tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Ali Emre yazdı: Suriye şahitliği

Şair ve yazar Ali Emre Esad rejimi sonrası Suriye’ye gitti ve neler yaşadığını, neler hissettiğini kaleme aldı. İşte Ali Emre’nin kaleminden yeni Suriye’den ilk izlenimler:

Ali Emre yazdı: Suriye şahitliği
26.12.2024
A+
A-

ALİ EMRE

Hem kendim hem de ilgi duyan arkadaşlar için, sıkça vurguladığım “hafıza inşası” bağlamında, bir grup arkadaşla Suriye’ye gittik.

Hatay/Reyhanlı’dan, İdlib’deki Bâbül-Havâ’dan, ÖZGÜR-DER VE Fetih Vakfı’nın yönetim ve yardımlaşma merkezinin de bulunduğu bölgeden yola çıktık. İrili ufaklı birçok beldenin yanı sıra Halep, Hama, Humus ve Şam’ı ziyaret ettik. Üzüntüyü, acıyı ve sevinci, neşveyi bir arada yaşadık. Kutlama faaliyetlerine katılarak ezgiler, marşlar söyledik. Çeşitli görüşmeler yaptık. Çocuklarla, mücahidlerle, farklı kesimlerden insanlarla konuştuk. Bir kampanya eşliğinde topladığımız unların ve diğer yardımların dağıtılmasına yardımcı olduk.

AH HALEP!

Bilâdü’ş-Şam’ın yüksekteki gözü. Kadim beldemizin hiç yakınmayan gelini. Aslanların yurdu. Suriye’nin İstanbul’u, can damarı, ticaret ve turizm merkezi. Yiğit ve hünerli kadınların, vuruşkan ve coşkulu adamların şehri.

Yıllar önce ağlayarak “Halep Acısı” şiirini yazdım. Şimdi şehri gezerken de ağlamamak için kendimi zor tuttum bazen. Nureddin Zengi, Selahaddin, Baybars ve hatta Mehmed Âkif romanlarımda görmeden fakat yıllarca orada yaşamış gibi anlatmaya çalıştım, tasvir ettim. Bir kısmı Baas/Esed bombardımanında yıkılan, bazı sokakları harabeye dönen şehirde yürürken başım döndü âdeta. Kalbimin yarısı orada hâlâ.

“Süt veren” anlamına da gelen lakin devrik rejim ve işgalciler tarafından parmakları koparılan Halep’te nereye koşacağımızı, nereye bakacağımızı bilemedik. Şiir okuduk, konuştuk, ezgi söyledik, camilerinde namaz kıldık, çocuklarıyla sohbet ettik. Türkiye’den gelenlere müthiş bir ilgi ve sevgi var. Türk lirası kullanılıyor her yerde. Kadim zamanlardan gelen eserlerin yanında Selçuklu izleri, Zengi, Eyyubi, Memlûk ve Osmanlı eserleri var dört bir tarafta. Şimdilik sadece bir iki saat elektrik verilebiliyor şehre.

Kısmet olursa “Halep Sevinci”ni de yazacağım.

Suriye’nin neredeyse yarısı harabeye dönmüş. Normal şartlarda yarım asırda zor kalkar ayağa. Fakat mazlum ve çalışkan halkıyla, yeni yönetimiyle el ele vererek yaralarını kısa zamanda saracağını ümit ediyoruz. Her yerde yıkık dökük evler, enkaz yığınları, devasa bir distopya stüdyosuna dönmüş beldeler var. Öyle üç bin beş bin değil; yüz binlerce ev kullanılamaz hâle gelmiş. Bir milyon hatta daha fazla nüfusun yaşadığı yerler yakılıp yıkılmış. Halep’te de var böyle mahalleler diğer şehirlerde de. Atme ve Jobar içimi yaktı söz gelimi. Şam’da, yüz binlerce Filistinli muhacirin yaşadığı Yermük’te kahrolduk. Güya Filistin’i savunduğunu söyleyip duran rejim burada on binlerce evi mahvetmiş, on binlerce Filistinli mülteciyi katletmiş. Camiler bile yerle yeksan olmuş. Yıkıntılar arasında yaşamaya çalışan 4 bin kişi kalmış bir milyondan fazla muhacirden. Bizi görünce koşup gelenler oldu. Boynumuza sarılıp ağladılar. Gazze’yi konuştuk, direnişi istişare ettik, ağıt ve marş söyledik birlikte. Yarı aç yarı tok yaşayan az sayıdaki mücahid de kamptaki insanları korumaya, onlara yardımcı olmaya çalışıyor.

Yermük’ün hâlini ölünceye dek unutamam herhalde.

Şam’dan önce Hama ve Humus’u ziyaret ettik

Çocuklarla, Türkiye’den gelen muhacirlerle sohbet edip fotoğraf çektirdik. Yaralı ve gururlu ve umutlular. Suriyelilerin zamanında Fransız askerlerini kovduğu resimler, heykeller var buralarda. Hama’daki eski değirmen meşhur. Nureddin Zengi Camii hâlâ kullanılıyor.

Sürpriz fazlaydı. Uyumadan, yemeyi içmeyi düşünmeden koşturduk; Said Havva’nın torunu Yahya Havva’nın konserine yetiştik. Hava karardı, kısıtlı kullanılan elektrikler gidince şehir karanlığa gömüldü.

Burada tarihî bir ana tanıklık ettik. Türkiye’de Suriye devrimi, direnişi için onlarca şarkı, ezgi yapan “ses sancağımız” Mehmet Ali Aslan da büyük bir coşku ve alkış eşliğinde sahneye davet edildi ve halkla birlikte ezgi söyledi.

Âsi Nehri’nin can verdiği bu şehirlerde, kıyamın öncü ve şehidlerinden iki güzel insanı, devrimin bülbülü Abdülbasit Sarut’u ve “Yalla Erhal Ya Beşşar” şarkısıyla ünlü İbrahim Kaşuş’u yâd ettik elbette. Hatırlayanlar vardır; Kaşuş 2011’de kaçırılarak katledilmiş, boğazı ve ses telleri kesilmişti; cesedi bu nehre atılmıştı.

Mehmet Ali Aslan da kısa bir selamlama konuşmasının ardından onun şarkısını söyledi. Humus, Halid Bin Velid’in kabrine de ev sahipliği yapıyor. O camide sabah namazı kıldık, sabah zikrine eşlik ettik.

Dımaşk/Şam’dayız

Şehrin yarısı sefalet içinde, yarısı canlı ve ışıltılı. Yavaş yavaş toparlanıyor. Seyyide Zeyneb Türbesi de tekrar açılmış. Şiiler bu mekânın etrafında ayrı bir şehir kurmuş âdeta.

Şam, bünyesinde o kadar önemli kişi ve eserler barındırıyor ki hiç değilse bazılarını görebilmek için koşar adım gezdik. Emeviye Camiinde Cuma namazı kıldık. Genç yaşlı, kadın erkek yüzlerce insan koşmuştu camiye. Açık tek kapısı vardı, avlusundan çıkışımız bile neredeyse bir saat sürdü. İçeride ve avlusunda Türkiye’den gelen birçok dostumuzla karşılaştık. Camide Yahya Peygamber’e atfedilen bir kabir / makam da bulunuyor. Bakımsız ve dağınık görünmekle birlikte küçük bir ilçe cesâmetindeki Bâbüs-Sagîr’i de unutmayalım. Bilal Habeşî, Abdullah Bin Ümmü Mektum, Esma Bint Umeys, Muaviye Bin Ebû Süfyan, Ümmü Gülsüm, Fârâbî, İbn Asâkir, Kutbüddin Şirâzî, Behlül Dânâ, İbn Kayyım el-Cevziyye, Zehebî, Selahaddin’in kardeşi Sultan I. Âdil, Veysel Karanî, Nizar Kabbanî gibi birçok sahabe, devlet adamı, âlim, sufi ve şair medfun bu büyük kabristanda.

Hayatını, mücadelesini ve eserini anlatmaktan şeref duyduğum o büyük adam; Allah’ın arslanı Nureddin Zengi de Şam’da medfun.

Halep’te tarih sahnesine çıktıktan sonra, kan dökmeden üç kere kuşattığı ve nihayet halkın sevinç gözyaşları eşliğinde, ateş böcekleri misali kapılara koşan yiğit kızların zılgıtları, sevinç nidaları içinde girmişti bu şehre. Başkenti yapmıştı. En kıymetli adamı Eyyub’u valiliğe getirmiş, en büyük generali Şirkûh’la birçok planını burada istişare etmiş, genç Selahaddin Yusuf’u şahneliğe getirmişti. Savaşmadığı, koşturmadığı zamanlarda eşi İsmetüddin’le, kızları ve oğlu Salih İsmail ile burada vakit geçirmişti. Daha neler neler…

Bacaklarım titreyerek, koşarak, anlattıklarımı gözümde canlandırarak gittim Medresetü’n-Nûriyye’ye. Kısa bir video da çektik kabrinin başında. Daha önceleri mezbelelik görünüyordu burası, girdiğimizde temiz ve bakımlıydı. Yaşadığım sevinç ve heyecan tarifsizdi şüphesiz. Ayrıldıktan sonra bir köşeye çekilip içime ağladım.

“Şark’ın en sevgili sultanı” Selahaddin Eyyubî de Şam’da medfun

Bu büyük komutanın, strateji dehâsının, imanlı göğsünü Haçlılara siper eden önderin, yaklaşık bir asırlık esaretten sonra 1187’de Kudüs’ü tekrar özgürleştiren bu bilge kahramanın kabri Emeviye Camiinin yan tarafında. Çok kalabalıktı, zor girdik. Bilenler, görenler vardır; yakınlarda büyükçe bir heykel de yaptırılmıştı yıllar önce. Alman imparatoru II. Wilhelm de Sultan II. Abdülhamid devrinde / 1898’deki ziyaretinde, kabrinin bulunduğu mekâna lahit koydurmuş hatta sıra dışı bir çelenk bırakmıştı. Bu çelengi, Arabistanlı Lawrence’ın işgal döneminde çaldığı ve Londra’ya götürdüğü, oradaki bir müzede sergilediği anlatılır. Burada da arkadaşlarımızla kısa bir video çektik.

“Kralların Seferi” diye de adlandırılan III. Haçlı Seferinde Avrupalı krallara karşı koyan, üç dört yıl süren büyük bir direnişin ardından onları zelil bir şekilde ülkelerine gönderen Selahaddin Eyyubî, son aylarını Şam’da geçirdi. Gerçekte bir eğitimci, bir imarcı ruhuna sahipti. Savaş yüzünden aylarca doğru dürüst beslenmediği, yağmurda yağışta koşturduğu, sürekli hastalandığı için yüzü dâhil bütün vücudu çökmüştü. Tam mutlu olacağı bir zamanda, 55 yaşındayken 4 Mart 1193’te Şam’da vefat etti.

İsmi ve cehdi hep yaşasın inşallah.

Bilenlerin azlığı şaşırtıcıdır. Sultan Rükneddin Baybars da 17 yıllık hükümdarlığının, Moğolları Elbistan’da tekrar yendiği Anadolu seferinin ardından Şam’a gelmiş ve rahatsızlanarak burada vefat etmiştir.

Adlarından/lakaplarından biri olan “Melikü’l-Zâhir”e atıfla “Medresetü’z Zâhiriye’de medfun. Medresenin, türbenin kapıları kapalıydı. Sorup soruşturduk. O sokakta yaşayan bir adam bir anahtar bularak geldi, kapıyı açtırdı. Orada da kısa bir video çektik. Türkiye’den geldiğimizi öğrenenler etrafımızı kuşattılar. Boynumuza sarıldılar, dualarla, sloganlarla, selamlarla uğurladılar.

Kölelikten sultanlığa yükselen, hem Haçlılara hem de Moğollara karşı kesintisiz bir mücadele yürüten büyük sultanın yanında bir kabir daha var. İsmi ve cehdi hep yaşasın.

Gercektarih.com.tr

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.