen de bulursun / Azrail misali canım’ alırsın” sözleri, türküdeki duygu yoğunluğunu zirveye taşır. Bu dizelerdeki Azrail benzetmesi, aşkın ölümcül olmasa da, kişiyi tamamen dönüştüren güçlü bir etkiye sahip olduğunu anlatır. Âşık, sevdiğinin ufacık bir eylemiyle dahi kendi iç dünyasının nasıl altüst olduğunu ifade eder. Ancak bu dönüşüm, olumsuz bir yıkım değil; tam tersine, tasavvuf geleneğindeki “ölmeden önce ölmek” anlayışıyla sıkı bir bağ kurar. Bu çerçevede aşk, bireyi benliğinden sıyırarak, onu daha üst bir oluş katmanına taşır. Bu süreçte şahsi ego ve dünyevi bağlılıklar çözülür, yerini manevi bir uyanış ve yeniden doğuşa bırakır.

Aynı dizelerde dikkat çeken bir diğer ifade ise “bulursun” kelimesidir. Bu, aşığın başına gelenlerin sevgili tarafından da tecrübe edileceğine dair bir öngörüden öte, aşkın karşılıklı ve kaderde yazılı olan simetrisine yapılan güçlü bir vurgudur. Yani, aşkın yarattığı etki ve dönüşüm, seven kadar sevilenin de payına düşecektir. Bu ifade, iki ruh arasındaki kaçınılmaz bağı ve birleşmeyi şiirsel bir dille anlatır.

Türkünün ilerleyen dizelerinde Ertaş, “Garip” mahlasını kullanarak kendi kimliğini belirginleştirir. Bu kimlik, onun eserlerinin hemen her birinde karşımıza çıkan temel bir öğedir. Gariplik burada, günlük dildeki yalnızlık veya yoksulluk anlamını taşımaz; o daha çok, hakikatin izinde durmaksızın ilerleyen, dünyaya ve olaylara dışarıdan, tarafsız bir gözle bakan, kendi iç âlemine kulak veren bir bireyin halidir. Garip, toplumdan kopuk değil, bilakis dünyanın geçici ve yanıltıcı değerlerinden bilinçli bir tavırla uzak duran kişidir. Onun şahsi durumları çoğu kez başkalarınca anlaşılamaz; ancak o, yaşamın ve mevcudiyetin her zerresini yoğun bir şekilde hisseder ve kavrar.

“Garib’im, kalbimi güler yüzlüce / Okuyan sen, yazan dilin değil mi?” dizeleri, kalbi adeta yazılmış bir kitaba benzetir; sevgili ise bu kitabı hem yazan hem de okuyan varlıktır. Bu güçlü ifadeyle aşk, iki kişi arasındaki basit bir karşılıklı histen çok daha öteye geçer; o, bir tür yazgıdır, alın yazısıdır. İnsan, sanki önceden yazılmış bir kaderi yaşamaktadır ve o kaderin anlamı, sevgilinin sözlerinde, içten tebessümünde ve anlam yüklü bakışlarında gizlidir. Bu ifade, bireyin kaderine teslimiyetini ve sevilenin varlığında kendi yazgısını okuma halini anlatan kapsamlı bir tasavvufi boyuta işaret eder.

Neşet Ertaş’ın bu türküsü, klasik halk şiiri formunda karşımıza çıksa da; barındırdığı temalar, sözlü sadeliğiyle örtüşen köklü bir felsefe sunar. Burada aşk, bir özlem veya ayrılık üzerinden kurgulanmaz; insanın kendini tanıma sürecinin, gönlünü arındırma yolculuğunun merkezine yerleştirilir.

Türkünün temel söylemi, ferdî bir hissiyatın ötesine geçerek; Anadolu irfanının mihenk taşlarından olan ‘gönül terbiyesini’ dillendirir. “Açma zülüflerin” şeklindeki uyarı, zülfün ardında gizli olan sırra, bu sırrın vakarına ve korunması gerektiğine dair güçlü bir etik duruşu da içerir.

Neşet Ertaş, bu eseriyle bir türküden fazlasını sunmuştur. O, bu türküyle bir gönül coğrafyası çizmiş, bu coğrafyada acıyı, sevgiyi, gurbeti ve hikmeti bir arada dile getirmiştir. “Açma Zülüflerin Yellere Karşı”, Ertaş’ın sesiyle yalnızca kulağa değil, gönle seslenir. Onun her bir dizesi, halkın bilgelik mirasının bir parçasıdır; her tınısı, içimizde yankı bulan bir hakikat sesidir.

Bu nedenle türkü, dinlemekle kalmaz; üzerinde düşünülür, içselleştirilir ve zaman zaman insanı kendine getirir. Ertaş’ın “Garip” olarak ifade ettiği ses, aslında hepimizin içinde var olan hakikat arayıcısının sesidir. Ve o ses, türküyle birlikte yeniden yankılanır:

“Bu kul senin kulun, kulun değil mi?”

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.