tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Aydanur Yıldız Çakır

Eğitimci ve Yazar

Ahıska’dan kalkar bir kara tren

Yolcuyuz… Bizden seneler evvel kopan bir parçamızı ziyarete gidiyoruz, Ahıska’ya. En çok neyi merak ediyorum biliyor musunuz? Çiçeğini. Annemden dinlediğim içinde koca bir vatan saklı Ahıska çiçeğini. Yöresel tabirimizle kaçakaçlık (göç) zamanında Ardahan’a gelen ve burada hem kardeşini hem oğlunu kaybedince ağlamaktan gözlerini kaybeden babaannesi yani Çilli Aba’sının, sıla hasretini dindirmek için kokladığı Ahıska kokulu çiçeği. “Turnalar ne tarafa uçuyor çocuklar?” diye sorup hangi tarafa uçtuklarını öğrenince:
“Uçun turnalar, uçun, sılama selam götürün” diyen Çilli Nine’yi tahayyül ediyorum.
Posof’tan ilerliyoruz Gürcistan’a doğru. Yemyeşil yollar Posof’un, Iğdır’ın yahut Artvin, Şavşat’ın uzantısı olarak devam ediyor. Tam, “Bizden işte, baksanıza!” diyecekken artık bizden olmadığını haykırırcasına sıralanmış haçlı direklere takılıyor gözüm ve yüreğime ilk kor düşüyor.
Ahıska, aynı coğrafya bizim gibi ama gurbette şimdi.
İçim burkularak dolaşıyorum küçük ve şirin şehri, çiçeklerini kokluyorum bir yandan da. Tuhaf, karmaşık, tarifsiz duygular içinde adımlıyorum sokaklarını. Alışveriş için girdiğim dükkanda, Gürcüce konuşan kadın ve acı kahve kokuları sevimli gelmiyor gönlüme. Bir haykırış var içimde, durduramıyorum:
“Neredesin Ahıska? Neredesin Ahıska’m? Ne oldu sana? Yâd ellerde boynu bükük mü kaldın yoksa?”
Üstad Sezai Karakoç’un müthiş dizeleri geliyor aklıma sonra. Göç eden uygarlıkların ardından yükünü toplayıp giden kentleri nasıl da güzel anlatmış, tıpkı Ahıska gibi:
“Şehrin ya da kentin anlamı, ruhu uygarlıklarla ilişkilidir; onun yaşam ve ölümü, uygarlığın yaşam ve ölümüne çıkmaktadır. Ve geçirdiği değişimde anlam yitirme, eski uygarlıktan gelen gücünü yitirmesindendir. Baharın gitmesi ile solması önlemeyen bir gül gibi. Adeta göç günü gelince denkleri toplayan uygarlıkların peşinden onları en çok yansıtmış kentler de yola çıkmakta acele etmektedirler. Geride yabancı ve garip kalmaktan ürkmektedirler.”
Üstadın dile getirdiği gibi Ahıska da o kara gecede, kara trene binip gitmiştir işte!

Ahıska bir gül idi gitti
14 Kasım 1944…
O asra bedel güne gelmeden kısa bir kimlik tanıtımı yapalım mı önce?
Ardahan’a 15 km uzaklıkta bulunan Ahıska, 1578’de Özdemiroğlu Osman Paşa ve Lala Mustafa Paşa’nın Kafkas seferi sırasında Osmanlı idaresine girer ve yeni kurulan Çıldır eyaletinin de merkezi haline gelir. Ahıska, Çıldır eyaletine Sancakbeyliği yapmasının yanı sıra medreseleri ve ulemasıyla meşhur eski bir Türk şehridir. Osmanlı bürokrasisinde sadece askeri alanda değil, ilmiye tarikinde de kendilerinden söz ettirmiştir şehir. Öyle ki Sultan 2. Mahmud devrinde İstanbul’da bulunan 1214 müderrisin 27’sinin, Sultan Abdülmecid devrinde ise Kafkasya kökenli 25 müderrisin 17’sinin Ahıskalı olması Ahıska’nın Türk ilim tarihindeki yeri ve önemini net bir biçimde ortaya koymaktadır.
Günümüze kadar ulaşan Ahmediye Camii ile Osmanlı medeniyetinin izlerini yansıtmaya devam eder Ahıska. 1829’a kadar 250 yıl Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir toprak parçası olup bir ilim, kültür ve ticaret merkezi kimliğiyle karşımıza çıkmaktadır. Gelin görün ki Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Edirne Antlaşması ile Çarlık Rusya’sına tazminat olarak verilir. Bu olaydan sonra Ahıska Türklerinin yarısı Türkiye’ye gelir, diğer yarısı ise Gürcistan’da olacakları beklemeye başlar. İşte o meşhur dizeler, bu kopma döneminde dile gelmiştir:
Ahıska bir gül idi gitti.
Bir ehl-i dîl idi gitti.
Söyleyin Sultan Mahmud’a
İstanbul’un kilidi gitti!
(Ağıt: Posoflu Âşık Üzeyir Fakiri)

Lütfen bu dizeleri hızlıca okuyup geçmeyin, zira altında bir asrı özetleyen tarih felsefesi gizlidir. Şöyle ki:
Osmanlı toprakları içinde yaşayan Türkler, kendilerini İstanbul’un bekçileri olarak kabul ediyordu. Bulundukları topraklar ise İstanbul’un kilidi manasına geliyordu. Bu kilit elden giderse İstanbul’a kolayca girilebilirdi. Ahıskalı halk şairi sadece Ahıska’nın düşman eline geçmesine üzülmüyor, İstanbul’un da elden gideceğine üzülüyordu bu yüzden. Osmanlı’nın Doğu sınırındaki son kalesinin düşmüş olduğu veciz bir şekilde bu şiirle ifade edilmiştir.
Gül, Türk-İslam edebiyatında Peygamber Efendimiz’i (SAV) temsil eder, yani Peygamber ehli olan bir yurt gitti. Ehl-i dil ise malumunuz gönül ehlini ifade eder Farsçada, yani gönül ehli insanlar gitti! “Biz neden onları yaban ellere bıraktık?” diye şair adeta sitem ediyor ve Sultan Mahmud’a da bir nağme gönderiyor: “İstanbul kilidi gitti”.
Ha Budin, ha Ahıska
“Ahıska’nın işgali, tıpkı Budin’in elden çıkışı gibi acı ve hüzün yüklüdür. Biri Doğu’da diğeri Batı’da olan bu iki şehir, eskilerin nazarında İstanbul’un, dolayısıyla Anadolu’nun muhafazası için elzemdir. Konum ve önemleri itibariyle de “gül”e benzetilen bu şehirler, aynı zamanda Türk kültürünün de iki yakasıdır. Budin’in elden çıkışı sırasında da benzer ifadelerle ağıtlar yakılmıştır:
Ötme bülbül ötme yaz bahar oldu
Bülbülün figanı bağrımı deldi
Gül alıp satmanın zamanı geldi
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i.

Budin’in işgali, Doğu Avrupa’daki Türk nüfus ve topraklarının büyük bir kısmının kaybını da beraberinde getirmiştir. Bu kayıp sonrasında büyük katliam ve göçler yaşanmıştır. Bu yönüyle de Ahıska’nın hikâyesiyle benzeşmektedir.”

DEVAMI GERÇEK TARİH DERGİSİ EYLÜL 2022 SAYISINDA

Yazarın Diğer Yazıları
24.03.2023
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.