Beklenen şarkı, beklenen geçmiş
Hayli zaman oldu, şöyle iki üç satır yazma gayretimde, bana eşlik eden bir Zeki Müren şarkısı dinlemiyordum. Geçtiğimiz günlerde Bursa Osmangazi Belediyesi’nin Zeki Müren’in vefat yıldönümü vesilesiyle düzenlediği halka açık etkinliğe çok kıymetli dostların vesilesiyle katılma fırsatı bulup, orada birbirinden kıymetli TRT sanatçılarının icra ettiği Zeki Müren şarkılarını sonbaharın başımızda esen serin rüzgarlarıyla canlı canlı dinleyince, geçmişteki bu huy bende yeniden hâsıl oldu. Şöyle müsait zamanlarda kağıda kaleme sarılınca, bir Zeki Müren şarkısı açtım. Bu kez çalma listelerinin müzik sektörüne garip bir tavır kazandıran algoritması bana müthiş bir yorumu keşfetme fırsatı sundu.
Bu algoritmanın sunduğu zenginlikle, Zeki Müren’in bestelediği “Beklenen Şarkı”yı, Limak Filarmoni Orkestrası’nın eşlik ettiği Tenor Murat Karahan’ın yorumuyla dinledim. Bu yorum, bu şarkıyı çepeçevre tahlil etmek için biçilmiş bir kaftandı adeta… Kağıt ve kalemin buyurucu tavrına kapılıp, bu yorumun bende doğurduğu hisleri tahlil etmeye mecbur oldum diyebilirim. Gelin önümde uzanan “Dönencede Sayhalar” adlı günlüğüme karaladıklarıma hep beraber şöyle bir göz atalım:
“Beklenen Şarkı’da güfteler bir sevgilinin diğerine; zarif, şiirsel ve tedirgin ricaları etrafında şekillenen kaygılarından ibaret.
“Gözlerinin içine başka hayal girmesin…”
Ne büsbütün hüzünlü, ne büsbütün umutlu… Lâkin fevkalade estetik. Bir yükselip, bir düşen, ama bu hareketleri birbiri ardınca yumuşak geçişlerle yapan, ruhu yükseliş ve düşüş arasındaki muvazenede usulca kucaklayan bir şarkı. İnsan bu kucaklayışın tesiriyle gözlerini kapatıp, kendisini meçhule teslim edebilir.
“İstersen yum gözlerini, tıpkı düşünür gibi…”
Yalnız güftenin, “Kıskanırdım seni ben, kendi gözümden bile” kısmında usulca düşen nağme, sanki bir zaman içimizi titreten bir aşkın en mahrem hatırası; “Nasıl verirdim seni bir gün yabancı ele” kısmı ise seher vaktinde gözümüzde canlanan bu mahrem hatırayla bîtap yüreğimizin, bir baygınlık vehmi içinde, anne sesindeki ninnilerle örülen huzurlu uykuları arayışı haline gelmekte.
Biz bu arayış halinde dönen mahmur başımızı, hemen ardından gelen yükselişe ve umuda teslim edip, “Sana gelen yollarda daima beni bekle” ricasıyla, evvela içimizdeki, sonra ufuklardaki günün doğuşuna şahitlik etmekteyiz.
Güftedeki “Benden evvel başkası, seni görüp sevmesin” kısmı ve onunla yükselen nağme ise tedirgin yüreklerimizin yükseliş ve düşüş arasındaki nazenin serüvenine noktayı koymakta.
Bana sadece estetikten ibaret bir şarkı sorsalar, hiç tereddüt etmeden bu şarkıyı örnek verirdim.”
Günlüğüme bir çırpıda karaladıklarım bu kadar. Ama bu şarkı Türk musikisinin en nevi şahsına münhasır şarkılarından biri… Neden mi?
“Beklenen Şarkı” sadece bir şarkı değil, Zeki Müren ve ilk kadın film yönetmenimiz, film oyuncumuz olan Cahide Sonku’nun başrollerini paylaştığı 1953 yapımı bir film aynı zamanda. Senaryosunu Sadık Şendil, yönetmenliğini, Sami Ayanoğlu, Orhan Murat Arıburnu ve Cahit Sonku’nun üstlendiği filmin konusu, bir kadının yardımıyla meşhur olan şarkıcı bir gencin dramatik öyküsü.
Bu film Zeki Müren’in ilk filmi olmakla beraber, Münir Nurettin Selçuk ile ara verilen şarkılı filmler dönemini yeniden canlandırmış, “Beklenen Şarkı” Zeki Müren tarafından bu film için bestelenmiştir. Şarkının güftesini, Zeki Müren’in İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden hocası olan Prof. Sabih Gözen kaleme almış, nihavend makamındaki bu şarkı, ilk olarak 1954 yılında taş plağa okunmuştur. Zeki Müren bu şarkıyı sanat hayatının 30. yılında 1984 yapımı “Hayat Öpücüğü” adlı LP’sinde yeniden icra etmiştir.
Türk müziği ve Türk sineması geçmişte dünyanın her yerinde olduğu gibi bazı maharetli sanatçıların elinde öyle bir erimiş ve kendisine rağbet edenlere öyle çeşitli zenginlikler sunmuştur ki, şüphesiz bu estetiğin ve toplum tarafından ona gösterilen rağbetin en güzel yanlarından biridir. “Günümüzde böyle bir bileşime, müzikte, sinemada yahut her ikisinde de aynı seyre ve doyuma neden ulaşılamıyor?” diye sorup, bu sualin cevabını; “Artık estetik mevzubahis olduğunda sanat dalları arasında mutabık bir seviye, sanatın çeşitliliğini ortaya çıkarabilecek ortak bir zemin bulunmuyor.” diye teşhis etsek, fazla mı iddialı olur?
Günümüzde değişen ve bu değişimin yanında bir yandan da müthiş bir süratle çeşitlenen estetik anlayış, ortaya konan eserleri topyekûn “taklidin taklidi” gibi amaçsız bir üretime sürüklüyor. Artık sanat, kendi öznelliği ile biricik olarak sanatkarından doğmuyor, fabrikasyon şuurlarda işleniyor ve üretiliyor. Neticesi ise toplumda eksilen, ehemmiyetini yitiren ve sıradan bir iş haline gelen sanatın, artık dokunmatik ekranlarda tıklanma sayısı ve düpedüz reklamdan ibaret popülerlik seviyesiyle ölçülmesi.
Ben şahsen sanatın her dalında olduğu gibi müzik hususundaki bu hengameden de, Zeki Müren gibi nice sanatçımızın bestelerine ve o bestelerin günümüzdeki başarılı icralarına sığınıyorum.
Ne yaman çelişkidir ki, bizler geleceğin zenginleşeceğini umarken, her geçen gün geleceğe nispeten geçmiş daha da zenginleşiyor, daha da mühim bir hale geliyor. Hatta iş öyle bir raddeye geliyor ki, artık gelecek yerine belki bir umut diyerek geçmişi beklesek yeridir…
Bu yazıma, geçmişe, güftesi ve bestesi Zeki Müren’e ait suzinak makamında Semai usulündeki bir eserin ilk sözleriyle seslenerek noktayı koymak istiyorum:
“Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu.”